Birçok zor metni literatürümüze katan Mertol Tulum hoca ile Ketebe Yayınları’ndan çıkan Emir Mustafa’nın 18. Yüzyıl İstanbul’u üzerine konuştuk.
Tursun Bey’in Tarih-i Ebû’l-Feth’i gibi Emir Mustafa’nın da manzum eserini günümüz alfabesine çevirdiniz. Bu nevi külfetli metinlerle uğraşmanızın sebebi nedir?
Tarihî metinler üzerindeki çalışmalarımın oldukça uzun bir hikâyesi var. Bu hikâye asistanlığımın ilk yıllarında, 1960’lı yılların ilk yarısında başladı. Yayımlanan ilk çalışmam (1971) Sinan Paşa’nın Tazarru’-nâme’sidir. Onu Tursun Bey’in Tarih-i Ebû’l-Feth’i (1977), Nev’î’nin Divan’ı (1977, merhum Ali Tanyeri ile birlikte), Vehbî’nin Sur-nâmesi (2000) ve diğerleri takip etti. Son çalışmalarımdan biri olan Emir Mustafa’nın eseriyle birlikte yayımladığım tarihî metinlerin sayısı 10’u buldu.
Oğlum Prof. Dr. Mehmet Mahur ile birlikte hazırladığımız Dede Korkut-Oğuznameler adlı kitabın (2016) sunuşunda “Tarih derinlikli her metin ayrı bir dünya, benzersiz bir keşif alanıdır. İçinde saklı nice hazine değerinde bilgiyle bir eski metnin satırları arasındaki gezinti, gerçekten de tam bir keşif seyahati tadındadır… Başka bir açıdan bakıldığında ise, ‘Her eski metin bir problemler yumağıdır’ denebilir” demiştik. Sorunuzun gerçek cevabı bu satırlardadır. Her iş sevilirse yapılır, başarı emek çekilirse kazanılır. Yaptığım işi gerçekten çok sevdim, eskinin o bambaşka güzellikler, bambaşka işler, bambaşka kişiler ve kişiliklerle dayanılmaz çekicilikteki tadına hep özlem duydum ve yepyeni tatların keşfi uğruna çetrefil yollarla yürümeye, zorlu engelleri aşmaya çaba gösterip durdum.
Manzum bir üslup ile mensur bir metin arasında ne gibi güçlükler var?
Manzum olsun, mensur olsun, her eski metnin güçlükleri vardır. Bu her şeyden önce onun dilinin eskiliğinden kaynaklanır. Dil hayatla birlikte değişir ve başkalaşır, bu başkalaşım ve değişim de onun aracılığıyla metinlere yansır. Bir eski metnin diliyle bize ulaşanlar arasında, aslında günümüzde artık var olmayan çok sayıda varlık, bilgi ve değer bulunur. Bunların ayıklanıp bulunması, ne olduklarının anlaşılması, aktardıkları bilginin doğru değerlendirilmesi, nihayet okuyucunun kolay anlayacağı bir kılığa büründürülmüş olarak ışıklı bir yere yerleştirilip sergilenmesi, eski metin çalışmalarının olmazsa olmazı sayılır.
Eseri okuyanlar İstanbul hakkında neleri bulacaklar?
Emir Mustafa’nın eseri, 18. yüzyıl İstanbul’unu yapıları, yöreleri, olayları ve yaşanmışlıkları ile tanıtıp aktaran bir eser olması yanında, gündelik hayatın pek çok ayrıntısını aktaran folklorik malzemesiyle eşi bulunmayan bir ansiklopedik kaynaktır. Çok da uzak olmayan bir geçmişi, farklılaşan renklerin eski tonlarıyla günümüze getiren bu manzumeler bütünü, İstanbul tutkunu bir yeniçeri ozanının şirin mi şirin söz ve deyişleriyle hayat bulmuş, hiç şüphesiz, edebiyatımızın en değerli eserlerinden biridir.
Emir Mustafa yazdıklarına ‘şirin hikâye’ demiş. Niçin böyle bir tanımlamada bulunmuş sizce?
Emir Mustafa’nın, yazdıklarını “şirin” niteliğiyle nitelemesi her şeyden önce kullandığı dili nitelemek içindir. Eseri, edebiyatımızın bugüne dek pek ilgi duyulmamış ve çalışılmamış bir türünün; şirin, yani sevimli, eğlendirici söz ve deyişlerle var edilmiş letâif (=latifeler) türünün en değerlilerinden biridir. Bu tür eserlerin ortak sayılabilecek özelliği takılmak, ilişmek, çekişmek, dokunmak amacıyla yazılmaları; öte yandan dilin yüz yıllar içinde var ettiği değişik deyiş, deyim, atasözü gibi zenginliklerine, bir de çok farklı iş ve mesleklerin ürettiği özel söz ve anlamlara yer verilmiş olmasıdır.
‘Eserin sizde iz bırakan hangi yönüdür’ dense ne dersiniz?
Emir Mustafa’nın şu benzersiz eserinin beni en çok etkileyen yanı, var ettiği sevimli davulcu-bekçi / bekçi-davulcu tipidir. Gerçekten çok başarılı düzenlemelerle ürettiği, okuyanda mani sanısı uyandıran manzumeleri, bu sevimli ama çift karakterli tip üzerinden inşa etmesi, basit gibi görünen eserinin en etkileyici, en benzersiz ve de en değerli yanıdır bence.
Mertol Tulum kimdir?
1941 yılında Balıkesir’in Ayvalık ilçesinde doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden 1963’te mezun oldu. Yeni Türk Dili Bölümü’nde asistan oldu. 1968’de “Sinan Paşa’nın Tazarru’nâmesi ve Dil Hususiyetleri” adlı çalışmasıyla doktorasını tamamladı. Aynı kürsüde profesörlüğe yükseldi. Ardından Türkiyat Enstitüsü müdürlüğü yaptı. Eski Anadolu Türkçesi alanındaki çalışmalarıyla bilinir.