Unutulmuş bir hazine: Mirâciyye

Geçtiğimiz hafta Hz. Peygamber (sav)’in Miracı dolayısıyla kutlanan Miraç Kandili’ni idrak ettik. Bütün Müslümanların Miraç Kandili’ni tebrik ederiz. Bu vesileyle unutulmuş bir musiki formumuzu hatırlatmak istiyoruz: Mirâciyye…

Musiki ilminden anlamayan insanlar daha çok bu sanatı şarkıdan ibaret görürler. Oysa şarkı, musiki içerisindeki formlardan biridir ve belki de en basitidir. Bir zamanlar Osmanlı İstanbulu’nda ve bilhassa tekkelerde okunan miraciyye, musiki formlarının zor ve uzun olanlarındandır.

Edebî olarak aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” ve “mefâilün mefâilün feûlün” kalıplarının kullanıldığı miraciyyelerin kaside formuyla yazılanlarında konu ortalama elli-altmış beyit içinde özetlenirken mesnevîlerde iki bine yaklaşan beyit hacmi olurdu. Anadolu’da ilk miraciye sahibinin eldeki ilk Osmanlı tarihinden bahseden Ahmedî kaleme almıştır. Tahkik-i Mirâc-ı Resûl başlıklı 497 beyitlik eser, mesnevî türünde manzum yazılmış olan İskendernamesi’ndeki mevlid bölümünden farklıdır ve bu topraklarda ilk olma hususiyetini taşır.

Efendimiz’in Miracı’nı konu edinen mirâciyye okuma âdetinin XVIII. yüzyılda Nâyî Osman Dede’nin mirâciyyesiyle başladığı görüşü hâkimdir. Ancak Türk edebiyatında ilk mirâciyyenin XII. asırda kaleme alındığı, ilk müstakil mevlid ve mirâciyyenin de XV. yüzyılda yazılıp okunduğu düşünülürse bu tarih epey geçtir (Mustafa Uzun, DİA, “Miraciyye”, 2015).

Rivayete göre, bir kandil gecesi Üsküdar Doğancılar Tekkesi şeyhi Mehmed Nasuhî Efendi, mevlid gibi okunması için meşhur bestekâr Nâyi Osman Dede’den mirâciyye bestelemesini istemiş. Osman Dede de segâh, müstear, dügâh, nevâ, sabâ, hüseynî, nişâbur makamlarında yedi hane halinde bir mirâciyye bestelemiş ve ilk defa miraciyye burada okunmuş. Bahir aralarındaki güfteler ise Hz. Mevlânâ ve Mehmed Nasuhî Hazretleri’nin tevşihlerinden seçilmişti. Mirâciyye okumak ayrı bir tavır gerektirdiğinden bunu okuyanlara mirâciyyehan denirdi. Bunların içerisinde Hammâmizâde İsmail Dede, Neyzen Emin Dede gibi çok meşhur isimler de vardı.

Mustafa Uzun’un verdiği bilgiye göre, namazın ardından bir hâfız İsrâ Sûresi’nin baş kısmını okur. Fatiha’dan sonra iki mirâchan birbirine bitişik iki kürsüye çıkarak eseri müştereken icraya başlardı. Bu sırada kürsülerin altında oturan zâkirler her mısraın nihayetinde “sallû aleyh” ibaresini makamına göre topluca söylerdi. Altıncı bahrin her mısraının sonunda ise “minna’s-salât” ibaresi terennüm edilir, münâcât hânesinde de “ıkbel yâ mücîb” terennümü tekrarlanırdı. Ayrıca her bahirden önce o bahre mahsus tevşîhler zâkirlerce okunurdu. Münâcât kısmı icra edilirken dinleyicilere gül suyu serpilir, miracda Hz. Peygamber’e (sav) sunulan içecekleri temsilen şerbet ve süt ikram edilir, mevlid törenlerinde olduğu gibi şeker dağıtılırdı. Mirâciyye tamamlanınca genellikle Necm Sûresi’nin miraca dair kısmından veya Bakara Sûresi’nden bir aşr-ı şerif okunur, miraç duası ile tören biterdi.

Tekkelerin kapatılmasından ve Türk musikisinin yasaklanmasından sonra mirâciyye de unutulmaya yüz tutmuş ancak Mehmet Suphi Ezgi ve Abdülkadir Töre tarafından değişik sanatkârlardan dinlenip ayrı ayrı notaya alınarak neşredilmiştir.

Benzer konular