Haftanın Kültür Atlası #1

Tarafımız belli: Limonlu turşu!

Onun sesiyle uykuya hazırlanan çocuklar büyüdü, kendi çocuklarıyla yine onun filmlerini izler oldu. Adile Naşit’se olanca canlılığıyla hafızamızda yerini koruyor.

Türk sinemasının altın çağını yaşadığı günlerde birçok film karesinden sıyrılan Adile Naşit tiyatrocu bir ailenin kızı. Kardeşi Selim Naşit’le beraber adım attıkları tiyatro sahnesini vefat ettiği 11 Aralık 1987’ye kadar terk etmeyecek. Soranlara, “Ben başka hiçbir şey görmedim ki. Tiyatroda doğduk Selim’le ikimiz. Kulislerde, tiyatronun ta içinde büyüdük. Babamızdan gelen bir tutku tiyatroculuk. Ayrıca çok sevdiğim bir iş” diyor.

Hep kahkahasıyla kulaklarda yer eden oyuncunun hayatındaki en büyük trajedisi 16 yaşındaki oğlu Ahmet’i 16 Haziran 1966’da kalp ameliyatında kaybetmesi:

“Daha büyük acı yaşamadım. Biz ana, baba, çocuk değildik. Üç tane dosttuk. Güzel bir arkadaştık. Ölümüne hazırlamıştık biraz kendimizi. Açık kalp ameliyatıydı geçirdiği. Ve yaşayamadı. Ondan sonraki beş sene benim için inanılmaz acılarla dolu. Elbette Ziya Bey için de. İşte sonra kuş, köpek, bebek böyle oyuncaklara tutkun olduk. Balıklar yaşadı, köpek kör oldu, çiçekler büyüdü böyle gidiyor yaşamın geri kalan kısmı.”

Bir çırpıda düşünsek, Hababam Sınıfı’nın Hafize Anası, Süt Kardeşler’in gıdaklayarak gülen sütannesi Melek, Kibar Feyzo’nun inek almak için gelinden vazgeçen annesi Sakine… Ama ille karşılıklı oynadığı Münir Özkul’la turşu kavgasına tutuşan Saadet. Artık probiyotik turşular moda olsa da, biz hala Saadet’in yanındayız, turşuyu limonsuz kurmayız. (AÖ)

* * *

N’ayır, n’olamaz! YouTube’da mıyız?

YoutubeFilmVideo devri bitti biteli, televizyonda denk gelirsek ancak izlediğimiz eski Türk filmleri artık YouTube üzerinden izlenebiliyor. Arzu Film’in arşivini açması ve filmleri restore ederek yüklemesiyle ön ayak olduğu olay Burç Film, Fantastik Film ve Erler Film’in de dâhil olmasıyla genişledi.

Burç Film arşivinde 208, Fanatik Film arşivinde 855, Arzu Film arşivinde 755 film bulunuyor. Erler Filmin de 60 yıllık arşivini yüklemesiyle beraber 205 film, 4 bin 264 bölüm televizyon dizisi YouTube üzerinden izlenebilecek.

Türker İnanoğlu, arşivlerini neden açtıklarını anlatırken, 80 yaşında olduğunu ve 60 yıldır bu işi yaptığını vurguluyor:

“Arşivler hep ölümden sonra açılır. Ben arşivimi ölmeden önce açmak istedim. Amacım tamamen, dünya gözüyle seyircilerin mutlu olduğunu görmek ve hissetmek.”

Erler Film’in YouTube’a ilk olarak yüklediği filmler arasında Gülşen Bubikoğlu ve Müjdat Gezen’in rol aldığı 1981 yapımı “Gırgıriye” yer alıyor.

Yapımcılar ve SESAM (Türkiye Sinema Eseri Sahipleri Meslek Birliği) YouTube üzerinden film izleme alışkanlığının gelişmesinin hem korsanı önleyebileceği hem film sektörüne katkı sunacağı kanaatinde. SESAM Başkanı R. Yılmaz Atadeniz bu sayede korsanın önünü kesebileceğini fakat öncelikle hukuki tedbirlerin arttırılması gerektiğini vurguluyor.

Filmlerin YouTube üzerinden izlenebilir hale gelmesinin bir artısı da daha önce restore edilmemiş ya da görüntü kalitesi düşük Yeşilçam klasiklerinin yeniden düzenlenmesi.

Peki, neleri izleyebilirsiniz? Tarkan serisi, Kemal Sunal filmleri, Sadri Alışık filmleri, Hababam Sınıfı serisi, Ayhan Işık filmleri, Belgin Doruk filmleri, Tatlı Kaçıklar, Böyle mi Olacaktı, İkinci Bahar gibi diziler.

Amerikan Film şirketi Paramount geçtiğimiz sene kullanım haklarına sahip olduğu onlarca klasik filmi YouTube’a koyarak, ücretsiz izlenebilmesini sağlamıştı. (AÖ)

* * *

Obje Art: Hiçbir şey göründüğü gibi değil

Birçoğumuz çocukken birbirimize bulutları gösterir, onun bir nesneye ya da canlıya ne çok benzediğini hayretle anlatırdık: “İşte bak şu kısmı gözleri, alta doğru kıvrılan yeri kuyruğu, gördün mü?” Eşyaya, tabiata başka bir gözle bakmamıza neden olan bu renkli ve uçsuz bucaksız çocuk tahayyülünü büyüdükçe kaybettiğimiz ortada. Fakat hem bu bakışı koruyan hem de dünyaya sanatçı gözüyle bakabilenler var hâlâ.

İşte o isimlerin “eli kalem tutanları” birkaç yıldan beri yeni bir akım başlattı: Obje Art. Günlük hayatımızdaki herhangi bir nesneyi bir çizim kompozisyonuna dâhil eden bu akımın kullanmadığı hiçbir malzeme yok. Tırnak makası, muz, pense, kürdan, ağaç yaprağı, ampul, lavabo, kremalı bisküvi, asma kilit… Aklınıza gelen hemen her nesne Obje Art sanatçısının ellerinde yeniden hayat buluyor.

ResulErtas

Dünyada Diego Cusano, Edgar Artis gibi isimlerin başarıyla temsil ettiği Obje Art akımı Türkiye’de de giderek yaygınlaşıyor. Instagram’ı biraz karıştırınca farklı tarzları olan onlarca isme ulaşabiliyorsunuz. Ancak bu isimler içerisinde özellikle iki usta çizer öne çıkıyor: Bülent Üstün ve Resul Ertaş. Yaptıkları işler yakın zamanda kitap olarak da piyasaya sürülen bu iki ismin çizimleri, hâlâ içimizde yaşayan çocuğu uyandırıp etrafa farklı gözlerle bakmamızı sağlıyor. Bu sayede gözlükten atların, ütüden gemilerin, boru anahtarından ejderhaların ve üzüm tanesinden balonların oluşturduğu bir dünyada gezebiliyoruz. (TB)

* * *

Boğaziçi’nden bir dâhi geçti

Dünya sinemasının yaşayan en önemli yönetmenlerinden Béla Tarr, 5. Boğaziçi Uluslararası Film Festivali’nin onur konuğu olarak 24 Kasım Cuma günü İstanbul’a geldi. 1979 yılında yönettiği “Családi tüzfészek / Family Nest” ile sinema dünyasına adım atan Macar yönetmen, bugüne dek “Kárhozat / Damnation”, birçok sahnesini gerçek zamanlı çektiği yedi buçuk saatlik “Sátántangó”, “Werckmeister Harmóniák / Werckmeister Harmonies”, “A Londoni Férfi / The Man From London” ve “A Torinoi Lo” gibi, her biri başyapıt seviyesinde filmlere imza attı. Hiçlik, varoluş, yok oluş gibi kavramları kendine has tarzıyla ele alan, pek çok çağdaş sinemacıyı etkileyen yönetmen, şimdilerde Saraybosna’daki bir okulda sinema dersleri veriyor.

Konuşmasında 34 yılını sinema sektöründe geçirdiğinden bahseden Tarr, ilk kamerasının babası tarafından kendisine hediye edildiğini, ancak onunla ne yapacağını bilemediği için tam üç yıl boyunca kameraya dokunmadığını söyledi. Macar sinemacı, aslında filozof olmak istediğini, ancak çeşitli nedenlerle bunu yapamadığını aktardıktan sonra şunları kaydetti:

“İlk filmimi yaptığımda büyük bir öfkem vardı. Çünkü çok fazla sosyal problem vardı. Kamera bunları aktarmakta bir çeşit araçtı benim için. Kamera kullanmaya başladıktan sonra, yaşamı adım adım anlayıp öğrendim. Yaşamdaki her şeyin farkına vardım. Kazara değil, yavaş yavaş film yönetmeni oldum.”

Senaryoları sevmediğini de sözlerine ekleyen ünlü yönetmen, “Senaryo sadece kelimelerden ibarettir. Senaryo yazmaya çalışırken aslında vakit kaybediyorsunuz. Bir yerde oturup, insanın gerçek durumunu araştırmak, gerçek insanlar arasında neler olduğunu düşünmek yerine, gerçek insanlarla vakit geçirmek gerek.” değerlendirmesini yaptı.

* * *

Nijer’den bakan gözler

Yeryüzü Doktoru olarak görev yaparken, objektifini gittiği yerlere yönelten Elif Tanır’ın tanıklığı, “Nijer’den İnsan Manzaraları” sergisinde toplandı. Batı Afrika ülkesi Nijer’den yaşam kesitlerinin yer aldığı sergi, aynı zamanda orada gerçekleştirilen sağlık hizmetlerine de katkı sağlayacak.

Elif Tanır, doktor. İstanbul’da hekim olarak çalışırken Yeryüzü Doktoru olarak 10 günlüğüne gittiği “Nijer Tessaou” bölgesini fotoğraflamış. 5 ayrı bölgede verilen sağlık hizmetleri sırasında çektiği fotoğraflar dünyanın en yoksul halklarından birinin yoksullukla verdiği mücadeleyi de ortaya koyuyor.

nijer

Aynı zamanda Anadolu Üniversitesi Fotoğrafçılık Bölümü’nde ön lisans yapan Tanır, Nijer’deki çalışmadan kalan 2 Aralık’ta Esenler Belediyesi Dr. Kadir Topbaş Kültür ve Sanat Merkezi’nde açacak. Sergide 30 eser yer alıyor, bu fotoğrafların satışından elde edilecek gelirin tamamı da Nijer’deki göz hastanesi bağışlanacak. Serginin sponsorluğunu ise Esenler Belediyesi ile İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı (İHH) üstleniyor.

* * *

Kulaklara Mirâciyye değecek

Pek az insanın dağarcığında kalsa da Türk müziğinin başyapıtlarından biri olan Mirâciyye, yönetmen Murat Pay’ın “Mirâciyye Saklı Miras” filmi ile gün ışığına çıktı. Daha önce “Mâşuk’un Nefesi” kurmaca belgeseline imza atan Murat Pay, Hz. Muhammed’in (sav) miraca çıkış hadisesini anlatan ve Miraç Kandillerinde icra edilen esere kurgu bir hikâyeyle yaklaşıyor.

Türk müziğinin başyapıtlarından olsa da neredeyse unutulmakta olan Mirâciyye’den yola çıkarak bir film yapmak nasıl aklınıza geldi?MuratPay

Bunlar aslında bir yanıyla hoş bir yanıyla insanı acıtan karşılaşmalar. Film, bir musikişinasın “Türk müziğinin en büyük eserlerinden birisi Mirâciyye’dir” demesinden sonra ortaya çıktı. Nasıl Süleymaniye Camii gözümüzün önünde ama göremiyoruz, Mirâciyye de öyle. Sadece Miraç Kandilleri’nde okunduğu için Mevlid-i Şerif kadar şanslı değil. En eski kaydı, 1970’lerden kalma, Hobcuzâde Hafız Şâkir Çetiner Efendi’ye ait. Miracciyye’yi en iyi icra eden insanlardan biri kendisi. Gelenekteki tavırla icra ediyor. Eserin Neva bahri günümüze ulaşamamış. Yalnız Bursa Numaniye Dergâhı’nda Safiyyüddün Erhan Efendinin 40 yılı aşkın gayretiyle bu geleneği devam ettirmesini not etmeli ve altını çizmeli. Bu gayret bizi çok etkiledi ve filmi yapmamıza vesile oldu.

Uzunca bir dönem Mirâciyye icra edilmiş, sonrasında neredeyse tamamen sırlanıyor.

Şöyle rivayet edilir: Bir kandil günü Nasuhi dergâhında Nayi Osman Dede, Abdullah Selahaddin Uşşaki gibi önemli zatlar toplanmış sohbet ediyor. Dergâhın şeyhi Mehmed Nasuhi hazretleri, ‘Efendimiz (sav)’in miraç mucizesi müstakil olarak yazılsa da mevlid gibi okunsa’ düşüncesini dile getirir. Bunun üzerine Nayi Osman Dede’nin çok kısa sürede Mirâciyye’nin güfte ve bestesini tamamladığı aktarılır. Eserin ilk kez Nasuhi Dergâhında okunduğu ise kaynaklarda sabit. Sonrasında Miraç Kandilleri’nde okunageliyor. Musikinin inceliğine vakıf bir kültürden bahsediyoruz. Ne zaman ki o incelik azalıyor, Mirâciyye’ye alakasızlık başlıyor. Filmimizin bir teması da eserin dördüncü bölümü olan Neva bahrinin günümüze ulaşamaması.

Film aynı zamanda müzikal bir değer de taşıyor, bu nasıl şekillendi?

Bir ses senaryosu yazdık. Bunu yazarken filmin içinde yer alacak seslerin ve müzikal temaların tamamen Mirâciyye’nin müzikal zeminine göre şekillenmesine gayret ettik. Mesela eserde Efendimiz (sav)’in adı anıldığında geçen salavatlardan hareketle müzikal temalar keşfetmeye çalıştık. Ayrıca filmin içinde kayıt olarak duyduğumuz Hafız Şâkir Efendi’nin Mirâciyye icrası, filmin sonunda yerini Hafız Murat Taştekin’le Nail Kesova’nın Mirâciyye icrasına bırakıyor.

Bir zamanlar bilinen günümüzdeyse zihin dünyamızın dışına çıkmış, bu tür başka meselelere eğilecek misiniz?

Rasathane Film’in gündemi bizim hafızamızdan temaları içeriyor. Önümüzde hatla ilgili, meczuplarla ilgili, musikiyle alakalı bazı projelerimiz var. Halkın bir teveccühü olduğunu hissettik. Bursa’daki gösterimimizde kalabalık ve yoğun bir insan grubuyla karşılaştık. Halkın bu meselelere belli bir samimiyette yaklaşıldığında ilgi gösterebileceğini gördük. (AÖ)

* * *

[Alıntı Defteri]

Kudüs… Ey Kudüs

Kahire Radyosu savaşçı açıklamalar yayınlamayı bitirdiğinde, güçlü bir kadın sesi işitildi. Hiçbir söylev, hiçbir askeri marş, hiçbir kahramanlık şiiri Arap dünyasının halk yığınlarını bu ses kadar coşturamazdı. Bu ses Ümmü Gülsüm adlı şişman bir şarkıcının sesiydi. 15 Mayıs sabahı başlarken, Şark’ın bütün radyoları, onun şarkısını dinlemek için açıldı. Seçtiği uzun hava, dinleyicileri kadar bunu dile getiren ses için de evrensel bir çekiciliği olan yeri, Kudüs’ü yüceltiyordu.

Beyrut’ta, Lübnan Başbakanı Riyad Sulh kızlarının odasına girdi ve radyonun yayınladığı ürpertici şarkıyı dinlemeleri için onları uyandırdı. Ümmü Gülsüm, Peygamber’in üzerinden gökyüzüne yükseldiği kutsal kayayla ilgili şarkısını bitirdiğinde, genç Aliye babasının gözlerinden yaşlar aktığını gördü. Ateşli bir yurtsever olan Riyad Sulh, allak bullak olmuştu. “Tanrım, Tanrım” diye mırıldandı, “Ne olur bu kayanın hep bizde kalmasını sağla.”

(Dominique Lapierre & Larry Collins, “Kudüs… Ey Kudüs”, Çev: Aydın Emeç, E Yayınları, Üçüncü Baskı Nisan 1985, Sf: 510)

Benzer konular