Bazı insanlar bazı hallerin temsili gibiler. Tevazuyu gördüğünüz insanlar var, inceliğine hayran olduğunuz. Kırılganlığı yüzünden okunanlar, öfkesi içinden taşanlar. İfrat kelimesinin hakkını veren birini arasak, Donald Trump’a varmakta zorlanmayız mesela.
Elbette bu sonuca Trump’ın Amerikan Başkanlığı’na aday olmasıyla beraber tartışılmaya başlanan serveti yüzünden ulaşmadık. Uçağındaki altın kaplama emniyet kemerleri, 24 ayar altın motosikleti, “Ivana’nın avukatlarını taşımak için otobüs kullanmak zorunda kaldık” demesi ve bütün eşleriyle sıkı bir pazarlıkla evlilik sözleşmesi imzalaması, kendine milyarder yerine milyoner diyen bir gazeteciye dava açması… Evet, Trump inişlerin ve çıkışların insanı.
Oysa bu göz kamaştıran hikâye dışarıdan göründüğü gibi yavaş yavaş bir dağın zirvesine tırmanan bir adamın hikayesi değil. Zenginliği erken yaşta tadıp, nimetlerinden sonuna kadar yararlanan Trump, en dibi de görenlerden.
Brezilyalı milyarder Eike Batista’yla bu konuda yarışabilir. 2012’de dünyanın en zengin işadamları listesine 8. sıradan girip, “Gelecek yıl 1. olacağım” iddiasının hemen üstüne bütün servetini kaybeden Batista gibi Trump da hızlı kaybedenlerden.
1993’te 41 yaşında serveti 4 milyar dolar olarak tahmin edilirken, bir sene sonunda yıllık faiz ödemeleri 120 milyon dolara ulaşmıştı. Trump çok değil, bir kaç sene evvel “Amerika’nın harika çocuğu” olarak tanınırken, bankaların krediyi çekinerek verdiği, özel masraflarının her kuruşunu açıklayan, magazin sayfalarında boy gösteren evliliği sallantıda bir figüre dönüştü.
Sabretti. Aileden emlakçı olan, dünyanın en gözde ve yırtıcı şehirlerinden biri, New York’ta bu işe tam bir kararlılıkla giren Trump, babasının aksine hedefini en başından yüksek tutmuştu. 1975 yılında Grand Central Station’da harabe haline gelen Commodore Oteli’ni satın aldı. New York Belediyesi’nin yolsuzluklar, mafya çatışmaları ve ekonomik yetersizlikler yüzünden sarsılan imajı ve şehrin 1920’lerdeki ihtişamının yerinde yellerin esmesi, bu genç girişimcinin şansıydı. O da bu şansı paraya çevirmekte gecikmedi. Proje bittiğinde camla çevrelediği bina, Hyatt Oteller zincirine katılmış, Trump yüzde yüz kazanmış, New York yeni bir merkeze kavuşmuştu.
İhtişam ve şatafat. Trump bunlardan hiçbir zaman vazgeçmedi. Yıllık harcaması 350 bin dolarla sınırlandığında, onu eleştirenler bu cüzi miktarın gösteriş seven milyardere nasıl yeteceğiyle ilgili acımasız hicivler yaparken, Trump eksilere düşen servetini hızla yeniden kazandığında o günlerin acısını ziyadesiyle çıkardı.
Komünist bir rejimde doğup, kapitalizmin zirvesine Donald Trump’la yürüyen İvana Trump bu yolculuğun eşlikçisiydi. 1977’den 1993’e kadar süren evlilik, bittiğinde arkasında bolca sansasyon ve Trump’ın mirasını sürdürecek üç çocuk bıraktı. O güne kadar giyim tarzı, saç ve makyajı “Komünist rejimden yetiştiği için sosyeteye dâhil olamamış bir görgüsüz” olarak nitelenen İvana Trump, 15 milyon dolarlık tazminat alarak ve sonraki yaşamında da magazin basının gözdesi olarak konumunu pekiştirdi.
Bir kez çöküş yaşayıp en dibi gören Trump’ın yükselişi daha sonra kesintisiz devam etti. Artık o Amerikan rüyasının yaşayan figürüydü: “Kaybedip yine de yarışa zirveden başlayan.”
Metrobüs yolundan gidenleri Mecidiyeköy durağında karşılayan Trump Tower da dâhil olmak üzere, dünyanın dört bir yanında Trump ismi gökdelenlerle beraber yükseliyor. İş adamı televizyon programlarının gözdesi, evliliğini bile paraya dönüştüren bir yatırımcı.
The Apprentice yarışması bunu gözler önüne seriyor. Türkiye’de de yayınlanan programda Donald Trump’la çalışmak için kendini neredeyse feda eden yarışmacılar var ve sloganı “Fırsatlar sonsuzdur, yeter ki almasını bil”. Fırsatlar sonsuz mu gerçekten?
Hikâye burada biter diyorduk, Trump bize yeni bir senaryo sundu. Şimdi bir ABD başkan aday adayının önlenemez yükselişini izliyoruz. Bir kere müdanasız, diğer adaylar gibi sponsorlara, yardım kampanyalarına, destek gecelerine ihtiyacı yok. Kendi kendinin patronu, kampanya organizatörü. O yüzden çalışanlarını bezdirse de kafasına göre bir seçim kampanyası peşinde.
Avusturya Baden’den Amerika’ya gelen atalarını unutup, “Sınıra duvar öreceğim” diyor, mültecileri bir ur gibi görmekten kaçınmıyor.
Meksikalıları sınır dışı etmek de, 200 bin Suriyeli Işid’le özdeşleştirmek de onun fikri. Bir diğer aday Ben Carson “Müslüman birinin ABD Başkanı olamayacağını” söylerken, Trump, eli yükseltip gerekirse camilerin de kapanabileceğini ekliyor. Eleştiriye tahammülü yok, o yüzden New York Times muhabiri bedensel engelli Serge Kovaleski’yle açık açık dalga geçmekten çekinmiyor.
Geçmişinde hem Demokrat Parti hem Cumhuriyetçi Parti’ye aday olan Trump, artık Cumhuriyetçilerin safında ve ABD’nin dış politikada daha sert, iç politikada da daha net olması gerektiği fikrinde. Sloganı “Amerika’yı yeniden büyütelim.” Yani içte ve dışta öncelik ABD’nin, dünya kusura bakmasın.
Trump seçilirse, dünya bu kez kazanmaktan asla yorulmayan bir iş adamının vizyonuyla yönetilen ABD’yi izleyecek. “Nasıl zengin olunur” sorusuna on maddelik bir liste hazırlayan Trump’a kulak verelim: “İyimser olun ancak her zaman en kötü senaryoya hazırlıklı bulunun.” Şimdilik en kötü senaryo, Trump’un seçilmesi gibi görünüyor.