Asırlık çınar Hasan Hoca

Kur’an ile haşır neşir bir ailede doğmuş, hayatını Kur’an hizmetine adamış, bir asrı geride bırakan bir ulu çınarı anlatacağım bu kez size. Hafız Hasan Hüseyin Avni Işık ya da herkesin bildiği adıyla Hasan Hoca’yı. Bir asrı geride bırakmış dememin sebebi 110 yaşında olması. Doğumu anlattıklarından yola çıkılarak 1907 yılına tarihleniyor ancak ailesi birkaç yılda bir köye gelen nüfus memuruna yaşını 5 yaş küçük kaydettirmiş. Üçü kız, üçü erkek, 6 çocuğu var. Torununun torununu gören Hafız Hasan Hoca, Kur’an okumayı ve okutmayı babasının bir vasiyeti olarak görüyor.

TÜRKÇE EZAN OKUDU

Hasan Hoca Sakarya’nın Erenler Belediyesi’ne bağlı Büyükesence köyünde yaşıyor. Son yıllara kadar sağlığı iyi olan Hasan Hoca, 7-8 ay önce yatağa düşmüş ancak morali yerinde. Ziyaretçilerini yatağında karşılayıp, ilgileniyor. Bakımını 90 yaşındaki kızı üstlenmiş. 50 yıl boyunca hiç kesintisiz Kur’an öğreten, hafızlık yaptıran Hasan Hoca, binlerce kişiyi hafız yapmış. Türkiye’nin dört bir yanına dağılan talebeleri hocalarını unutmuyor ve ziyaret edip halini hatırını soruyorlar. Büyükesence’de doğup Hasan Hoca’yı yakından tanıyan, kendi babası da Hasan Hoca’dan ders alıp hafız olan, Erenler Belediye Başkanı Cavit Öztürk ile ziyaret ettik büyüğümüzü. Elini öpüp hayır duasını aldık. Biraz da tanıklık ettiği tarihi konuştuk. Arapça ezanın yasaklandığı dönemde, Türkçe ezan okumak zorunda kalmış olan Hafız Hasan Hoca o günleri anlatırken Türkçe ezan da okudu bize.

Hasan Hoca şimdi de yaşadığı Büyükesence (eski adıyla Büyüktersiye) köyünde doğmuş. Küçük yaşta medreseye başlayıp hoca olan babası, oğlunun ilk Kur’an öğretmeni olmuş. Okula başladığı ilk günlerde bir ayakkabısı bile olmayan Hasan Hoca’yı zaman zaman annesi, zaman da ablası sırtında okula götürürmüş. 7-8 yaşlarındayken Çanakkale Savaşı başlamış. Anadolu’nun her yanından cepheye giden askerler arasında kendi köyünün delikanlıları da varmış. Bir daha geri gelmemişler. Bazılarının şehitlik beratı da gelmemiş, yani ölmüş mü kalmış mı bilen yok.

SAVAŞ YILLARINI YAŞADI

Babası Büyükesence köyünde imamlık zaman zaman da çiftçilik yaparak evini geçindirirken, 1919- 1920’li yılları arasında, Birinci Dünya Savaşı sonrası işgal başlamış. Adapazarı ve çevresini Yunan askerleri işgal etmiş. Hasan Hoca’nın bu döneme ait pek çok anısı var. O zamanlar 12 yaşlarında olan Hasan Hoca, savaşı ve yokluğu yakından tecrübe etmiş. Türk askerinin köylerine geldiğini ve Yunan askerlerine karşı çabalarını şöyle anlatıyor: “Yunan Adapazarı’na girdi 5-6 ay kaldı. Düşman Sakarya nehrinden geçemesin diye askerler Tavuklar ve Taşlık köprülerini gazyağı döküp yaktılar. Öyle olunca Yunan bu tarafa geçemedi. Bir sabah baktık İngiliz uçakları yukarıdan bize kağıt atıyor. “Türkler, teslim olun. Yunan askerleri Ankara’yı ele geçirdi. Çocuklarınız babasız kalıyor. Teslim olun artık Yunan buradan çıkmaz. Kanlarınız boşa akıyor” diye. Sonra baktık arkasından Türk uçakları uçmaya başladı. Bizimkiler kovaladı diye sevindik. Yunan kaçmaya başlamış. Ama kaçarken kadınlara musallat olmuş. Çocukları keyfi olarak vuruyormuş. Ben Eskişehir’de 2 Ramazan mukabele okudum. Orda bir gün yoldan geçen bir kadın birden “Kadirrr” diye bağırıp bir koşmaya başladı. Koştu koştu düştü. Kaldırıp kollarından tutup getirdiler kadını. “Teyze ne bağırıyordun” dediler. Oğlunu Yunan keyfi olarak vurmuş, pazarda otururken. “Oğlum aklıma geliyor. Kendimi kaybediyorum. Ne yaptığımı bilmiyorum” dedi kadıncağız.”

NAMAZ KILIYORMUŞ GİBİ YAPIP HAFIZLIK BİTİRDİ

Savaş döneminde Adapazarı işgal altındayken okullar da kapanmıştı. Hasan Hoca 4. sınıftayken okula ara vermek zorunda kalmıştı. 4. ve 5. Sınıf derslerine kendi kendine çalıştı. 17 yaşındayken Adapazarı Kapalıçarşı’daki medreseye gitmek istedi ancak medresenin kapandığını öğrendiğinde şaşırmıştı. “Biz düşman askerlerini niye kovduk. Medreseler niye kapandı “ diyordu kendi kendine. Sonra köylerine bir öğretmen geldi. Hasan Hoca burada Latin harflerini öğrendi, bir taraftan da çocuklara namaz surelerini öğretiyordu. 1930’lu yıllarda Kur’an okumak yasaklandı. Adapazarı’ndan bir heyet Ankara’ya, Diyanet İşleri Başkanlığı’na izin almaya gitti. Sadece namaz surelerini okutmak üzere izin verip Beyazıt Cami imamı Osman Efendi’yi yolladılar. Hasan Hoca bu imamdan hafızlığını tamamladı. Hafızlık yaparken namaz kılarmış gibi arka tarafında duruyordu ki ani bir baskın olursa cemaatle namaz kılıyormuş gibi davranıp yakalanmasınlar.

NÖBETÇİ ÖĞRENCİYLE DERS

Hafızlığını bitiren Hasan Hoca kendi köyüne gelip hocalık yapmaya başladı. Aynı sıkıntıları kendisi yaşamaya başlamıştı. Minareye bir nöbetçi öğrenci bırakıyor, gelen olursa öğrenci hemen haber veriyordu. Öğleye kadar kız, öğleden sonra erkek öğrencileri okutuyordu. Bir gün hatim cemiyeti yaparlarken jandarma bastı. “Ne yapıyorsunuz! Ne bu kalabalık! Devleti mi yıkacaksınız” diye kızdılar. Hasan Hoca jandarmanın koluna girip oturtup çay söyledi. “Bak çavuş, bu köyde fakir yetimler var. Hali vakti iyi olanlar bu çocuklara yemek veriyor ardından da Çanakkale şehitlerimizin ruhu için dua ediyoruz” dedi. Jandarma insafa gelerek “İyi bir gelenek başlatmışsınız” diyerek gitti.

MÜFTÜ KUR’AN’A İZİN VERMEDİ

Baskılar artınca Hasan Hoca Adapazarı müftülüğüne giderek, Büyükesence köyünde fahri olarak ders vermek istediğini söyledi. Müftü izin vermedi. Hasan Hoca itiraz edince de müftü, “Vay sen külhanbeyi misin? Köyde çocuk okuttuğunu duyarsam hakkında işlem yaptıracağım. Defol git” diye kızdı. Hasan Hoca bu olayı hatırladığında hâlâ hayret ediyor. Bize anlatırken de “Müftü böyle der mi ya hu” diye söylenen Hasan Hoca sonrasında ekliyor: “Sonra o müftü kanun harici işler yapmış. Samsun’a sürdüler.”

SÜPÜRGE SAPLARIYLA İLİM

Bundan sonra Hasan Hoca daha bir tedbirli davranmaya başladı. Camiye süpürge otlarını, şeker kamışlarını topluyordu. Ders verirken nöbetçi öğrenci bekliyor, Jandarma gelecek olursa çocuklar hemen süpürge saplarının başına toplanıyor ve tohum ayırmaya başlıyorlardı. Jandarma ne yaptıklarını sorduğunda da cevap hazırdı, “Çocuklar evden kamış getirmiş, tohum ayıklıyorlar. Tohumları hayvanlara vereceğiz.”

1939-40 yıllarında ilim tahsiline devam etmek için İstanbul’a gitti Hasan Hoca ama İkinci Dünya Savaşı yıllarıydı. Ekmek karneyle sadece 125 gram veriliyordu. İnsanlar açtı. O dönem Sultanahmet Camisinin hapishane olarak kullanıldığını, Selimiye ve Fatih Camisinin kapatıldığını gördü. Adapazarı’nda da durum farklı değildi. Salko ve Orta Cami’de askeri bando mızıka çalıyordu. Aziziye Cami’nde askeriyeye ait çavuş kursu vardı. Ağa Cami’ne hayvanlar için ot doldurulmuştu sadece Orhan Cami açıktı.

50 YIL KUR’AN ÖĞRETTİ

Diyanet İşleri Başkanlığına başvuran Hafız Hasan Hoca sonunda Kur’an okutabilir belgesi aldı. Adapazarı merkezde Yeni Camii’de 40-45 talebe toplayıp ders vermeye başladı. Ancak burada Kur’an okutmaması için önüne bir çok sorun çıkarıldı. Müftü çözüm olarak Aziziye Cami’nin üst katını gösterdi adres olarak. Burada kollarını sıvayan Hasan Hoca 19 yıl hafızlık eğitimi verdi. Daha sonra zorluklarla topladıkları bağışlar sayesinde Aziziye Kuran Kursunu hizmete soktu. 1950 seçimlerinden sonra Demokrat Parti geldiğinde Kur’an öğretimi önündeki engeller kaldırılmıştı. Hasan Hoca hizmete devam etti. Hocalıkla ilgili kazandığı her kuruşu ve maaşının bir kısmını da fakir öğrencileri okutmakta kullandı. 1982 yılında emekli edilmesine rağmen fahri olarak görev yapmaya devam etti. Dile kolay, 50 yıl görev yaptı. 1999 yılındaki depreme kadar burada öğrenci okuttu.

DÜNYA CENNETİNDE YAŞIYORUZ

“Zamanında çok fakirlik çektik. Okula gidiyorduk fakirlikten ayağımızda çorap yoktu. Şimdi dünya cennetine geldik. Her şey var Elhamdülillah” diyen Hafız Hasan Hoca hala gelirinin bir kısmını fakir fukaraya, talebeye dağıtıyor. “Çok öğrencim oldu. Benim burada, İstanbul’da talebelerim var. İmamlık yapıyorlar. Gelip gidip halimi hatırımı soruyorlar” diyerek memnuniyetini belirtiyor. Artık günlerini yatağında istirahat ederken, ezberinden Kur’an okumakla geçiriyor. Hasan Hoca “artık gözlerim az görüyor, kulaklarım az duyuyor” derken ekliyor: “Yaşlandık”

Benzer konular