Aynı yüzyılda yaşamış iki farklı dünyanın iki büyük müzik dehası: Itrî ve Bach.
Alman denilince akla felsefe ve müzik gelir. İşte Bach bu mirası oluşturanlardan. Tam ismi Johann Sebastian Bach olan bestekâr, Avrupa Barok müziğinin en önemli temsilcilerindendir. Birçok formda beste yapmış ve en mühim tarafı kiliseye hizmet etmiştir. Zaten Batı’da musikinin özünü de kilise müziği teşkil eder.
Batı’daki yazılı kültür sayesinde Bach hakkında teferruatlı bilgiye ve eserlerine rahatça ulaşılmıştır. Mesela iki evlilik yaptığı, üç nesil müzisyen bir aileye mensup olduğu bütün detaylarıyla bilinmektedir. O tam bir müzisyendir. Hayatını orgu ve notalarıyla kazanmıştır; bütün çabası incelikli düşünülmüş ve işlenmiş melodik yapılar ortaya koymaktır.
Buhurîzâde Itrî Efendi ise Yenikapı Mevlevîhanesi’nde yetişmiş bir derviştir. Muasırına göre çok yönlüdür. Musikişinaslığı yanında hattattır, şairdir, meyve yetiştiricisidir ve hepsinden ehemmiyetlisi bir Hakk arayıcısıdır. Sanatını sanat için değil Allah için yapar. Keza bunun semeresini de yüzyıllarca camilerde okunan segâh makamındaki tekbir ve salât-ı ümiyyesiyle toplamıştır. Mevlevî âyinlerinde okunan rast makamındaki “Na’t-ı Mevlânâsı” ve Nevâ Kâr’ı ise Türk müziğinin zirve eserlerindendir.
Bach ne kadar biliniyorsa Itrî de o kadar muammadır. Adeta Doğu dünyasının efsunlu yaşayışı içinde bir pırlanta gibi parlayıp gitmiştir. Eserlerinin de çoğu günümüze intikâl etmemiştir. Çünkü meşk usulü ile devam eden Türk müziğinde notasyon 19. yüzyılda ve zoraki kabul görmüştür. Itrî’nin eserlerindeki sadelik, muazzam ihtişamın içerisinde hazmedilmiştir. Asla meydan okumaz; mütevazılığı elden bırakmaz. Buna rağmen makam geçişlerini ustalıkla kullanır.
Diğer taraftan Kırım Hanı I. Selim Giray’ın Çatalca’da bulunan çiftliğindeki mûsiki toplantılarında büyük itibar gören Itrî, 4. Mehmed döneminde (1648-1687) sarayda mûsiki hocası ve hânende olarak görev yaptı. Kaynaklarda IV. Mehmed’in onu sık sık saraya davet ederek bestelediği eserleri bizzat kendisinden dinlediği kaydedilmektedir. Hükümdarın huzurunda icra edilen küme fasıllarına hânende olarak katılan Itrî, bu dönemde kendi isteği üzerine esirciler kethüdâlığı ile görevlendirildi. Onun bu görevi, esirler arasındaki kabiliyetli ve güzel sesli gençleri bulup yetiştirmek ve geldikleri ülkelerin mûsikisi hakkında bilgi edinmek amacıyla istediği rivayet edilmektedir (Nuri Şahin, DİA, “Itrî Efendi”, İstanbul 1999).
Doğu’da da Batı’da da müzik bir mabedin konusudur. Çünkü müzik madde ile teması olmayan tek sanattır. Dinin de esası metafizik üzerine temellendiğine göre mücerred (soyut) düşünme ve hissetmeye hitap eder. Bunu ise en iyi ahenkli sesler yapar. Bu sebepten Bach bir kiliseden, Itrî de bir tekkeden çıkmıştır. Bugünkü pespaye müziğimizin menşei buralarda aranmalıdır.