Zamanda yolculuk…
Bazı anlara, bazı günlere yahut hayatınızın belli bir dönemine geri dönebilmek nasıl dayanılmaz bir arzudur içimizde.
İşte Gerçek Hayat’ta yazdığım günleri, o ruh halimi, hep daha mahcup bir ‘keşke’ ile anıyorum.
Her Ankara gazetecisine, hatta neredeyse Ankara’da yaşayan herkese yüklenen ‘kasvetli gömlek’, o günlerin Gerçek Hayat kadrosundaki güzel insanlar eliyle sırtıma giydirilse de, o günlerde yazdıklarımın, aktardığım notların tadını, kokusunu, ruhunu hep arayacağım.
Bir dergide bulunmanın dayanılmaz güzellikleri vardır. Önünüzde koca bir hafta, en azından son sayıyı elinize aldıktan sonra temiz bir beş gün vardır. Şöyle bir nefes alıp azıcık başka şeyler yapayım dediğiniz anda, o güzellikler, dayanılmaz zorlukların kapısını aralar. Baskıya saatler kala yetiştirmek için çırpındığınız yazılar, Ali Gümüş’ün sabrını bile tüketmeye başlamıştır çoktan.
Gerçek Hayat’taki ilk yazıların ardından, biri müstear isimle olmak üzere haftada iki yazı, nasıl titiz ve kılı kırk yaran bir okuyucuyla karşı karşıya olduğunuz, Ankara’nın okuryazar mekânlarında bazen sertçe yüzünüze çarpar. Eyvallahsız, eğip bükmeden sözünü söyleyen okuyucuyla karşılaşmak duvara toslamaktan beterdir bazen. Hani yazdığınıza yazacağınıza pişman olacağınız türden bir kaza misali. Hepsi bir sıcak çayın ardından “Esasen şöyle azizim” diye başlayan sohbetlere, “şunu desen yine olurdu” kulak çekmelerine katlanırsanız eve kucağınızda birkaç yazılık notla, kulisle dönmektir nihayetinde.
Devamı Gerçek Hayatın yeni sayısında!