Gazzâlî ve Nizâmü’l-Mülk’ün mezarları hâlâ harap

İmam-ı Gazzâlî’nin mezarı 2009 Aralık ayında bulunmuştu. Aradan 10 yıl geçmesine rağmen ihyasına yönelik hiçbir gelişme yaşanmadı. Özellikle de din ilimlerinin zirvesi kabul edilen ‘İhyâu ulûmu’d Dîn’ adlı meşhur eseri ile tanıdığımız Müslümanların en şöhretli âlimlerinden İmam-ı Gazzâlî’nin kabrinin içler acısı halini yaklaşık geçtiğimiz yıl gzt.com/Mecra’da gündeme getirmiştik. Ardından Meşhed Başkonsolosluğumuzun yetkililerinin konuyu yakînen takip ettiklerini ifade etmişlerdi. Aradan bir yıla yakın bir süre geçmiş olmasına rağmen hâlâ bir netice elde edilemedi.
2018’in sonlarında Türkiye ile İran arasında düzenlenen Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi kapsamında ele alınacağı yönünde ümit verici beyanlar olmuş ise de henüz mesafe kat edilemediği ortada. Ne olursa olsun, konunun ehemmiyeti bu meseleyi tekrar gündeme getirmeyi gerektiriyor.

MEZARIN BULUNMASI

Gazzâlî’ye ait olduğu konusunda neredeyse emin olunan mezar bundan yıllar önce, 2007’de ortaya çıkartılır. Oldukça geniş ve tenha bir alanda bulunan mezarın ortaya çıkma hikâyesi ise bir hayli ilginçtir. Elimizdeki bilgiye göre, daha mezar keşfedilmeden otlaması için getirilen hayvanlar yüksekçe bir tümseğin üzerine çıkarak dinlenmek için burayı tercih ederler. Bu durum o kadar tekrar eder ki insanların ilgisini de çeker. Tabi bu bir kısım insanların akıllarına da burada herhangi bir hazine olup olmayacağı sorusunu getirir. Hatta bunlardan biri bunu öylesine ciddiye alır ki denemekten zarar gelmez diyerek buraların mülkiyetini alarak gizli bir şekilde kazı çalışmalarına başlar. Tabi insanların böyle düşünmeleri çok da yersiz değildir. Zira burası yani Meşhed şehrinin 45 km uzaklığında yer alan Tûs, târihî bir şehirdir ve böyle ihtimallerin aslında çok da abartılı olmayacağı zenginliğe sahip bir yerdir.
Kazı esnasında gömü yerine târihî bir yapı ile karşılaşan bu kişi durumu yetkililere bildirir. Zira tamamen vakıf arazisi olan ve İran’ın en büyük vakfı olan Estân-ı Kuds tarafından yönetilen Meşhed topraklarında bir gömü faaliyetinde bulunmak, bunu yapan kişiye ciddi sıkıntılar yaratabilir. Bu kişi de bundan dolayı olacaktır ki yetkilileri uyarma konusunda zaman harcamaz. Sonrasında yapılan inceleme ile profesyonel bir kazı ekibi burada yaptığı çalışma neticesinde kümbetin temellerini ortaya çıkartır

GAZZÂLÎ’NİN MEZAR KİTÂBESİ

İran’da Gazzâlî’ye ait olduğu düşünülen başka mezarlar da olmakla birlikte buralar yalnızca makam olma özelliği taşıyor. Mesela bunlardan biri, bulunan mevcut mezarın sadece birkaç km. uzaklığında, Abbâsî halifesi Hârûn er-Reşîd tarafından yapılması dolayısıyla bu isimle anılan Hârûniyye adlı bir medresenin avlusundadır.
Burası 2007 yılında mezar bulunana kadar Gazzâlî’nin mezarı olarak gösterilen yerlerin başında gelir. Hatta İslam Ansiklopedisi’nde Mustafa Çağrıcı tarafından yazılan “Gazzâlî” maddesinde bile kendisinin mezarı olarak burası gösterilir. Fakat bu makalenin yer aldığı 13. cilt 1996 yılında neşredilir. Tabi yeni bulunan mezarla bu konu üzerindeki tüm şüpheler giderilmiş olur. Zira yeni bulunan yer her şeyin başında Gazzâlî’nin mezarı konusundaki kaynaklara uyar. Çok daha önemlisi yapılan kazı çalışmalarında Gazzâlî’nin mezar kitâbesinin de çıkmasıdır. Ayrıca yine elimizdeki kaynaklarda geçtiği üzere Gazzâlî ile birlikte aynı alanda bulunan dört öğrencisinin de mezarlarına bu kazılar esnasında karşılaşılır.
Elimizde kesin olarak diyebileceğimiz bir şey varsa, o da buranın neredeyse kesin bir şekilde Gazzâlî’ye ait olduğu konusudur. Aslen sekizgen, Selçuklu mimarisi özellikleriyle inşa edilmiş olan kümbetin temelleri buranın bir zamanlar nasıl bir yapı olduğu hakkında fikir verir. Burası muhtemelen 13. yüzyılın ilk yarısında bu topraklardan da geçen Moğolların yıkımına uğramaktan kurtulamamıştır. Kümbetin yıkık durumu bununla izah edilir.

GAZZÂLÎ TÜRKLERİ BEKLİYOR

Mezar bulunmuş olmakla birlikte tamir ve ihyâsı yönünde neredeyse hiçbir girişim yapılmış değil. Yapılanların tamamı ise kimi yerlere yapılmış çirkin bir betonlama, telle etrafını çevirme, tepesini de basit bir metalle kapatmaktan ibaret. Bu haliyle zaten oldukça tenha bir yerde bulunan mezar adeta terk edilmiş bir izlenim veriyor. Zira dediğimiz gibi mezarın bulunmasının üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen hâlâ dişe dokunur bir şey yapılmadı ve öyle görünüyor ki İran tarafının bir şey yapma konusunda da pek bir isteği yok.
İran’a gerek sözlü gerekse de resmî yaptığım başvuruların hiçbirisinden herhangi bir netice elde edilemedi. Mezarları sadece bir kişinin naaşının yattığı yerler olarak değerlendirmemek gerekir. Özellikle Gazzâlî gibi kişilerin mezarları aynı zamanda aslında bir fikrin canlılığını da devam ettiren, en basitinden ilgililerine ilham vermek gibi insanlara çok şeyler ifade eden yerlerdir. Bu yüzden merhum Gazzâlî (r.a.) Türkleri, özellikle de Recep Tayyip Erdoğan’ı bekliyor.

İRAN NEDEN İLGİSİZ?

İran Vakıflar ve Hayır İşleri Kurumu’nun geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamaya göre İran’da bugün 8167 imamzâde (İsnâaşeriyye imamlarının oğulları veya erkek torunları) türbesi bulunuyor. İmamzâde türbesi olarak lanse edilen pek çok türbenin ise ciddi kimi iddialara göre 1979 Şii Devrimi sonrası ortaya çıktığına inanılıyor.
Mezarların insanlar üzerindeki etkisini çok iyi bilen İran’da bundan dolayı mezarlara çok ciddi bir önem verilir. Ayrıca bu örnekte de görüldüğü üzere İran bundan azamî surette de istifade eder. Fakat konu Şii olmayan aksine Ehli Sünnet’in en önemli âlimlerinden olan İmam-ı Gazzâlî olduğu için İran ilgi göstermez ve göstermeyecek de. Böylesi dev bir ismin türbesinin ihyası istenmemesi mezhepçilikten başka bir mânâ taşımaz.

NİZÂMÜ’L-MÜLK DE ERDOĞAN’I BEKLİYOR

Ne yazık ki Gazzâlî örneği tek değil. Geçtiğimiz yılın Eylül ayında gittiğim İsfehan’da ziyaret etmek için aradığım ve zor zahmet nihayet bulduğum Nizâmü’l-Mülk’ün mezarı da -her ne kadar Gazzâlî’ninkinden birazcık daha iyi olsa da- aynı şekilde sahipsiz, dolayısıyla bakımsız. Bu nedenle Nizâmü’l-Mülk de Türkleri, özelde de Recep Tayyip Erdoğan’ı bekliyor.
Bilindiği gibi Nizâmü’l-Mülk Türklerin veziri. Gazzâlî ise muhtemelen Arap. Ancak her ikisi de ümmetin yüz akı. Aynı zamanda bizim medeniyet tarihimiz içerisinde de müstesna bir yere sahipler. Nizâmü’l-Mülk’ün devlet felsefemiz üzerindeki etkisi ile Gazzâlî’nin düşüncemiz üzerindeki etkisi tartışılmazdır. Özellikle Anadolu coğrafyasındaki Müslümanların Gazzâlî’den beslendikleri gerçeği bile kendisine ne kadar borçlu olduğumuzu göstermek bakımından yeterli bir örnektir.
İran’ın konuyla alakalı ilgisiz duruşu bu meselenin kendi haline bırakılmasını gerektirmemeli. Bu iki büyük isimden beslenen bir kültürün temsilcileri olarak gereken işi yapmayı üzerimize borç saymamız gerektiğini düşünüyor, bu şerefli işe ülke olarak bizim yani Türkiye Cumhuriyeti’nin el atması vaciptir. Türkiye olarak Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın konuya el atması meseleyi halledecektir. Yurtdışında başarıdan başarıya koşan TİKA’mızda bu türbelere sahip çıkacak güç ve irade zaten mevcut.
Bu durumda geriye İran ile temasa geçip sahaların ihyasını sağlamaktır. Bundan Müslümanların geneli kazançlı çıkacağı gibi en çok da İran karlı çıkacak. Bu hem maddi kazanç sağlayacağı gibi hem de Sünni dünya ve özelde de Türklerin İran’a bakışını değiştirecektir.

Benzer konular