16. asır bütün dünya tarihinde “Türk asrı” olarak bilinir. Saltanatta bulunan Kanunî Sultan Süleyman’ın sadrazamı Sokollu Mehmed Paşa, kaptan paşası (deniz kuvvetleri komutanı) Barbaros Hayreddin Paşa, mimarbaşısı ise Koca Sinan’dır bu muhteşem yüzyılda…
İstanbul’un siluetini belirleyen Süleymaniye’yi sanki yerden bitmişçesine inşa eden, uğrunda kıyametler kopan Ayasofya’nın günümüze ulaşmasındaki restorasyonu yapan Mimar Sinan hakkında hâlâ muamma kalan bazı hususlar var. Her yerde 1490 olarak geçen doğum tarihi bunlardan biri. Oysa Suphi Saatçi hocanın işaret buyurduğu üzere Sinan’ın ağzından Yavuz Sultan Selim devrinde tıfliyet çağında devşirildiği bir gerçek. Sultan Selim 1512’de tahta geçtiğine göre 22 yaşında bir tıfliyet çağı olamayacak, o yaştaki bir genci devşirmek de mantıkî olmayacaktır.
Bir diğer muamma… Mimar Sinan’ın Ermeni olup olmadığı iddiasına dayanıyor ki, bunun altında yatan asıl sebep “Türklerin böyle bir dehayı içlerinden çıkartamayacakları” garezkârlığına dayanıyor. Sinan’ın Sâî Mustafa Çelebi’ye yazdırdığı kabul edilen ve biyografisini ayrıntılı biçimde veren Tezkiretü’l-bünyân’da onun ağzından şunlar anlatılmaktadır: “Bu hakir, Sultan Selim Hân-ı Evvel’in gülistân-ı saltanatının devşirmesi olup Kayseriye sancağında ibtidâ oğlan devşirmek ol zamanda vâki olmuştur.”
Yavuz Sultan Selim döneminde yalnız Rumeli’den değil Anadolu’dan da devşirme yapılabileceği konusunda karar alınmıştır. Ayrıca bu sultanın ölümü üzerine bizzat Sinan’ın yazmış olduğu bir şiirde devşirmelik durumu şöyle tekrarlanır:
“Anın devşirmesiyem ben kemîne
Aceb lutf eylemiştir bu hazîne.”
Daha sonraki yıllarda Sinan’ın Kayseri’deki akrabalarıyla yazışmaları ve ilişkileri devam ettiğinden belgelerle de desteklenen Kayseri-Ağırnas kökeni gerçeğe uygundur. Bu verilere göre Sinan’ın Hırvat, Slav, Acem veya Bosna kökenli olmadığı açıktır. Ayrıca çokça tekrarlandığı gibi dönme (mühtedi) değil devşirmedir. Onun Hıristiyan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş olması ailenin etnik kökenini açıklayabilecek yeterli ipucunu vermemektedir.
O dönemdeki Kayseri Müslüman Türk, Hıristiyan Türk, hatta Moğol kalıntılarının yayıldığı bir alan olduğundan inanç sistemine dayalı ayırımlarla sağlıklı sonuçlara varmak mümkün değildir. Bu bakımdan onu belirli bir etnik grup, ırk ya da cemaate bağlama çabaları, kuşkusuz Osmanlı mimarisini de töhmet altına sokan polemiklere alt yapı hazırlamak anlamına gelmektedir (Selçuk Mülayim, “Sinan”, DİA, 2009). Konu hakkında Nejat Göyünç’ün kelimelerin kökenleriyle yaptığı çalışmanın mahsulü olan makalesinde ise Mimar Sinan’ın Hristiyan bir Türk olduğunu ortaya koyuyor.
Peki, böyle bir iddianın altında kalmamak için devrin Cumhuriyet idaresinin Mimar Sinan’ın kabrini açtırmasına ne demeli? Güya antropolojik verilerden faydalanarak Sinan’ın Türk olduğunu, bizim de dâhiler yetiştirebileceğimizi ispat etmek peşinde büyük bir aşağılık kompleksi içinde kafatası ölçümü yapmak da ne oluyor? İşin en kötü tarafı ise kafatasının kaybedilmiş olması.
Türk-İslam mimarisinin dev isminin kökeninin bir ehemmiyeti var mıydı hâlbuki? Koca Sinan ortaya koyduğu eserlerle ne kadar Türk ve Müslüman olduğunu ispatlamamış mıydı? Uzun ömrüne dört yüzden fazla eser sığdıran ve bunların hepsini bir başka güzellikte ortaya koyan mimarbaşının bir benzerini gösterebilirler miydi bu mesnetsiz iddiaları ortaya atanlar.
Üstelik Batıda buna muadil olabilecek San Pietro Bazilikası, Notre Dame Katedrali gibi eserlerin yüzlerce yıl sürmesine mukabil, Mimar Sinan’ın koca Süleymaniye Külliyesi’ni 7 yılda bitirmesine rağmen Padişah’tan azar yemesini düşünürsek belki yüzleri biraz kızarır da Sinan’ın büyüklüğü karşısında diz çökerler.