İslam inancına göre kâinattaki her şey insan için yaratılmış; insan da Allah için… Dolayısıyla din de halifetullah olan insana emir buyurulmuştur. Bunun bir tek istisnası cinlerin de mükellef kılınması. Eşyanın ise dini olmaz. Eşya Hakk’ın ruhundan ruh üfürdüğü insanın kullanımına göre şekil alır. Dolayısıyla İmam-ı Gazalî’nin de buyurduğu gibi mûsikî de kullanıldığı yere göre hüküm almıştır.
Efendimiz Hz. Muhammed (sav), Kur’an’ın güzel sesle ve bir kaideye bağlı âhenkle okunmasını emretmiştir. Tecvid ve kıraat böylece doğmuştur ki, bu ilimlerin musiki ile yakın ilişkileri vardır. Müslüman Türkler ve bilhassa Osmanlılar mûsikî ilmini fevkalâde yüksek bir seviyeye çıkartmış ve bunda da en büyük hisse sahibi Mevlevîler olmuştur.
Hazret-i Mevlânâ ise, musikiyi Hakk’a ulaşmada bir vesile ittihaz etmişti. En meşhur eseri olan Mesnevî’sine “Dinle neyden” diyerek başlamış ve neyin kamışlıktan koparılışını insanın ruhlar âleminden alınışına benzetmiştir. Zaten manzum türde eser vermeyi kendileri, “Anadolu’da insanlar bu dilden anladıkları için şiir dilini kullandım” şekliyle ifade etmiştir. Hz. Pir sadece neyden değil, tamburdan, rebabtan ve daha birçok sazdan bahsetmiştir ki bu da takipçi dervişlerine ilham kaynağı olmuştur.
Tekke Mûsikîsi formlarından en gelişmiş olanı Mevlevi Âyinleri’dir. Bu eserler aynı zamanda bütün Türk Mûsikîsi’nin de en geniş, en sanatlı ve en önemli eserleridir. Âyinler, mevlevîhanelerde Sema Töreni (yani mukâbele) esnasında “mutrıb” denilen musiki topluluğunun çalıp söylediği, mevlevî bestekârlarca semaa eşlik maksadıyla bestelenmiş eserlere denir. Bu eserlerin ana bölümlerini Hz. Mevlânâ’nın Mesnevî, Dîvân-ı Kebîr ve Rubâiyyat’ından alınmış Farsça şiirlerin bestelenmesi teşkil eder. Nadiren başka mevlevî şâirlerin şiirlerine de yer verilir. Sultan Veled, Ulu Ârif Çelebi, Eflâkî Dede, Şeyh Gâlip gibi.
Tıpkı sema gibi Mevlevî Âyini de her birine “selâm” adı verilen dört bölümden oluşur. Bu dört bölüm şeriat, tarikat, hakikat ve marifet mertebelerini temsil eder. Semazenler dördüncü selamda hareketsiz bir şekilde oldukları yerde sema ederler ki buna ‘direk tutma’ denir. Bu da marifet sahibi olunduktan sonra şeriattan ayrılmamaya delâlet eder. Selamlar, mânâ ve tezâhürlerine uygun olan nağmelerle bestelenmiştir.
Mesela üçüncü selam Allah’ın büyüklüğü ve kudreti karşısında duyulan hayranlığın aşka dönüşmesiyle oluşan bir cezbe hâlidir. Bir nevî mirâc hâlidir. Mevlevî Âyinleri’nde de bu bölümler gittikçe yürüyen ritmlerle ve gittikçe yükselen perdelerle bestelenmiştir. Dördüncü selâm ise insanın kulluğa dönüşünü ve kulluğunu idrâkini temsil eder. Burada kullanılan Ağır Evfer usûlü ile melodi ve ritmdeki coşkunluk yerini kararlı bir huzura bırakır. Akabinde sazlarla icrâ edilen Düyek usûlünde bir Son Peşrev ve Son Yürüksemâî ile âyin sona erer.
Âyinde Sultan Veled Efendimiz’den kalma üç tür şeklinde bir de Devr-i Veledî yürüyüşü vardır. Burada Mevlevî bestekârlarca Muzaaf Devr-i Kebir adı verilen iki Devr-i Kebir’in birleştirilmesinden oluşturulmuş ve 56 zamanlı bir usûl vurulur. Bu üç tur ise bilginin üç algılanış şekli olan ilme’l-yakîn, ayne’l-yakîn ve hakka’l-yakîn mertebelerini ifade eder.
Bilinen ilk beste “Beste-i Kadîm” denilen ve bestekârları bilinmeyen Pencgâh, Hüseynî ve Dügâh Âyin-i Şeriflerden Pencgâh makamındaki âyin mevlevî bestekârlara numûne olmuştur. Daha sonra bestelenmiş ve bestekârı bilinen ilk âyin Köçek Derviş Mustafa Dede’nin Bayatî Âyin-i Şerîf’idir. Bu eser otoriteler tarafından eskileri gölgede bırakacak kadar üstün bir sanat eseri kabul edilmiştir.
Buna yakın Itrî tarafından bestelenen Segâh Âyin-i Şerîf’ten sonra günümüze kadar tespit edebildiğimiz kadarıyla 161 âyin daha bestelenmiştir ki, üç Beste-i Kadîm ile birlikte toplam 166 âyin bestelenmiştir diyebiliriz.