Mustafa Râkım ve Mahmud Celâleddîn’in mahâretli ellerinde daha yüzyılın ilk çeyreğinde tekâmüle yaklaşmıştı hat sanatı. Bu iki kudretli hattattan sonra yetişen Kazasker Mustafa İzzet Efendi her ikisinin üslûbundan da izler taşıyan şîvesi ile hat sanatında hoş bir sadâ bırakmayı başardı. Onun 1801-1802 senesinde Tosya’da başlayan hayat hikâyesi, kabiliyetleri sayesinde ikbâl basamaklarını tırmanmayı başaran bir Anadolu çocuğunun başarılarıyla dolu serencamıdır aynı zamanda.
Tosya eşrafından olan babası Bostânzâde Mustafa Ağa muhtemelen doğumundan evvel vefat ettiğinden, nesebi Kâdirî meşâyihinden ve sadâtdan Şeyh İsmâil-i Rûmî’ye kadar uzanan annesinin nezâretinde eğitimine başladı. Köklü bir aile geleneği içinde yetişmiş ve bu arada tasavvuf terbiyesi de almıştı. Sıbyan mektebini ikmâl eyledikten sonra, tahminen 1813 senesinde annesi tarafından İstanbul’a gönderildi. Orada müderrislik yapmakta olan bir akrabasının delâletiyle Fatih’teki Baş Kurşunlu Medresesi’ne girerek ilim tahsil etti. Bir müddet sonra da Sultan Mahmud’un musahiblerinden Kömürcüzade Hafız Mehmed Şeyda Efendi’den dinî musikî meşkine başlayarak, kısa zamanda terakki gösterdi.
Ondaki istidadı fark eden Kömürcüzade’nin, 1815’te henüz on üç yaşında olduğu hâlde Bahçekapısı’ndaki Hidayet Camii’nde cereyan eden bir cuma selâmlığında Sultan Mahmud’un huzuruna çıkarması, hayatının seyrini bütünüyle değiştirdi. Silahdar Gazi Ahmed Paşazade Ali Bey’in himayesine verilen Mustafa’nın kazaskerliğe uzanan kariyeri de böylece başlamış oldu. Onun dairesinde geçirdiği üç sene zarfında ulûm-ı diniye tahsiline devam ettiği gibi, musikî meşkini de ihmâl etmedi. Ayrıca ilmiyeye hazırlanan her namzet gibi talik dersleri aldu. Çömez Mustafa Vasıf Efendi’den başladığı aklâm-ı sitte meşkini de 1817-1818 senesinde ikmâl eyledi.
Sarayda Hammmizade İsmail Dede Efendi’den Şakir Ağa’ya kadar devrin en büyük musiki üstatlarıyla beraber bulundu. Sermüezzinlik vazifesinin dışında sesi ve neyi ile huzur fasıllarına iştirak etti. Enderun-ı Hümayun’da Yesarîzade Mustafa İzzet Efendi’den talik hattını meşk edip icazet aldı (Uğur Derman, DİA, “Kazasker Mustafa İzzet”, İstanbul 2006, s. 304).
Bir dönem Nakşî tâcı ve sırtında Dıhlevî hırkası olduğu hâlde münzevî bir hayat sürmeye başlayan Mustafa İzzet Efendi Ayasofya’da yazdığı lafza-i celâl, ism-i Nebî, ilk dört halife ile Hasan ve Hüseyin isimleri cami müzeye çevrilirken dahi duvarlardan indirildiği hâlde ebatları bakımından büyük olduğu için kapılardan çıkartılamamıştı. Osmanlı İmparatorluğu’nun divan-ı hümayununda kazaskerlik makamına kadar terfi eden İzzet Efendi “Şeyh Hamdullah gibi, Hâfız Osman gibi yazı yazdım. Lâkin Râkım’ın bir harfine bile yanaşamadım” sözü ile aczini itiraf etmiş, mütevazı şahsiyetinden taviz vermemişti.
Mustafa İzzet Efendi hayatı boyunca birçok celî sülüs kitâbe, cami yazısı, celî sülüs kubbe yazıları, celî tâlik kitâbe yazmıştır. Mustafa İzzet’in az sayıda şiiri, Arapça grameriyle ilgili “Keşfü’l-i’râb” ve “Avâmil Mu’ribi” isimli iki telifi bulunmaktadır. İlm-i simyâya merak sarıp altın elde etmek için para ve zaman tükettiği de bilinmektedir. Yetiştirdiği talebeler arasında Mehmed Şefik Bey, Muhsinzâde Abdullah Hamdi, Abdullah Zühdü, Hacı Hasan Rızâ, Kayışzâde Hâfız Osman, Mehmed İlmî, Mehmed Hilmi, Hasan Sırrı, Mehmed Şevket Vahdetî, Hasan Tahsin, Siyâhî Selim, Abdullah Hulûsi, Yusuf Âgâh efendiler ve Selmâ Hanım ilk akla gelenlerdendir. Bu kadar tanınmış üstada hocalık edebilme şerefi XIX. asırda başka kimseye nasip olmamıştır.