Yakın tarihimizin mühim değerlerinden birisini daha kaybettik. Gerek beyefendiliği gerekse ilmî donanımı bakımından yeri zor doldurulacak olan Ahmet Haluk Dursun hocayı talihsiz bir trafik kazasına kurban verdik.
Haluk Hoca 1957 senesinde Hereke’de doğmuştu. Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde tarih bölümünü okumuş ve akademik hayatına Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi’nde asistan olarak başlamıştı. Yüksek lisans ve doktorasını da asistan olduğu üniversitede, Yakın Çağ Tarihi Anabilim dalında tamamlamıştı. “Osmanlı Müesseseleri ve Medeniyeti Tarihi” sahasında ihtisas sahibi olan rahmetli Dursun, akademik çalışmaları yanında kamuda önemli faaliyetlerde bulundu.
İBB Kültür AŞ. Genel Müdür Danışmanı olarak Miniatürk Projesi’nin hazırlanmasında görev almış, İçişleri Bakanlığınca Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu’nun Yönetim Kurulu Üyeliğine tayin edilmiş, aynı kurumda Başkan Vekilliği yapmıştı.
Kamuoyu onu İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü vekili iken tanıdı. 2006-2012 yılları arasında Ayasofya Müzesi Başkanlığı’nı yürüten Dursun, daha sonra Ayasofya Müzesi Müdürlüğü görevini üstlendi. Haluk Hoca bu vazifesinde iken hiç boş durmadı. Sayısız etkinlik ve düzenlemeye imza attı. Tarihî yapıların kültürel ve tarihî dokusunu ön plana çıkaran çalışmalara ağırlık verdi. Medeniyetimizi vücuda getiren bütün unsurları bir tarih şuuru oluşturmak adına duyurmak için didindi durdu.
Haluk Hoca yakın zamanlarda İstanbul Topkapı Sarayı’nı Sevenler Derneği Başkanlığı’na seçilmişti. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarlığı görevine tayin edildikten sonra da 2016 yılı Nisan ayında emekliliğini isteyerek görevinden ayrıldı. Ancak devletimizin ona ihtiyacı vardı. Onun bilgisine, görgüsüne… 26.05.2017 tarihli Bakanlar Kurulu Kararıyla T.C. Başbakanlık Kamu Görevlileri Etik Kurulu üyeliğine tayin edildi bu sebeple. Aynı zamanda Başbakanlık Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu üyeliği görevini de yürüttü. Ta ki şu elim kaza vuku bulana kadar.
“Saru Saltuk’u bilmeden ve Saltuknâme okumadan, Yahya Kemal’i okumadan tarihimizin ruhuna inmek mümkün olabilir mi? Arif Nihat Asya olmadan, Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun serisini bir kenara koymadan bu medeniyet anlaşılabilir mi?” diyordu Haluk Hoca. Çanakkale’yi, Malazgirt’i hatta Sarıkamış’ı anlamadan tarihin doğru yorumlanamayacağını ifade ediyordu. Kendi kültürümüz ve öz benliğimizin Batı kültürünün emperyalizminden kurtarılması gerektiğini müdafaa ediyordu hep. Daha bir lise talebesiyken 1976 senesinde Çatı dergisine bu minvalde bir makale yazıp kompozisyon yarışmasında birinciliği de elde etmişti. Yazı hayatına başladığı ilk makalesinin başlığı bütün hayat felsefesini özetliyordu aslında: “Kültür Emperyalizmi ve Batı’nın Yeniçerileri!”
Zaman bir bir alıyor aramızdan üstadlarımızı. At izinin it izine karıştığı memleketimizde zihin gemimizin kaptanları kendimizle baş başa bırakmaya başladı bizleri. Allah’tan yeni rota çizecek dürüst insanların sayısının artmasını niyaz ederken Haluk Dursun Hoca’nın mekânın mübarek olmasını diliyoruz.
KİTAP TANITIM
Haluk Dursun, Nil’den Tuna’ya Osmanlılar, Timaş Yayınları
“Bu kitabımın ismini koyarken Nil ve Tuna’yı seçtim. Nil Nehri alsın bizi Afrika’nın derinliklerine kadar götürsün, oradan Kuzey Afrika’ya getirip Akdeniz’de dinlendirsin diye. Karşısına Tuna’yı kondurdum. Avrupa’nın Alaman Dağları’ndan kopsun gelsin, bütün Balkanlar’ı geride bırakarak Karadeniz’e, oradan Boğaziçi yoluyla Akdeniz sularında Nil’le kavuşsun diye.”
Rahmetli Haluk Dursun kitabının ismini koyarken muhtevasından da haber veriyor bize. İki nehir arasındaki iki ayrı coğrafyada yaptığı gezilerden derlenen notlarla ortaya çıkmış olan eser, bizleri koskoca bir imparatorluğun mirası üzerinde dolaştırıyor. Osmanlı’dan kalma köprüler, camiler, çeşmeler, imaretler, sokaklar, âdetler, yemekler ve törenleri canlandırıyor okurun gözünde.
Kudüs’ten Kahire’sine, Mekke’den Medine’sine kadar Ortadoğu’da; Üsküp’ten Kosova’ya, Elbasan’dan Tiran’a, Selânik’ten Yanya’ya, İstanköy’den Rodos’a, Estergon’dan nazlı Budin’e kadar Vardar boylarında, Rusçuk’dan Silistre’ye, Deliorman’ların Razgrad’ından Koca Balkanlar’da Tuna boylarında ve Prut kıyılarında Osmanlı’nın izlerini arıyor.
Haluk Dursun, İstanbul’da Yaşama Sanatı, Timaş Yayınları
Dünyanın iki büyük imparatorluğuna payitahtlık yapmış bir şehir İstanbul. Bu yetmemiş tabiatın ona sunduğu güzelliğin üzerine büyük sanatkârın eserleriyle de çehresini güldürmüş. Geçen yüzyıllar bu şehri her bakımdan yıpratmış, çaptan düşürmüş ama cami yıkılmış mihrap yerinde kalmış tabir caizse. Eser, İstanbul’u yeniden tanımaya ve keşfetmeye davet ediyor bizleri. Sürekli göç alan, İstanbulluyum diyenlere alaylı ifadelerle bakanların arttığı bir devirde ‘İstanbulluluğun’ kıymetini anlatıyor.
İstanbul’un ağacı erguvan denir. Peki kim hayran hayran seyreder İstanbul’da erguvanı? Bülbüllerin ötüşlerini dinlemenin, Boğaz’da mehtabı izlemenin zevkine kim eriyor ki modern hayatta. Üsküdar’dan yükselen İstanbul tavrı ezanın lezzetini hangi kulak alabiliyor söyler misiniz? İstanbul’da yaşamak bir sanat oysa… Bir hayat felsefesi olanların, yücelerin sanatına adım atmak önce satırlardan başlayacak anlaşılan. Haluk Dursun’un satırlarından…
Haluk Dursun, Boğaziçi’nde Kırk Yılım, Kapı Yayınları
Merhumun daha küçük bir çocukken Naima Sultan Yalısı’nda geçirdiği bir geceyle başlayan eser, ömrü boyunca süren Boğaziçi sevgisini samimi ve zarif bir üslupla dile getirişiyle devam ediyor. Abdülhak Şinasi Hisar’ın nefis Türkçesi ile kaleme aldığı Boğaziçi Mektupları’ndan sonra keyifle okuyacaksınız kitabı emin olun. Boğaziçi’yle ilgili Dursun’un tecrübelerini, hatıralarını, duygularını nasıl zarif ifade ettiğini göreceksiniz kitapta. Boğaz’ın insanlarını, balıklarını, kuşlarını, ağaçlarını, şarkılarını sevgi ve heyecanla anlatışını müşahade edecek ve bir defa daha rahmet okuyacaksınız kendisine.