Lugat mânâsı itibariyle “rahatlamak, dinlendirmek” olan terviha kelimesinin çoğulu teravih, yatsı namazının son sünnetinden sonra 20 rekât olarak kılınır. Hz. Ömer (ra) Efendimiz’le birlikte cemaat halinde kılınarak günümüze intikal eden teravih namazının Osmanlı dünyasında sanatla bezenmiş bambaşka bir yeri vardı. Büyük musiki âlimimiz Buhurizâde Mustafa Itrî Efendi’nin tertip ettiği rivayet olunan Enderun usulü teravih, ibadet ile sanatı mezcetmişti.
Osmanlı sarayında en değerli hâfız ve musikîşinasları barındıran “Enderun”dan ismini almış olan bu usul, çok rağbet görünce saray dışına taşmış; tekkelerden camilere ve konaklara kadar her yerde tatbik edilir olmuştu. Bu tertibin asıl gayesi, kametten başlayarak namazdaki kıraate, aralardaki ilâhîlerden salât u selâmlara kadar farklı makamlar ile namazın zevkini arttırmaktı. Usul sayesinde uzun vakit alan ibadet rahat bir hal alıyor; nefis makam geçişleriyle cemaati heyecanlandırıyordu. Tabii burada İmam Efendi ile Müezzin Efendiler arasındaki ahenk son derece mühimdi.
Enderun usulünde yatsı namazının farzı eda edildikten sonra, ferdî olarak son sünnet kılınır ve mutadın aksine vitir namazı kılınmaz; teravihe geçilir. Bunu hatırlatmak için müezzinlerden biri teravihin ilk dört rekâtının kılınacağı Rast makamında bir tespih getirir. Ardından bütün cemaat ile birlikte Rast salâvat çekilip, ilk dört rekât bu makamda kılınır. İmam Efendi, bu makamda selam verdikten sonra aynı makamda bir ilâhi okunur.
İlâhiler, umumiyetle Ramazan’ın içinde bulunduğu günlere göre çeşitlilik arz ederdi. “Ramazan’ın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise Cehennemden kurtuluştur” hadis-i şerifinden dolayı, güfteler üçe taksim edilen bu tasnife göre seçilirdi. Yine ilk 15 günde “Merhaba ey şehr-i Ramazan”, son 15 günde ise “Ey Ramazan, elveda” muhtevalı güfteler tercih edilirdi.
Kılınan ilk dört rekât ve ilâhinin ardından, Müezzin Efendi ikinci dört rekâtın makamı olan Uşşak makamında salâvat getirir ve aynı şekilde ikinci dört rekât eda edilirdi. Bu usul gereğince, üçüncü dört rekât Sabâ veya Nevâ; dördüncüsü Eviç; beşincisi ise Acemaşirân makamında kılınırdı. En son Vitir namazı da Segah makamında kılınır ve Enderun Teravihi’ne has bir tesbihat ile namaz biterdi.
Şayet cumhur müezzinliği yapılacaksa, ki bu usul Ramazan’ın cuma gecelerine mahsustur, o zaman mutlaka yatsının farzı Hüseynî makamında kılınırdı. Cumhur müezzinliği, birden fazla müezzinin hususiyetle kamet ve farz namaz kılınırken imama eşlik etmesiyle teşekkül etmiş, çok saltanatlı bir usuldür. İlâhî ve tespihatların hep bir ağızdan yapılmasıyla ortaya çıkan coşku, bu usulden başka çok az yerde yakalanabilir cinstendir.
KİTAP TANITIMI
Ahmet Demirel – Tek Parti’nin İktidarı, İletişim Yayınları
Yazar 1923-1946 yılları arasındaki Tek Parti iktidarını seçimler ve milletvekilleri üzerinden ele alıyor. İsim isim, bölge bölge milletvekillerinin incelendiği eserde seçim süreçleri analiz edilip Cumhuriyeti kuran elitlerin portresi gün yüzüne çıkarılıyor. Eser, TBMM’nin oluşum sürecinden milletvekillerinin demografik ve eğitim bilgilerine kadar yapılmış en kapsamlı çalışmalardandır.
Mehmet Ali Kapar – İslam’ın İlk Döneminde Beyat ve Seçim Sistemi, Beyan Yayınları
İlk tatbiki Hz. Peygamber’in (sav) hayat-ı seniyyelerinde başlamış olan beyat, O’nun vefatıyla içtimaî ve siyasî olarak ortaya çıktı. İlk halife olan Hz. Ebubekir’den itibaren Emevî ve Abbasîler döneminde devrin şartları gereği farklı uygulamalara konu oldu. İslamî idarede Halife seçimi ve yaşanan hadiselerin anlatıldığı kitap, okuyucuya modern seçim sistemleri ile mukayese yapma imkânını tanıyor.
Muhammed Kaymaz – Petrol Kıtlığı ABD-Çin Savaşı, Kutlu Yayınevi
Eser, sırtını petrol üretimine yaslamış dünya kamuoyuna petrolün aslında üretilemediğini yalnızca yer altından çıkarıldığını, yani Allah’ın yarattığı sınırlı kaynaklarla idare edileceğini, entropiye yenik düşmüş ve azalma eğilimine girmiş petrol rezervlerinin acıklı vaziyetini anlatıyor. Devrimizin iki büyük gücü olan ABD ve Çin’in giriştiği küresel mücadelenin anahtarlarını veriyor.
Hakan Çalışır – Kolombiya-Farc Barış Süreci, Çizgi Yayınları
Latin Amerika’nın iç çatışmalarla çalkalanan devletlerinden olan Kolombiya, uzun yıllar liberal ve muhafazakârların mücadelesine sahne oldu. Yazar bu dönemde ortaya çıkan en eski silahlı grup olan FARC ile Kolombiya hükümetinin çatışmasının analizini yapmaktadır. Bilhassa bu uzun süreli kavganın sonunda nasıl bir barış sürecine girildiği de incelenerek diğer devletlere örnek oluşturulmaktadır.
Ensar Karagöz – İkbal Yıldızının Resmini Çizmek, KETEBE Yayınları
Orijinal ismiyle Tercüme-i Ahvâl Mecmû‘a-i Tesâvîr-i Osmâniyye isimli eser Arif Paşa’nın kâtiplikten müşirliğe uzanan ilginç hayat hikâyesini anlatıyor. Eser 2015 yılında Karagöz’ün verdiği yüksek lisansın semeresi aslında. Eser iki kısımdan oluşmaktadır. Birinci bölüm Arif Paşa’nın biyografisi, tabii başta hâtıraları olmak üzere arşiv kaynakları ve ikincil kaynaklardan istifadeyle oluşturulan giriş kısmı.
***
CEZERÎ’YE AKIN
İslam dünyasının meşhur mucitlerinden olan Cezerî’nin 13. yüzyılda kaleme aldığı Kitabu’l-Hiyel’deki tarife uygun olarak ve çalışır vaziyette üretilen makinelerin sergilendiği “Cezeri’nin Olağanüstü Makineleri” isimli sergiyi 4 ayda 30 bin öğrenci ziyaret etti. Sergide öğrenciler için özel hazırlanan “Cezeri’nin Masal Dünyası’na Yolculuk Atölyesi” de büyük ilgi gördü.
***
FİLM FESTİVALİ BAŞLADI
Sinema dünyasının en önemli etkinliklerinden olarak kabul edilen Cannes Film Festivali’nin 72.’si başladı. 25 Mayıs’a kadar sürecek olan festival, açılış seremonisinin ardından ABD’li yönetmen Jim Jarmusch’ın “The Dead Don’t Die” filminin galası ve kırmızı halıda yürüyüşüyle başladı.
***
TARİKATLAR KADIZADELİLERE KARŞI
İslam dünyasında musiki ve semaın caiz olup olmadığı mevzuunda Abdülganî en-Nablusî El-Ukûdü’l-Lü’lü’iyye fî Tarîki’s-Sâdeti’l-Mevleviyye adını verdiği eseri kaleme almıştı. Ehl-i tasavvufu ibtidaî Kadızadelere karşı müdafaa eden esere yazılan şerh Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı’ndan yayınlandı. Müstakimzade Süleyman Saadeddin’in eserinin ismi Şerh-i İbârât olarak piyasaya çıktı.
UYDURMAKTA HUDUT YOK
Köken itibariyle Arapça ve Farsça kelimelere başlatılan taarruz lisanımızda hiç olmayan kelimelerin türetilmesiyle nihayet bulmuştur. Bunların içerisinde harb olarak bildiğimiz kelime unutturularak yerine “savaş” ikame edildi. İki ordunun mücadelesini ifade etmek için kullanılan bu kelime yavaş yavaş harb ile birlikte kullanılan diğer kelimeleri de yok edip bir kısırlaşmaya yol açtı.
Bunların başında harb ile kullanılan fakat farklı mevzileri anlatmak için ifade edilen muharebe; cidal ve cenk de kaybolup gitti. Yani dili zenginleştiren dört eş mânâlı kelime yerine bir kelime… Diğer taraftan savaş mücahede, mücadele ve cihadın yerine de kullanılmaya başlandı ki bu fevkalâde yanlıştır. Cihad ve mücahede cehdden; mücadele ise cedel kelimesinden türer ve her zaman silahlı çatışmayı ifade etmez. Bunlar her türlü gayret ve çekişmeyi anlatmak için kullanılır ki savaş bazen bu kelimelerin yerine de kullanılır oldu.
Savaş kelimesi bulundu ya, başlanır köküyle ekiyle türetilmeye… Türkçemizde “başından savmak” gibi bir kullanımın bulunmasına rağmen sav, iddia ve dava yerine ikame edildi. Savcı da, müdde-i umumînin yerine.
Daha sonra şimdi çok kullanılmayan “savlamak” üretildi. Bu da iddia etmek yerine güya. Hatta uydurukçanın da uydurukçası olarak bazı kitaplarda görebileceğiniz bir de “savlı” kelimesi konuldu ki iddialı unutulsun.
Hele hele en çok kullanılanı “savunma”dır. Müdâfaa gibi herkesin bildiği bir kelime dururken en muhafazakâr fikir adamlarımızın, gazetelerimizin, dergilerimizin savunma kelimesini kullanmasını anlamak mümkün değil. Yine savunmak yerine gayet bilinen ve kullanımı da kolay olan müdafaa etmek pek tabii kullanılabilir ve kullanılmalıdır.
Hadi müdafaa yerine savunma dedik diyelim müdafiye karşılık ne kullanacağız? Savunucu mu diyeceğiz? Ya da müdafilik yerine savunuculuk mu? Bu kadar estetikten uzak takur tukur bir dili hangi maksat veya maslahat icabı oluşturmaya çalıştılar dersiniz. Bunun şuurunda olup asıl gayenin dinî muhtevalı kelimelere olan düşmanlıkta olduğunu tahmin etmek güç olmasa gerek.
KARİSİNE KİTAP SUALLERİ
Nurettin Taşkesen
1954 Erzincan doğumlu olan Taşkesen, 1984’te yayın hayatına başlayan Yeniden Doğuş gazetesinde bir müddet çalıştıktan sonra, hazırlık döneminde olan Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi Teknik ve Grafik İşler bölümünde vazife aldı. Ansiklopedinin amblem, logo, sayfa dizaynı, maddelerle ilgili dokümanların temini konularında iki sene hizmeti oldu. 1987’de ise Türkiye gazetesi Yazı İşlerinde bir sene çalıştı. Aynı zamanda Hattat Hamid Aytaç’tan hat meşk etti. Yüzyıllık Esaret Kudüs 1917, Nekbe 1948, Osmanlı Coğrafyasında İstihbarat Teşkilatları eserlerinden bazılarıdır.
1. Yakın zamanda ruh, gönül ve zihin dünyanızda müspet tesir icra eden bir kitap adı lutfeder misiniz?
Birkaç aydan beri Endülüs Tarihi ve Medeniyeti ile ilgili kitaplar okuyorum. Çok kıymetli ilim adamı ve yazarların eserleri içinden bir seçim yapmak pek kolay değil. Ama gönlüm ve zihnimde müessir olan kitap, merhum Fransız düşünür Roger Garaudy’nin Endülüs’te İslâm adlı eseridir.
2. Sizde bu tesiri var eden âmil nedir?
Endülüs ile ilgili birçok kaynak kitap okudum. Fakat merhum Garaudy, konunun derinliğine vakıf bir insan olarak Endülüs’ü çok önemli noktalardan ele almış. Sorduğunuz âmilleri şöyle sıralayabilirim: İslam inanç ve felsefesinin Endülüs vasıtasıyla Avrupa’ya tesirleri. Bu medeniyet ortamında yetişmiş yüzlerce âlimin ve binlerce eserin Avrupa Rönesansı’nın gerçek altyapısını hazırlaması. Ve en önemlisi Endülüs’te ortaya çıkan edebiyat, şiir, musiki ve mimarinin bugün bile hayranlık uyandıran izleri.
3. Sizde fark var eden eseri “bu eseri mutlaka okumalısınız” diyerek etrafınıza tavsiye ediyor musunuz?
Evet, hem bu eseri, hem de Garaudy’nin diğer eserlerini çevremdeki dostlarıma ve bütün kitapseverlere ısrarla tavsiye ederim. Belki de son zamanlarda zihnim ve hayalim hep Endülüs’le dolu olduğu ve Endülüs seyahatinden daha yeni döndüğüm için olsa gerek. Ayrıca Ramazan ayında TV Net’in Endülüs’ten yaptığı yayını da takdirle karşılıyor ve herkese tavsiye ediyorum.
4. Sizin için mânâlı kitapların ferdi okuma dışında cemiyet halinde okunmasını faydalı buluyor musunuz?
Evet, toplu okumaların yaygınlaştığını görüyor ve memnun oluyorum. Tabii kitap üzerine mütalaa ve seviyeli tartışmaların olması istifadeyi daha da artırır. Eğer imkân olursa kitabın yazarı çağrılarak daha faydalı sohbetler de yapılabilir.
5. Kendi kimliğinizi bir kitap ya da müellifle adlandırıyor musunuz?
Kendi kimliğimi değil ama yazar kimliğimi, en çok istifade ettiğim, acizane açtığı tarihi roman ekolünden gitmeye çalıştığım merhum Mehmed Niyazi Özdemir’le özdeşleştirmeye gayret ediyorum. Bilhassa şaheseri olan Çanakkale Mahşeri önümde ulaşılması imkânsız bir ideal olarak duruyor.
6. Kitap okurken eserde tercih edilen dil sizin tercihinizi etkiliyor mu?
Ben İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı mezunuyum. Zamanın dev ilim adamları Ali Nihad Tarlan, Mehmet Kaplan, Muharrem Ergin, Faruk Kadri Timurtaş, Sadettin Buluç, Necmettin Hacıeminoğlu gibi profesörlerin öğrencisi oldum. Bu yüzden dil konusunda çok hassasım. Okuduğum metin içinde uydurma kelimeleri gördüğüm zaman zihnim bulanıyor ve anlamakta zorlanıyorum. Hele Cumhuriyet döneminde yazılmış eserlerin orijinal dillerinin bozularak sadeleştirilmesine tamamen karşıyım.
7. Kitap alırken kitabın isim, kapak, kâğıt gibi şekli size tesir ediyor mu?
Açıkçası bunların hiçbiri benim için önemli değil. Önemli olan kitabın muhtevası ve konunun uzmanı tarafından yazılmış olmasıdır. Ama kitap fuarlarında bilhassa gençlerin, kitabı isim ve kapağına göre tercih ettiklerini müşahede ettim. Demek ki yayınevleri okuyucunun bu tercihlerini dikkate almalılar.
8. Kitabı neşreden yayınevi sizin için mühim mi?
Hayır, yayınevi mühim değil. Her yayınevinde çok kıymetli kitaplar neşrediliyor. Öncelikle ihmal edilmiş, unutturulmuş hatta yanlış öğretilmiş tarihimizi doğru bir şekilde anlatan kitaplara çok ihtiyaç var. Bu meyanda Derin Tarih Dergisi ve Ketebe Yayınları’nı takdir ve tebrik ediyorum.