Üçüncü Dünya Savaşına hiç olmadığı kadar yakınız, belki de etrafında dolanıyoruz. Bir başka Gavrilo Princip’in ortaya atılıp o ilk kurşunu patlatmasını bekleyen bir hali var dünyanın. Kimsenin sorumluluk almak istemediği bir savaş bu. Çünkü, herkesin kaybedecek çok şeyi var. Özellikle de 300 yıllık hakimiyetinin son demlerini yaşadığı görülen Batı egemenliğinin. Küresel alanda adeta bir Rus ruleti oynanıyor. 2. Dünya Savaşı, iki atom bombasının Japonya’ya atılması ile Doğu Asya’da sona ermişti. 3. Dünya Savaşı, Doğu Asya’da bu sefer nükleer başlıklı füzelerin ateşlenmesi ile mi başlayacak? Kore Yarımadasında; ABD, Çin, Rusya, Kuzey ve Güney Kore’nin dâhil olduğu ve her geçen gün yükselen gerilim, bu ihtimalin hiç de görmezden gelinecek bir şey olmadığını gösteriyor. Birinci Dünya Savaşı’nı bir kurşun, İkinci Dünya Savaşı’nı Nazi Almanya’sının tankları başlatmıştı. Üçüncü Dünya Savaşı ise pekala füzelerle tetiklenebilir.
Kaide şudur; tarih boşluk kaldırmaz. Devletler gibi sistemler de, doğar, gelişir, büyür ve ölür. Pers İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu, İslam dünyasının yükselişi ve Osmanlı Devleti’nin belirleyici hakimiyeti, sonrasında Batı dünyasının yükselişi aktörleri değişen bir oyunun yeniden sahnelenmesi. Son olarak dünyamız üzerinde hakimiyeti kuran Batı sistemi de iki safhalı bir rol değişiminin ürünü. İlk safhada İngiliz İmparatorluğu, dünya hâkimiyetinin anahtarını elinde tutarken, 1945 sonrası bu hâkimiyet ABD’nin eline geçti. Sovyetler Birliği ile yaşanan Soğuk Savaş ile iki kutuplu bir dünya egemenliği mücadelesi, nükleer füzelerin hakemliğinde yaşandı. Dehşet Dengesi denen bu düzende iki süper güç, karşı karşıya gelmek yerine, bilek güreşini vekâlet savaşları, Hollywood, askeri darbeler vb. üzerinden yürüttüler.
ABD hegemonyasının çözülüşü
Her ne kadar Soğuk Savaş’ın sona erdiği tarih olarak 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması olarak kabul edilse de, Soğuk Savaş ile kurulan ABD hegemonyasının sona ermesini Irak’ın 2003 yılındaki işgali ve 2008 yılında Batı yarımküreyi sarsan küresel finans krizine tarihlemek mümkün. İki gelişme de ABD’nin mevcut siyasi, askeri ve ekonomik gücünün 21. yüzyılda tek başına bir hegemon güç olmasını sağlamaya yeterli olmadığını ortaya koydu. Buna karşın, Son 30 yılda ekonomik olarak süper güç seviyesine çıkan Çin, siyasi ve askeri gücünü de geliştirirken, Vladimir Putin’in iki binli yılların başında Kremlin’de kontrolü sağlaması ile siyasi kaostan çıkarak, Sovyetler Birliği’nin etki alanlarında varlığını hissettirmeye başladı. Bu gelişmelere ek olarak, Türkiye, Brezilya, Hindistan gibi bölgesel güçlerin de klasik ittifak bağlantılarından ayrışarak daha bağımsız ve özgüveni yüksek bir siyaset izlemeleri de, 1945’te Yalta’da güncellenen Batı ittifakı düzeninin sona erdiğini ilan ediyordu.
ABD’nin Barack Obama döneminde hem müttefiklerine hem de rakiplerine verdiği pasif mesaj, küresel düzeyde her ülkenin hesap ve stratejilerini gözden geçirmesine sebep oldu. ABD’nin artık küresel düzeyde belirleyici güç olmayacağına ilişkin görüntü, başta Çin ve Rusya olmak üzere diğer ülkeleri güç politikalarına yöneltti. ABD tüm küresel alanda bıraktığı boşluk, söz konusu iki ülke ve diğer bölgesel güçler tarafından doldurulmak istendi veya zorunda bırakıldı. Rusya bu boşluğu Vladimir Putin liderliğinde önce Kafkasya, sonra Kırım, son olarak da Suriye’de ilhak ve müdahaleler ile kendini belirleyici güç konumuna yükselterek kullandı. Çin ise aynı dönemde hem küreselleşmenin nimetlerinden sonuna kadar yararlanarak, ekonomik gücünü birkaç kat artırdı, hem de Güney Çin Denizi, Doğu Asya’da egemenlik alanlarını de facto olarak genişletti. Bunun yanında ABD’nin arka bahçesi olarak nitelenen Latin Amerika ile Batılı güçlerin sömürü alanı Afrika’da da ilişkilerini güçlendirdi. Yine İran gibi ABD’nin kurduğu sistemden dışlanan ülkeler de nüfuz alanlarını artırma cesaretini kendilerinde buldular. İran, Irak’tan, Suriye’ye ve Yemen’e kadar müdahaleci ve mezhepçi politikalarını genişletme imkânı edindi. Yine DEAŞ gibi bir terör örgütü, küresel güç boşluğundan yararlanarak Ortadoğu’nun kalbinde, toprak hâkimiyeti esaslı bir yapılanmaya gitme imkânı buldu. Aslında tüm bu manzara daha önce de yaşanmıştı. Sadece aktörleri farklıydı. Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı’nda, ya ulusal birliğini yeni sağlamış güçler, statükoyu test etmiş ya da bir önceki yenilginin rövanşını almak isteyen ülkeler savaşın tetikçisi olmuştu. Bu dönemlerin bir başka ortak noktası ise, kimsenin bir dünya savaşına ihtimal vermemesi idi!
Küresel depreme yol açacak fay hatları
Tarih gösteriyor ki revizyonist bir gücü, ödünler vererek ya da onun sistem aleyhine girişimlerini görmezden gelerek, savaştan kaçınmak mümkün değil. Peki küresel alanda, üçüncü dünya savaşını tetikleyecek potansiyel fay hatları nerede mevcut? Bir çırpıda, yeni bir dünya savaşına yol açabilecek gerilim alanlarını saymak mümkün. Bunlardan biri Ukrayna. Rusya, önce ülkenin en stratejik bölgesi, Kırım’ı ilhak ederek, bir Karadeniz gücüne dönüştü. Şimdi de desteklediği ayrılıkçı güçler vasıtasıyla ülkenin doğusunda da söz sahibi bir konuma yükseldi. Bunun karşısında ABD-Avrupa ekseni şimdilik diplomasi ile yanıt veriyor. Ama tek bir kıvılcımla tüm Avrupa’yı Baltık kıyılarından, Karadeniz’e kadar içine alan bir savaşa neden olabilir.
Diğer bir fay hattı, ilk dünya savaşının da çıkış nedeni olan Balkanlar. Doksanlı yılların ardından, yeniden bu coğrafyada Rusya-Batı mücadelesi kendini göstermeye başlamış durumda. ABD Başkanı Donald Trump’ın, Karadağ’ın NATO üyeliğini onaylaması ve Rusya’nın Sırbistan’a modern silahlar satacağını açıklaması, bölgedeki gerilimi gittikçe yükseltiyor. Bu gerilime, Sırbistan-Kosova-Arnavutluk; Sırbistan-Bosna denklemlerini de eklersek, fay hatlarında biriken enerjiyi anlamamız kolaylaşır.
Filistin işgali yangın çıkarabilir
Üçüncü enerji birikiminin merkeziyse kadim şehir Kudüs. Trump yönetiminin ABD Büyükelçiliğini Tel-Aviv’den Kudüs’e taşıyabileceğine dönük açıklamaları, İslam dünyası ve Arap coğrafyasındaki ülkeler tarafından tepkiyle karşılanmış durumda. Yine, İsrail’deki ırkçı Netanyahu yönetiminin, başta Kudüs olmak üzere, Filistin topraklarındaki işgali hızlandırması her an bir kıvılcımı ateşleyerek, bölgesel bir savaşın ve sonrasın büyük güçlerin dâhil olduğu bir dünya savaşını tetikleyebilir.
Dördüncü kritik nokta, günümüzde kanlı bir iç savaşın yaşandığı Suriye ve Irak ekseni. Mevcut durumda burada mikro bir dünya savaşı veriliyor da denebilir. Küresel alanda kim aklınıza gelirse bir şekilde iki ülkeye de müdahil durumda. Son alarak, günümüz sıcak konusu Kore yarımadası. Teknik olarak hala savaş halinde olan, Kuzey Kore ile ABD/Güney Kore ekseninde gerilim her geçen gün artıyor. Pyongyang yönetiminin yılbaşından beri ardı ardına gerçekleştirdiği füze denemeleri, ABD ve Güney Kore’nin ortak askeri tatbikatlar ile cevabı, yüksek irtifa hava savunma sisteminin (THAAD) konuşlandırılması, ABD’nin bölgeye uçak gemilerini yönlendirmesi yaklaşan fırtınanın habercisi sanki.
Nükleer füze mi tetikleyecek?
Yukarıda belirttiğimiz tüm bu fay hatları, hegemon bir gücün varlığı altında belki sıcak bir savaşa dönüşmeden kontrol altında tutulabilirdi. Daha da önemlisi artık nükleer füzelerin Kuzey Kore ve İsrail gibi çılgın ülkelerin elinde olması. Bugün dünya üzerinde nükleer silahlara sahip ya da sahip olduğu düşünülen sekiz ülke var. Bunlar sırasıyla, Rusya, ABD, Fransa, Çin, İngiltere, Pakistan, Hindistan, İsrail ve Kuzey Kore. Rusya, ABD, Fransa, Çin ve İngiltere, nükleer silahların kontrolü anlaşmasına taraf ülkeler. Pakistan, Hindistan, İsrail ve Kuzey Kore ise bu anlaşmaya dâhil değiller. 2015 verilerine göre sadece Rusya ve ABD toplam 15 bin nükleer başlığa sahip. Bu sayıda bir nükleer silah dünyamızı birkaç kez yok etme kapasitesi demek. Yine İsrail’in 80 kadar, Kuzey Kore’nin de en fazla 10 tane nükleer silaha sahip olduğu düşünülüyor.
İsrail veya Kuzey Kore gibi uluslararası sistem tarafından denetlenmeyen iki kontrolsüz gücün elinde bulunan nükleer silah kapasitesinin tüm dünya için bir tehdit olduğu açık. Özellikle bu iki ülkenin çevresi için sürekli güvenlik problemi ve gerilim oluşturduğu düşünüldüğünde. Şimdi o soruyu yeniden sormanın zamanı. Üçüncü Dünya Savaşı bir nükleer başlıklı balistik füzenin tetiklemesi ile mi başlayacak? Bu soruya küresel gelişmeleri ve güç dengelerinde yaşanan değişimi gören, okuyan hiç kimse, “hayır” yanıtını veremez. Dünyamız, hiç olmadığı kadar yeni bir dünya savaşına yakın. Bu tehlike dünyamızı teğet mi geçecek, yoksa insanoğlu kendi felaketine bir kez daha mı sürüklenecek onu zaman gösterecek. Ama eğer bir savaş patlak verirse, tarih, “Üçüncü Dünya Savaşını bilmiyorum ama Dördüncü Dünya Savaşı taş ve sopalarla yapılacak” diyen Albert Einstein’ı haklı çıkarabilir.