Bir kitap oku, seni Kudüs’e götürsün
Her ne kadar son dönemde dünya siyasetine konu olmasıyla gündemimize daha çok girse de, Kudüs aşkımızın başlangıcı asırlar öncesine uzanıyor. Gerek insanlık tarihinin en eski şehirlerinden biri olması, gerek İslam’ın (ve diğer iki semavi dinin) kutsal kabul ettiği mekânların başında gelmesi, gerekse de görenin bir daha kendisini unutmamasını sağlayan tarifsiz çekiliği, Kudüs’ü bizim için vazgeçilmez kılıyor.
Bu kalpten sevgiye karşın ne yazık ki Kudüs’ü layıkıyla tanımıyoruz. Kudüs’ün tarihini, kültürünü, dinler için önemini, kendisi uğruna yapılan savaşları, dünya siyasetini neden ve nasıl etkilediğini yeterince bildiğimiz söylenemez. Ama bir yerden başlayabiliriz işe ve o yer bu güzeller güzeli şehri anlatan kitaplar olabilir. Henüz gidip görmemiş, taşlarına elini sürmemiş bile olsak kitapların zihnimizde kurduğu büyülü tiyatrolar bizi Kudüs’e götürüp getirebilir.
Doğrudan ya da kısmen Kudüs’ü konu alan epey kitap var elbette. Ancak biz içlerinden en sevdiklerimizi derlemek istedik. İşte o kitaplardan bazıları:
Dominique Lapierre & Larry Collins – Kudüs, Ey Kudüs
Kudüs, Ey Kudüs, 1948 Arap-İsrail Savaşı sırasında iki kesim tarafından parçalanan Kutsal Kent’in, Kudüs’ün dramatik ve olağanüstü öyküsünü anlatıyor. Larry Collins ve Dominique Lapierre, titiz ve sıkı bir araştırma süreciyle elde edilen bilgileri etkileyici bir üslupla okuyucuya aktarırken; Filistin’i bölmek için Birleşmiş Milletler’deki oylama ve oylamanın Yahudiler arasında yarattığı sevinç ile İsrail Devleti’nin ilan edilişini Arap ve Yahudi aktörler üzerinden tüm ayrıntılarıyla anlatıyorlar.
Kenizé Mourad – Toprağımızın Kokusu
Ortadoğu’da 15 yıl boyunca gazeteci olarak çalışan Kenize Mourad, romancı duyarlılığını gazetecilik deneyimiyle birleştirip ortaya çıkardığı Toprağımızın Kokusu’nda, altmış yılı aşkındır yaşanan çatışmayı gözler önüne sererken, Filistin dramını gerçek kurbanlarının sesinden ilk kez bu kadar gerçek ve çıplak olarak su yüzüne çıkarıyor.
Adonis – Kudüs Konçertosu
“Arap dünyasının yaşayan en önemli şairi” kabul edilen Adonis, üç tek tanrılı dinin bir arada yaşadığı Kudüs’ün, kadim tarihiyle güzel bir şehir olması gerekirken günümüzde dünyanın en insanlık dışı manzaralarına sahne oluşunu kabullenmeyen bir isim. Kudüs Konçertosu, işte bu “görkemli kabullenmeyişin” epik bir anlatımı.
Yusuf el-Karadâvî – Her Müslümanın Ortak Davası Kudüs
Müslümanların Ortak Davası Kudüs, bir âlimin elinden çıkan kaynak niteliğinde bir eser. Kitap, üstat Karadavi’nin Kudüs davasına olan bağlılığı ve Kudüs’ü yakından takip etmesinin neticesinde uzun yıllardan beri katıldığı toplantı, sempozyum ve konferansların sonuçlarının geniş bir özeti niteliğinde.
Murat Duman – Kudüs Gezi Rehberi
Kudüs yolculuğuna niyet edenler için tavsiye edilebilecek en güzel kitaplardan biri olan Kudüs Gezi Rehberi, Murat Duman’ın kaleminden Kudüs’ün mükemmel bir haritasını çıkarıyor. Fakat kitabın ismine bakıp yalnızca bir turizm rehberliğiyle karşı karşıya olduğunuzu sanmayın; Duman, kitap boyunca okurunu Kudüs’ün tarihi ve kültüründen bir an olsun ayırmıyor.
Falih Rıfkı Atay – Zeytindağı
Zeytindağı, emir subayı olarak Cemal Paşa’nın en yakınında bulunan isimlerden Falih Rıfkı Atay’ın kaleminden, tarihimizin en etkileyici ibret vesikalarından biri oldu. Kudüs’ün ve diğer İslam topraklarının Osmanlı elinden nasıl çıktığını Anadolu’nun isimsiz yiğitlerinin hikâyeleriyle anlatan Falih Rıfkı’nın bu eserinin etkileyiciliğine yaklaşan çok fazla kitap yok Türkçede.
Hasan Aycın – Kudüs Ey Ey
Günümüzde artık “insanlığın kanayan yarası” olarak anılan Filistin ve Kudüs, yalnızca “yazarların” gönül dünyasında yer etmiyor, “çizerler” de bu büyük aşk uğrunda eserler verdiler. Mevzubahis Kudüs olunca, bu alanda Türkiye’nin en önemli isimlerinden biri olan ve “Ben, yeryüzü gündeminin ilk maddesinin kıble-i evvelimiz olan Kudüs olduğuna inanageldim” diyen Hasan Aycın’ı anmadan geçemeyiz.
Joe Sacco – Filistin
Filistin, Birinci İntifada’nın devam ettiği 1991-92 yıllarında, usta çizer Joe Sacco’nun Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilerle geçirdiği iki aylık dönemi anlatan bir çizgi hikâyeler silsilesi. Sacco, İşgal Altındaki Topraklar’daki gündelik hayatı, Filistinlilerin mücadelelerini, aşağılanmalarını ve mahrumiyetlerini etkileyici biçimde gözler önüne seriyor.
* * *
Doğu Ekspresi’nin yeni kâşifleri
Orient Ekpress, bir dönem edebiyatta rüzgâr gibi esip unutulduktan sonra tren güzergâhları eski şaşaalı günlerini geride bırakmış, istasyonlar anılmaz olmuştu. Ta ki sosyal medya çağına dek. Anadolu’daki en eski hatlardan biri, Doğu Ekpresi sosyal medya gençliği tarafından yeniden keşfedildi ve kışın tatil yapmak isteyenlerin ajandasında yerini aldı.
Ankara’dan yola çıkan Doğu Ekspresi treniyle yaklaşık 24 saatlik yolculuğun ardından Kars ve Sarıkamış ilçesine varıyorsunuz. Yol boyu kış manzaralıyla bezeli dağlar, nehirler, sessizliğe bürünmüş istasyonlar sizi karşılıyor. Kırıkkale, Kayseri, Sivas, Erzincan ve Erzurum güzergâhı boyunca süren yolculuğun son durağı Kars Garı. Günübirlik ya da 2 günlük hafta sonu tatili için Kars pek çok alternatif sunuyor. Çıldır Gölünü, Ani Harabelerini, Bakireler Manastırını, Selçuklu Sarayını gezmek ve kışın örttüğü şehirde yürümek alternatiflerden sadece bir kaçı. Yol boyu geçilen şehirlerin havasını hissetmek de cabası.
* * *
En güzel kütüphane çöplükten doğdu
Ankara’da, Çankaya Belediyesi’nin temizlik işçileri, gece vardiyalarında bir yandan çöpleri toplarken diğer yandan çöplerin kenarına atılmış halde bulunan kitapları topluyor. Başkentin temizlik işçileri, son yedi aydır çöpten bu şekilde topladıkları kitaplarla büyük bir kütüphane kurdular. Belediye, 2000 yılından bu yana İmrahor Mahallesi’nde atıl halde olan tuğla fabrikasını bir buçuk yıl önce restore ederek çöp toplama şantiyesi haline getirmişti. Son yedi aydır ise bu tesiste bir de kütüphane bulunuyor. Temizlik işçilerinin çöpe atılan kitaplardan oluşturduğu kütüphane, yaklaşık 4 bin kitaptan oluşuyor. Şehir merkezine epey uzak sayılsa da, kitap okumayı seven çok sayıda belediye işçisi mesai arasındaki boş zamanlarını bu kütüphanede geçiriyor.
* * *
Hüzünler şehri Kudüs
Fotoğraf sanatçısı Süleyman Gündüz’ün “Kudüs: Ey Hüzünler Şehri” adlı sergisi Beyoğlu Belediyesi sanat galerisinde açıldı. Sanatçı Gündüz’ün 2002’den bu yana çektiği fotoğraflar, 2007’den bu yana ulusal ve uluslararası çeşitli sergileniyordu. Belgesel fotoğrafçılık üzerine çalışan Gündüz sergisini şöyle anlatıyor:
“Çektiğim her fotoğraf bir müddet sonra kendi öyküm haline dönüşüyor ve etkileyici öyküleri bulmaya çalışıyor, hem insan portreleri itibariyle hem de yaşam alanları itibariyle. Ama Kudüs ilham verici, etkileyici bir şehir. Dolayısıyla orada fotoğraf çekmiş olmak önemli bir ayrıcalık. Çünkü orada binlerce yılın bir serüvenini anlayabileceğiniz fotoğraf kareleri sizin objektifinizde oluşur. İmgesel olarak ilahi sanatın oluştuğu bir yerdir Kudüs.”
Sergide 20 fotoğraf yer alıyor. Kudüs’ün çeşitli hallerine tanıklık eden fotoğraflar, 31 Ocak’a kadar görülebilecek.
* * *
Matbu eserler yayınlanmayı bekliyor
“Kültür Bakanlığı yayınevlerinden kitap alıyor mu almıyor mu” tartışması gündemdeyken, İz Yayıncılık Genel Yayın Yönetmeni Hamdi Akyol’la Kültür Bakanlığı’nın yayınevlerine katkısını, hangi eserler neşredilirken sponsorluk ihtiyacı hissedildiğini konuştuk.
Türkiye’de yayınevlerinin bütçeleri eski eserlerin yayınlanmasını zaman zaman karşılayamaz hale geliyor. Yaşanan sorunlar nelerdir?
Latin alfabesine geçişimiz öncesinde oluşmuş bir literatür var. Tarihten felsefeye, psikolojiden tıbba, ilahiyattan edebiyatın her türüne yönelik neşredilmiş binlerce eser mevcut. Bir de matbu olmayan el yazmaları var. Edebi eserlerin önemlileri, büyük ölçüde sadeleştirilerek veya transkribe edilerek basıldı. Varsa dikkatlerden kaçmış el yazmaları vardır, onlar da zaman zaman ortaya çıkıyor. Dönemsel önemi olan, bugün için bir anlam ifade etmeyen kimi hacimli eserler var, onların neşri zaten gereksiz. Örneğin, “Dünya Tarihi” diye bir eserin neşrine lüzum yok, çünkü çok daha geniş ve güncel bilgilerle, çok daha iyi kitaplar yazıldı, basıldı. Ancak, özellikle kendi tarihimiz açısından önemli olan kimi el yazmaları veya kimi önemli matbu eserler halen yayınlanmayı bekliyor. Hacim büyüyünce, okuma, dizme, notlandırma, gerekirse sadeleştirme, redaksiyon, kâğıt, baskı, cilt… Derken ortaya büyük rakamlar çıkabiliyor. Eser ne kadar önemli olursa olsun, muhatap okur kitle sınırlı ise yayıncı doğal olarak bundan uzak duruyor
Kaynaklara erişim, transkripsiyon, basım sürecinde sponsorluk gibi girişimler ne durumda?
Görev bence kamu kurumlarına düşüyor. 93 Harbi Rumeli orduları kumandanı Süleyman Hüsnü Paşa’nın, harbin safhalarını tafsilatlı olarak anlattığı Umdetu’l-Hakâyık adlı 3000 küsur sayfalık, 6 ciltlik eserini yayınlayalım dedik. Konuya ilişkin hamaset kokan eserlerin satışı nispeten iyi de, böylesi arşiv değeri olan bir eserin satışı çok ağır olur. İşi projelendirip maliyet çıkaralım dedik, ortaya 300 bin tl civarında bir bütçe çıktı. Bunu, kültürel yayıncılık yaparak ayakta kalmaya çabalayan bir yayınevinin karşılaması mümkün değil. Belki ATASE veya şimdi kurulmuş olan Milli Savunma Üniversitesi gibi kurumlar üstlenip yapabilir. Veya bir belediye, bakanlık veya özel teşebbüsten bir fedakâr çıkıp maliyetini üstlenecek, anca öyle…
Bu hafta Kültür Bakanlığı’nın yayınevlerine yardımıyla ilgili tartışmalar yaşandı. Burada ne noktadayız?
Kültür Bakanlığı her sene kendisine tahsis edilmiş bütçeden, kendilerine bağlı kütüphaneler için kitap alımı yapar. Yapmaya da devam ediyor. Ancak iktidarlar veya mevcut iktidar içinde yöneticiler değiştikçe, kimi yerlere iltimas geçildiği şayiaları yayılıyor. Bu her zaman böyleydi, şimdi de böyle. Bundan sonra da farklı olacağını sanmıyorum. Sorun, kültür üretimi konusunun ideolojik alanın dışına çıkılarak bakılmasıyla çözülür. Bu ne zaman olur, bir öngörüde bulunamıyorum. Bu yardımın popüler yayıncılar için hiçbir anlamı yok, hatta külfet. Ancak kültürel yayıncılık yapanlar için, iyi kötü belirli bir süre giderlerini karşılayabileceği bir imkân demek. Alımlar hakkaniyete uygun şekilde yapılırsa, ülke kültürüne katkı katlanarak artacaktır tabii ki.
* * *
[Alıntı Defteri]
Kestane üzerine birtakım sözler
Şehirler ressamı olsaydım çipil kış akşamları, dükkânların buğulu elektrik ampulleri altında ıslak kaldırım taşları, yer yer parlıyan bir kenar mahalle köşesine mangalını kurup tavasında kestane pişiren, tıraşı uzun, ince ceketinin yakası kalkık, kıyafet düşkünü bir İstanbul külhanbeyinin tablosunu yapmağı ne kadar isterdim. İsterdim ki o tabloya bakanlar ateşteki kestanelerin iç ısıtan ve mideye bir sarmaşık gibi sezilmez binlerce eliyle sımsıkı sarılıp asılı kalan fırından çıkma taze ekmeğinkine benzer has kokusunu duysunlar!
Bu, kış mevsiminin şehirlere mahsus yanık, temiz, güzel ve karakteristik bir kokudur. Küçük kasabalarda, kırlarda ve dağ başlarında uzun zaman kalanlar bazı soğuk akşamlar, ışıklar yandığı saatte onu duyar gibi olurlar. Duymaları şehir hasretinin gönüllerde şahlanmasıdır.
(Refik Halid Karay, “Mutfak Zevkinin Son Günleri”, Haz: Tuncay Birkan, İnkılâp Yayınları, Birinci Baskı 2015, Sf: 354)