Yahya Kemal Beyatlı’nın “Zihnim bu şehirden bu devirden çok uzakta/ Tanburî Cemil Bey çalıyor eski plakta” dediği Tanburî Cemil Bey henüz 10-12 yaşlarındayken, kilerin raflarından aldığı bardaklara suları dolduruyor; bir elinde maşrapa, bir elinde değnek ile sesleri dinliyordu. Daha o zaman başlamıştı musikiye olan düşkünlüğü. Zaten bütün hayatı sesleri aramak ve dinlemekle geçecekti. Cemil biraz büyüyünce asabiyet hastalığının da tesiriyle Mozart gibi garip tavırlar sergilemeye başladı. Hayatın dar kalıplarına sığamaz, hiçbir şeye odaklanamaz oldu. Gittikçe artan melankolik hali, gayet ciddi olan mizacında tebessümü hepten silmişti. Son zamanlarında evine kapanmış münzevî bir hayat yaşıyor, okuyor, yazıyor, saz çalıyor ve çok sevdiği kedileriyle meşgul oluyordu.
Tamburî Cemil Bey’in çocukluğunda uğradığı mekânlardan biri Âdile Sultan’ın hediye ettiği Taşkasap’taki çiftlik eviydi. Amcası Refik Bey ve ağabeyi Ahmed Bey’le beraber yaz tatillerinde gittikleri bu çiftlik evinde tabiatla iç içe vakit geçirir, gökyüzünün engin derinliklerine bakar ve tefekkür ederdi.
Çiftliğin hizmetkârı olan Lenber Ağa çocukları göz önünde tutmakla vazifelendirilmiş Tambur çalan biriydi. Belki de küçük Cemil’in sanat cevherini gören ilk insan… Cemil, o yokken duvardan Tamburu alır, garip nağmelere dökerdi içini. Bu tecrübenin getirdiği bir hediye, kısa zamanda Cemil’e ağabeyi Ahmed’den geldi. Ahmed Bey’in verdiği küçük Tamburu koynuna alıp yatan Cemil’in hayâlleri gerçeklemiş, ruh dünyasının sonsuz hazzını tellere dökmek için fırsat bulmuştu.
Küçük yaşta babasını kaybeden Cemil amcası Refik Bey’in yanında yetişmişti. Burada Greguar Efendi’den Fransızca dersler alıyor, meşhur Kemanî Ağa’dan musikinin teknik bilgilerini öğreniyordu. Cemil’in yavaş yavaş İstanbul’un musikî sever muhitlerinde şöhreti alabildiğine yürüyordu. Eline aldığı her sazı mahir bir üslup ile çalıyor, lakin hissiyatını ezgilere tam mânâsıyla intikal ettirecek bir vasıta bulamıyordu.
Tambur, kemençe, lavta, çöğür, viyolonsel, ud, keman gibi mızraplı ve yaylı sazları adeta dans ettiriyor fakat gayesine bir türlü ulaşamıyordu. Kim bilir, belki de gayesinin dahi farkında değildi. Yalnız bu sebepten alto kemençeyi yaptırmış ve sırf bunun için yaylı Tamburu bulmuştu. Sineklibakkal’daki evinde büyük beyaz bir gemiyi dev bir çalgı haline getirmek tasavvuru, muhayyilesini anlamamıza kâfi değil mi?
Süratle yayılan şöhreti sayesinde Cemil Bey soluğu devrin büyük Tambur üstadı Ali Efendi’nin yanında aldı. İcra ettikleri meşklerden birinde Ali Efendi’nin “Evladım, bunca senedir bu sazı çaldım. Eh, şöyle böyle biraz yendik de sanırdım. Şimdi, seni dinledikten sonra bir daha Tamburu elime almayacağım” sözleri dillerden dillere dolaşıyor; Cemil Bey’i adeta efsaneleştiriyordu.
Tambura yepyeni bir hayatiyet kazandıran Cemil Bey’e klasik tavrın haricinde bir tavır geliştirmesinden dolayı “bu Tambur tavrı değil” şeklinde itirazlar da geliyordu. Rauf Yektâ Bey bunu “şüphesiz Cemil Bey’in tavrı Tambur tavrı değil idi. Öyle olsaydı Cemil Bey’in, diğer Tamburîlerden büyük bir farkı olmaması lazım gelir idi. Cemil Bey ise Tamburda bütün mânâsıyla bir mübdi, bir müceddid idi” şeklinde ifade eder. Bu tavır farkı meselesine de en güzel noktayı, son devrin büyük münevveri İbnü’l-Emin Bey Hoş Sadâ isimli eserinde koyar: “Bize gelince ‘Gönül güzellere hep başka başka mâildir’ mısraına mâsadak olarak ruhu gaşy edecek derecede üstâdâne çalındıktan sonra ‘atik’ini de ‘cedid’ini de kemâl-i zevk ile dinler, inleriz.”
Cemil Bey’in musikîdeki bu muvaffakiyetini, en veciz şekilde oğlu Mesud Cemil Bey, Üstad Niyazi Sayın’a ifade etmişti. Şimdi kulaklarımızı Cemil Bey kâşiflerinden olan Niyazi Bey’e verelim: “Mesud Bey’in ve babasının değeri hakkında söz söylemek kolay değil. Babası hakkında radyoda hiçbir şey söylemez, programa Cemil Bey’e ait bir şarkı koysalar, derhal ‘Bunu çıkarınız!’ der, sadece babasına olan iltimas gibi bir halin zuhur etmemesi için… Kadıköy’e giderken vapurda bana ‘Babam musikînin Mevlânâ’sıdır’ dedi. Ben de o anda nasılsa zuhur eden güzel bir şey söylemiş olduğumu zannediyorum, ‘Siz de musikînin Sultan Veledi’siniz’ dedim.”