Mâbedlerin farkları

Fransa’da meydana gelen Notre Dame yangınından sonra mâbedlerin ne tür farklılıkları olduklarını siz değerli okuyucularımıza arz etmek istedik. Hıristiyanlıktaki mabetlerin farklı türleri İslamiyet’teki mâbed tasnifine benzemektedir. Hıristiyanlıkta ibâdet için kullanılan en küçük yapıya “şapel” denir. Şapel daha çok büyük bir kilise, hastane, kolej gibi müesseselere bağlı olarak fonksiyonunu icra eder. Bu yapılar kırsal kesimde ve yol kenarlarında bulunup dinî ihtiyaçları karşılamak maksadıyla inşa edilmiş olan dua ve mum yakma mekânlarıdır. Bunun İslamiyet’teki karşılığı mescid olarak düşünülebilir. Mescid, Arapça “sücud” kelimesinden türemiş olup “secde edilecek yer” mânâsındadır ve câmiin küçüğüdür.

Şapelin büyüğü olan kilise ise, umumî olarak bütün Hristiyan ibâdethaneleri için kullanıldığından bizdeki câmi karşılığına denk gelir. Başlangıçta tek bir müessese olan kilise daha sonra dua ritüelleri, yaşayış ve anlayış farklılıkları sebebiyle ortaya çıkan mezheplerce keskin bir ayrıma uğramıştır. Umumiyetle haç planlı olan kiliseler Katolik, Ortodoks ve Protestanlarca farklı âyin ve dua şekillerine bürünmüştür. Bizdeki câmi ise, “cem” den türeyip cem olunan, toplanılan yer demektir. Şia câmileri ile itikadî olarak Şia’dan ayrışan Ehl-i Sünnet câmileri arasında hem ezan hem de bazı kollarınca vakit olarak farklılıklar mevcuttur.

Hristiyanlıkta şehrin en büyük kilisesine ise katedral denir. Katedral, kilise hiyerarşisinin idarî organı olduğundan piskoposluğun da resmî makamıdır. Bu nev’î idarî bir fonksiyonu olmasa da mekân hiyerarşisi bakımından bizdeki katedral karşılığı “Ulu Câmi” olarak tavsif edilebilir. Hristiyanlıkta bundan başka bir de “bazilika” vardır. Bazilikanın kiliseden farkı mimarî özelliğidir. Bunların haç biçiminde değil de kareye benzer bir yapıları vardır. İslam dünyasında isim olarak ayrılan başka bir tür ise “Selâtin câmiler”dir. Bunlar Osmanlı dünyasına has hükümdar, vâlide sultan, şehzade veya sultanlar tarafından yaptırılan birden fazla minaresi bulunan yapılardır.

Bu tasnif benzerliğinin dışında fonksiyon ve mimarî açıdan her iki dinin hiçbir benzerliği yoktur. Belki 19. yüzyıldan itibaren Osmanlı dünyasına girmeye başlayan “gotik” tarz kiliseleri andırsa da ilk bakışta bunların da kiliseden ayırabilecek bir mahiyeti oldukları kesindir. Kilise mimarîsi oldukça soğuk, içine gireni yok edecek derecede heybetlidir. Oysa İslam mimarîsi bilhassa gök kubbeyi esas alan kubbelerin muazzam kullanılışıyla Mü’minleri içine çeker. İhtişamını sadeliğinde mezceder. Keza mâbedlerinin kâinatın tabii hâline mutabık oluşları içine girenlerde yabancılık hissi uyandırmaz.

Kiliselerin tertipli sıralarda oturan cemaatine mukabil, câmilerin öbek öbek kesrette vahdeti hatırlatan birçok cemaati vardır. Câmiin dört bir yanında farklı işler yapan Müslümanlar vakit geldiğinde namazda tevhidi sağlarlar. Paris’in gözü yoran ihtişamı ve intizamı ile İstanbul’un karınca yuvasına benzeyen diyalektik yapısı bu mimarî anlayışın şehirdeki yansımasıdır. İslamiyet’te ruhban sınıfının olmayışının da bunda te’siri olduğu muhakkaktır. Diğer taraftan Hristiyanlık sadece “dua dini” halinde devam etmektedir. İslamiyet ise bir “yaşama dini”dir. Maalesef bu yaşama dini bugünlerde ibadet ritüellerine hapsedilmiş vaziyette.

Aynı şekilde Hristiyan dünyanın keşişlere mahsus manastırı ile de İslam tasavvufunda kullanılan tekke, zaviye, hankâh, Âsitâne gibi kurumların birbiriyle bir alâkası yoktur. Zira dünyadan kendisini tecrit ederek münzevî yaşamak tasavvufta sadece bazı ekollerin belli terbiyeyi aşılaması ile alâkalıdır. Hıristiyanlıktaki rahibe ve keşişlerin dünyevî zevklerden uzak kalmak adına cinsî münasebetten uzak durmaları İslamiyet’teki evlilik müessesesinin gerekliliğine terstir.

Yahudiler ise Türkçede “havra” denilen dua ve ibadet evi mânâsındaki sinagogları kullanırlar. İslamiyet’e en benzer tarafı hayatlarının yirmi dört saatini dinin belirlemesidir. Fakat bir millete tahsis edilmiş olarak telâkki edildiğinden İslamiyet’in âlemşümul davasıyla bağdaşmaz.

Benzer konular