Cezayir, Sudan ve Libya’da yeni bir Arap Baharı’ndan söz etmek için henüz çok erken. Libya’da zaten bu sürecin yaşanması oldukça zor. Sudan ve Cezayir’de gerçekleşme ihtimali biraz daha yüksek. İkinci Arap Baharı’nın en büyük handikabı, Tunus dışında kötü bir deneyim yaşanması ve bu yeni dalganın sadece kendi ülkeleri ile sınırlı kalacak olması.
Cezayir, Sudan ve Libya’daki gelişmeler şimdiden 2019’a damgasını vurmuş görünüyor. Bazı uzmanlar Arap Baharı’nın ikinci dalgasının başladığını söylüyor. Hatırlanacağı gibi ilk Arap Baharı, Tunus sokaklarında üniversite mezunu bir seyyar satıcı gencin kendini yakması ile başlamış ve Zeynelabidin bin Ali’nin 23 yıldır baskı ve otorite yönetiminin sonunu getirmişti.
Arap Baharı’nın iddiası, demokrasi, eşitlik, insan hakları, ekonomik kalkınma ve işsizliğin sona erdirilmesiydi. Fakat Tunus dışında hiçbir Ortadoğu ülkesinde ne demokrasi ne de özgürlüklerin sağlanmasında adımlar atılabildi. Aksine Batı güçleri ve Körfez siyasetinin devreye girmesi ile Arap Baharı, yerini Mısır’da Sisi askeri darbesine, Libya, Suriye, Yemen’de iç savaşa bıraktı. Yüzbinlerce kişi hayatını kaybetti, adı geçen ülkelerde insanlar daha fazla yoksullaştı ve başta Türkiye olmak üzere çevre ülkelerde mülteci haline geldiler.
Hafter, önüne çıkanı deviriyor
Sudan’da devrik Cumhurbaşkanı Ömer el Beşir’e askerlerin darbe yaparak yönetimi üstlenmeleri, General Hafter liderliğindeki Ulusal Libya Ordusu, Trablus’taki Fayiz es Serac’ın hükümetini devirebilir mi? Bu gerçekleşirse ikinci Arap Baharı başlar mı, merak konusu. General Hafter’in kuracağı rejimin, darbeci Sisi’ninkinden farklı bir yönetim olmayacağı noktasında oldukça fazla delil var. Çünkü Hafter, Trablus yönetimini yıkmak için, önüne çıkan her şeyi insan hakları ihlali gözetmeden devirmeye devam ediyor.
General Hafterin hükümeti BM tarafından tanınmıyor ve sözde ülkedeki ikiliği sona erdirmek için ulusal askeri bir hareket düzenliyor. Arap Baharı’nın amacı farklılıkları dikkate alarak ulusal bir uzlaşmanın sağlanmasıydı. Önüne çıkan her askeri öldürmeye yeminli bir generalin demokrasi, barış, insan hakları gibi söylemleri Libya’da hâkim kılması zor görünüyor. Ancak tutarsız Avrupa Birliği yöneticileri, bir oldubitti yaparak Mısır’daki Sisi benzeri bir idarenin meşru olacağı saçmalığını bize yutturmak isteyebilirler.
Libya’ya insani açıdan bile bakmıyorlar
General Hafter’i destekleyen ülkelere baktığımızda Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Fransa ve İtalya’yı görüyoruz. Şu andaki Beşir yönetimine karşı darbe yaparak iki yıl içerisinde sivil yönetime geçileceğini söyleyen generalleri destekleyenler de aynı ülkeler. Bu ülkelerin otak özelliğine baktığımızda bölgede ılımlı İslamî unsurlara dahi tahammül edemeyenler olduklarını görürüz. Rusya ve Fransa Libya’nın petrolüyle ve ne kadar silah satacakları ile ilgilenirken, körfez devletleri Ortadoğu’da sömürgecilerin taşeronluğunu yaparak yeni bir bölgesel güç olma niyetindeler.
Libya’da yeni bir Arap Baharı’nın çantadan çıkması zor görünüyor. CIA’nın kontrolünde olduğu iddia edilen bir generalin halka özgürlük ve demokrasi getirmek gibi bir lüksü de yok. Eğer ABD ve Avrupa devletleri Libya konusuna bırakın özgürlük penceresinden bakmayı, insani açıdan bile bakmadıkları görünüyor. Eğer Libya’da Fransa benzeri bir yönetim kurulması arzusunda olsalardı; Libya’yı bir mülteci pazarına çevirmezlerdi.
Sivillerin yönetim tecrübesi yok
Sudan’da nasıl bir yönetime geçileceği ise hâlâ belirsizliğini koruyor. Askeri Geçiş Konseyi üyeleri Meslek Birliği Örgütü ve siyasi partilerle görüşüyor ama henüz ufukta Sudan halkının istediği bir yönetim tarzı görünmüyor. Her gün gösteriler şiddetlenerek artsa da askerlerin nereye kadar müsaade edecekleri, hangi şartlarda ve çerçevede sivillerle uzlaşacakları da muamma.
Sudan’da en etkili muhalefet gücü siyasi partiler değil Meslek Birliği Örgütü’ydü. Sokaklara hâkim olan grup, ulusal diyaloğun sağlanmasında başat rol oynamasına rağmen, henüz istediklerinin tamamını Geçici Askeri Konsey’den aldıkları söylenemez. Öncelikle gösterileri yapan bu örgüt herhangi bir siyasi parti olmayıp, meslekî sendikal grup olduğu için siyasi bir tecrübeye sahip değildi.
Sudan’da askerin önlenemez siyasi bir gücü var. Bu gücün alternatifi de şimdilik gözükmüyor ve Sudan’ın reel siyasetinin tecrübesizlere bırakılması kolay değil. Sudan kendi baharını gerçekleştirecekse, yine askeri ve bürokratik geleneğine ihtiyaç duyacaktır.
Sudan halkı iki durumla karşı karşıya bırakılacak; ya siyasi özgürlükler verilecek, ya da ekonomik iyileştirme, kalkınma, istikrar, güvenlik. BAE ve Suud yönetiminin araya girmesi ikincisinin gerçekleşme ihtimalini gösteriyor. Suud ve BAE’nin desteği ile ekonomik iyileştirmeler yapılarak yeni bir Arap Baharı’nın önü kesilmek istenecektir. Fakat göstericiler işsizliğin önlenmesini isterken aynı zamanda askeri yönetimin de sona ermesini istiyor. Peki, siviller iktidara geldiklerinde çöküntü içindeki Sudan ekonomisini iyileştirmek için kimden destek alacaklar?
Sudan, İhvan tarafından yönetilmiyor
Sudan için yapılan en yanlış yorumlardan biri de ihvan tarafından yönetildiği iddiası. Oysaki Beşir yönetimi, Sudan İhvanı’nın yönlendirdiği bir yönetimden uzaktı. İhvan’ın belirli bir dönem Beşir’e destek verdiği doğrudur, fakat Beşir’in oluşturduğu koalisyona karşı çıkanlar da İhvan mensupları oldu. Sudan’da son iki yıl içerisinde 2000’den fazla İhvan’a mensup kişi sınır dışı edildi.
Beşir’in diğer devlet adamları ile ilişkilerine bakıldığında Mısır’daki Sisi yönetimi ile olan ilişkilerin Mübarek döneminden daha güçlü olduğu görülecektir. Son bir yıl içerisinde Beşir’in en fazla ziyaret ettiği ülke Mısır olmuş ve Mısır’la yapılan antlaşmaların sayısı Türkiye’nin iki katından fazladır. Beşir’e karşı Aralık ayının sonlarında yapılan gösterilerde, Sisi yönetimi açıktan Beşir yönetimini desteklediğini ifade etmişti.
Sudan halkı Afrika ülkeleri içinde İslamî duyarlığa sahip toplulukların başında gelir. Beşir yönetiminin bazı İslamcı gruplarla ittifak kurması, Sudan halkının mesuliyeti olarak görülemez. Sudan halkının ihtiyaç duymadığı ve karşı çıktığı seküler milliyetçi, sol yaklaşımın Sudan gerçeğinde bir karşılığı yoktur. Gösterilere bakıldığında camilerin ve imamların protestolarda önemli bir rol oynadığını görmekteyiz. Hâkim çoğunluk ve duyarlılığa bakıldığında, Sudan devriminin İslami bir çizgide devam edeceği anlaşılıyor.
Rahmetli Hasan Turabi’nin 1989’dan 1999’a kadar Beşir’le koalisyon içinde Sudan yönetiminin aktörlerinden biri olduğu doğrudur. Fakat bu tarihten sonra Turabi, istenmeyen adam ilan edilerek hapsedildi ve vefatına kadar Beşir’e karşı en büyük muhalefeti gerçekleştirdi. Turabi hareketinin ilk on yılını görüp, daha sonraki muhalefetin baş aktörü olduğu 17 yılı görmemek, art niyetli bir yaklaşımı ortaya çıkarmaktadır.
Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak
Sudan’ın her şeyden önce ulusal bir diyaloğa ihtiyacı var. Bu ulusal diyalog da sivil toplum temsilcileri, dini gruplar, askerler ve siyasi partiler olmalıdır. Sudan halkı 30 yıl boyunca Beşir yönetimine mahkûm kaldı. Şimdi yeni bir mahkumiyet yerine insanca yaşayabileceği adımların atılmasına ihtiyaç var. Yağmurdan kaçarken doluya tutulma riski var ve bu riske karşı tedbir almanın yolu tüm unsurların yer aldığı ulusal uzlaşmadan geçer.
Sudan’da geçiş dönemi çok önemli. Hızlı bir sivil yönetime geçişin faydaları olduğu gibi zararları da olabilir. Fakat uzun süren bir geçişin zararları olacağı, askeriyenin kurumlar üzerindeki etkisinin daha da süreceği aşikar. Askeri Geçiş Konseyi’nin, istihbarat başkanını, devlet medyasının üst düzey yöneticilerini vs değiştirmesi olumlu gözüküyor. Fakat asıl yapılması gereken sivil yönetim için anayasanın da sivil anayasaya dönüştürülmesi olacaktır.
Sudan’da göstericilerin ve askerlerin kafasının hâlâ karışık olduğu görülüyor. Erken bir darbe süreci olmamasına rağmen, iki tarafın da hazırlıksız yakalandığı bir izlenimi var veya ordu kendini öyle göstermek istiyor. Sonuçta Sudan’da ikinci Arap Baharı’nın başladığını söylemek için henüz erken. Hâlâ darbe süreci devam ediyor ve bu darbe sürecini askerler idare ediyor.
Rejim de değişmeli
İkinci Arap Baharı’na en yakın devlet şimdilik Cezayir görünüyor. Buteflika’yla birlikte istihbarat ve anayasa mahkemesi başkanlarının istifası, sivil yönetimin kurulabileceğinin belirtisi. Fakat Cezayir’de hâkim güç askerler ve istihbaratla birlikte, bağımsızlıktan beri ülkeyi yöneten Ulusal Kurtuluş Partisi. Evet, 20 yıllık Buteflika yönetiminin halkın isteği ile 3 Nisan’da sona ermesi, baharın ilk meyvelerini verdiğini gösterdi.
Buteflika’nın gitmesi, Cezayir’de yeni bir dalgayı başlatmasını mümkün kılsa da, Cezayir’de asıl sorun muhalefetin yeterince güçlü olmaması. Cezayir’deki göstericiler, muhalefetten bağımsız hareket ettiler ve herhangi bir siyasi angajmana kapılmadılar. Sudan’daki göstericilerden daha çok ne istediklerini biliyorlar ve kafaları o kadar karışık değil. 12 Nisan’da milyonları toplayarak yapılan gösterilerde mesaj oldukça netti; Buteflika’nın gitmesi yeterli değil, rejim de değişmeli. Cezayir’deki iktidar partisi rejimin zaten kendisi. İktidar partisinin de rejimi değiştirmek gibi bir niyetinin olmadığı ama halkın desteğini almak gibi bir isteğinin de olduğu görünüyor.
Cezayir’de ordu, Sudan ordusuna karşı daha temkinli yaklaşıyor ve göstericilerden önce değişimin ilk sinyalini onlar veriyor. Yalnız ordunun bu derece etkin olması, ikinci bir Arap Baharı’nın başlaması için yeterli değil. Muhalefetin göstericilerle hareket etmesi dalgalanmayı hızlandırabilir, fakat muhalefetin ne kadar gücü olduğu da belirsiz.
Her üç ülkede de yeni bir Arap Baharı’ndan söz etmek için henüz çok erken. Libya’da zaten bu sürecin yaşanması zor. Sudan ve Cezayir’de gerçekleşme ihtimali biraz daha yüksek. İkinci Arap Baharı’nın en büyük handikabı, Tunus dışında kötü bir deneyim yaşanması ve bu yeni dalganın sadece kendi ülkeleri ile sınırlı kalacak olması.