Hat sanatında Türk Üslubunun öncüsü: Şeyh Hamdullah

İyi bir okçu, yüzücü, terzi ve avcı olarak da bilinen 16. yüzyılın büyük hattatı Şeyh Hamdullah, bu büyük sanatın Türk üslûbunda başlamasında mühim bir yer tutmuştur. Hatta nasıl tarih felsefesi üslûbunu İbn-i Haldun’a borçluysak hat üslûbumuzu ve zevk anlayışımızı da Şeyh Hamdullah’a borçluyuz diyebiliriz.

Hamdullah Efendi 1437 senesinde Amasya’da doğmuştur. Babası Sarıkadızâde Şeyh Muslihuddin Mustafa Efendi’dir. Medrese tahsilini devrinin tanınmış âlimlerinden olan Hâtib Kasım Efendi’den görmüştür. Hüsn-i hatta ne zaman başladığı bilinmemekle birlikte, çocukluğunda yazıya heves ettiği ve diğer derslerinden ayrı tuttuğu nakledilir. Önce Hayreddîn-i Maraşî’den sülüs ve nesihi daha sonra Fâtih devrinin büyük hattatı Ali bin Yahyâ es-Sôfî’den Aklâm-ı Sitte’yi meşk etmiştir.

Amasya Sancağı’nda Vâli olan Şehzâde Bâyezîd’ın ilim ve sanata olan merakı dolayısıyla Şeyh Mustafa Dede ve oğlu Hamdullah Çelebî ile tanışmış, Şeyh’ten yazı meşk edip mezun olmuştur. Sultân Fâtih’in kütüphanesi için de Hamdullah Efendi’ye eserler istinsah ettirmiş; tahta çıktığı vakitte de onu İstanbul’a davet etmiştir. Şeyh Hamdullah kısa müddet sonra babası ile beraber İstanbul’a geldi. Tam tarihi bilinmiyor fakat 50’li yaşlarına isabet ettiği anlaşılmaktadır. Sarayda kâtip ve hüsn-i hat hocası oldu. Padişah’tan himâye gördü ve çalışması için Harem dairesi civarında ve Edirne Sarayı’nda bir meşkhâne, Üsküdar’da da iki köy ihsân edildi.

2. Bayezid’in 918/1512’de vefatından sonra Sultan Selîm’in saltanatı müddetince İstanbul’a bir defa bile inmemiş, Alemdağı Sarıkadı köyünde inzivaya çekilmiş, talebeleri ve müridlerini irşâd ile meşgul olmuştu. Buna sebep, Yavuz Sultan Selim’in babası Bayezid’i tahttan indirmesini unutmamasıdır. Sultan Süleyman’ın 1520’de tahta geçmesinden sonra İstanbul’a dönmüş, saraya daveti üzerine onunla görüşmüştü. Sultan Süleyman ona çok hürmet etmiş ve kendisi için bir Mushaf-ı Şerîf yazmasını istemiştir. Ancak ileri yaşı ve uğradığı ra’şe yani baş titremesi sebebiyle affını istediği ve bunun üzerine Süleyman’ın ona bir samur kürk giydirip hayr duasını aldığı bilinmektedir. Aynı yıl içinde 86 yaşında vefat etmiş, hocası Ali Sofi’nin de bulunduğu İstanbul Üsküdar, Karacaahmet Kabristanı’nda bulunan Hattatlar Sofası’na defnolunmuştur.

Hamdullah Efendi’nin şeyhliği sadece babası Mustafa Dede’ye telmih ve yazılarına koyduğu ibnü’ş-şeyh ketebesinden dolayı değildir. Babasına intisâb ile seyr ü sülûkunu tamamlayıp hilâfet almış, dervîşânı olan bir Zeynî Şeyhi’dir. Hattatlığındaki üstün mertebesine ve Okçular Tekkesi’ndeki şeyhu’r-râmiyân vazîfesine de nisbetle, hattatlarca yalnız “Şeyh” olarak anılagelmiştir. Babasının vefatından sonra sohbet şeyhi saydığı Seyyid Ahmed Emîr-i Buhârî ile yakınlığı olmuştur. İyi bir okçu, yüzücü, terzi ve avcı olmasıyla da tanınan Şeyh Hamdullah’ın hakkındaki birçok değerli menkıbeyi eski kaynaklar nakletmektedir.

Şeyh Hamdullah, Aklâm-ı Sitte dairesinde yeni bir üslûbu oluşturmuş büyük bir hattattır. İhtira ettiği bu ekol, eski devirlerdeki gibi büyük bir ıslahat değil, farklı karakterde yenileyici bir anlayıştı. Yazıya ve imlâya dair ıslahat, bütün bir hat tarihinde belki bir defaya mahsus olmuştur. İbni Mukle ve İbn Bevvâb bu nevi bir ıslahatın sahibi hattatlardı. Onlardan sonra ilk büyük üslûb ihdası Yâkût’undur. Şeyh o üslûbu yeni bir yola sevk etmiştir. Türklere mahsus bir üslûbun ihdasında, Yâkût-ı Musta’sîmî’nin Bağdâd üslûbundan sonra bu yeni bir yol zaman içinde yerleşip yayılmıştır. Bu yeni üslubu bizzat II. Bayezid teşvik etmiştir.

Aklam-ı sitte (muhakkak-reyhânî, sülüs-nesih, tevkî’-rıkâ’) yazılarının tamamında akseden ve bilhassa kalem ağzının kesimine bağlı harf meyillerini ve satır yürüyüşünü belirleyen bu tavır, Türk Hat Sanatı’nın unsurlarını teşkil etmiş ve 19. asra kadar sabit olmuştur. Şeyh’in Osmanlı topraklarına yayılan bu ekolü, Aklam-ı Sitte hattatlarının her yüzyılda benimseyip örnek aldığı yegâne yol halini almıştır (Nurullah Özdem, “Şeyh Hamdullah”, İslami Düşünce Atlası, İstanbul 2018).

Şeyh Hamdullah ile başlayan Türk üslûbu beş asır içinde farklı tavırlara bürünmüştür. Osmanlı hattatları Şeyh üslûbundan neşet eden tavırları, zaman içinde şekillenmiş olan silsilelerle takip etmişlerdir. 17. asırda bu tavır kolları Hâfız Osman Efendi ile durulmuş ve Şeyh tavırlarından sadece bir tanesinin hâkim olduğu bir vadi açılmıştır. Hâfız Osman’a Şeyh-i Sânî denilmesi işte bu sebeptendir. Binaenaleyh Türk Hat Sanatı içinde yeni bir ekolden bahsedilemez. Tamamı Şeyh’in üslûbu içinde oluşmuş ve çeşitlenmiştir.

Benzer konular