Rusya’nın Türkiye algısındaki gerçeği yakalayabilmek için önemli bir vaka var. Simonyan vakası. Sputnik vakası da diyebilirdik aslında ama Simonyan’ın ifade ettiği anlamın yanında daha basit ve sıradan kalıyor. Yayına başladığı 2014 yılından bu yana Sputnik Türkiye’nin yayın çizgisi Türk-Rus ilişkilerinden neredeyse bağımsız, sabit bir seyir takip ediyor. Bu aralar nispeten yumuşamış olsa da Sputnik Türkiye okuru, Türkiye düşmanı herhangi bir haber portalını takip ettiğinde genelde pek yabancılık çekmiyor. Türkiye hakkında negatif algı oluşturmaya dönük haber dilinden bahsediyorum. Uçak krizinden bile neredeyse etkilenmeyen, günlük politik gelişmelerden bağımsız olduğu aşikâr bir durum bu. Karşımızda bizi alakadar eden ve de Putin’e oldukça yakın bir isim var: Margarita Simonyan.
Simonyan, 2005 yılında, henüz yirmi beş yaşındayken Russia Today’in başına getirilmiş yani bir anlamda “Putin’in sesi” olarak tercih edilmiş. Financial Times onu “Kremlin’in medya starı” ve “Batıya dönük propaganda faaliyetinin amigosu” olarak niteliyor. Peki, Simonyan’ın Türkiye ile alakası ne? Simonyan Krasnodar doğumlu olsa da kökleri Trabzon’a uzanıyor. Evet, o bildik soykırım hikâyelerinden biriyle daha karşı karşıyayız. Bakın, ne diyor Simonyan?
“Ailem, her yıl 24 Nisan günü 1915’te katledilen atalarımın hatıralarını anar. Ermenistan, atalarımın ülkesi. Kültürlerini, değerlerini, kendi kişisel varoluşlarını şekillendiren ülke. Milletim ve ailem büyük bir trajedi yaşadı. Ben doğduğumda o trajediye tanık olmuş kimi insanlar henüz hayattaydı. Bunlardan birisi de çok sevdiğim dedemin annesiydi. Kendilerine demokrasi diyen koca koca ülkeler bu trajedinin boyutlarını kavrayabilmiş değiller.”
Moskovabad istemiyoruz
Margarita Simonyan, 2013 yılında Komsomolskaya Pravda gazetesi için bir yazı kaleme aldı. Yazıda aşırı milliyetçi grupların başkentteki Müslüman sayısındaki artışa dikkat çekerek “Moskovabad bize lazım değil” pankartlarıyla gösteri yapmasını ele alan Simonyan, Rus kültürünün ve Hristiyan değerler sisteminin korunmaması durumunda, Rusya’nın Müslüman bir devlet haline gelme riskinden bahsediyordu.
“Rusya böyle yaşamaya devam ederse bir İslam ülkesi olacak” diye sızlanan Simonyan çare olarak “Ruslar için daha fazla çocuk yapmak ve asimilasyona başvurmaktan başka çare yok” ifadesini kullanıyordu.
Esed – YPG ittifakına çalışmak
Simonyan’ın Sputnik Türkiyesi bugüne dek PKK/YPG lehine pek çok habere imza attı. Şu günlerde yoğunlaştığı icraatlerden biri de Esed ile YPG arasında mümkün olabilecek en iyi yakınlaşmaya zemin hazırlamak. Nitekim 12 Eylül’de eski YPG danışmanı Rezan Hiddo ile konuşan haber sitesi, Suriye’nin Kamışlı kentinde Suriye ordusu ile YPG arasında yaşanan çatışmanın arkasında ABD olduğunu belirtiyor, bu çatışmayla Esed-YPG diyaloğunun hedef alındığını ifade ediyordu.
Haberin en dikkat çeken yerinde ise Rezan Hiddo’nun Suriye’de teröre karşı sadece Suriye ordusu ile YPG’nin mücadele verdiği iddiası öne çıkarılıyor; İdlib’e operasyonun gündeme geldiği bir zamanda Hiddo’nun “Teröre karşı bu güçler savaştı. Suriye Muhalefeti ve diğer güçler ise terörün yanında yer aldılar” ifadesi cilalı bir şekilde göndere çekiliyordu. Peşinden Esed’in adamı Şam Milletvekilli Ömer Osi’ye mikrofon uzatılıyor, o da ABD’nin YPG ile Suriye devleti arasında yapılan görüşmeleri istemediğine dikkat çekerek, görüşmelerin başarıya ulaşmasını istemediğini dile getiriyordu.
Moskova’daki PYD bürosu
24 Kasım 2015 tarihli uçak krizi sonrası bozulan Türk-Rus ilişkilerinin 27 Haziran 2016’da Erdoğan’ın Putin’e göndermiş olduğu mektupla yeniden rayına oturma sürecine girmesi arasında karşılıklı restleşmelerle geçen yedi aylık bir süre vardı. Bu yedi aylık süre zarfında yapılan restleşmelerin pek çoğu tabiri caizse rehabilite edildi, normalleşme sağlandı. Ancak bir konu var ki, sanki o yedi aylık süreç devam ediyormuşçasına aynı tablo ile sürekli muhatap olmaya devam ediyoruz. Rusya’ya vizesiz girme konusu değil mesele olan. Daha can sıkıcı bir durum. 24 Kasım ile birlikte girilen alacakaranlık kuşağında Rusya bizim açımızdan atılabilecek en kötü adımlardan birini atmış, PYD ile resmen ilişkiye geçerek askeri eğitim ve mühimmat yardımında bulunmuş hatta Moskova’da bir temsilcilik açılmasına ön ayak olmuştu. 10 Şubat 2016’da gerçekleşen açılışa Ankara tepki gösterince Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Karlov ülkesindeki Ria Novosti Haber Ajansı’na verdiği mülakatta cevaben “PKK ile PYD Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ya da Rusya nezdinde terörist örgüt olarak algılanmıyor” ifadesini kullanmıştı. Derken ilişkiler düzeldi, normalleşmenin de ötesine geçildi. Nükleer enerji ve hava savunma sistemi gibi son derece kritik alanlarda işbirliğine gidildi. Suriye sorununda çözümü hedefleyen Astana süreci hayata geçirildi. Ancak Moskova’da açılan PYD bürosu halen faaliyetini sürdürmeye devam ediyor. Peki, niçin? Çünkü Rusya cephesinde değişen bir şey yok. PKK ile PYD Rusya nezdinde hala bir terör örgütü kapsamına alınmış değil.
Rusya tavrını netleştirmeli
Ne kadar farkındayız, bilmiyorum ama günlük gelişmelerden bağımsız bir PKK politikası var Rusya’nın. 19 Aralık 2016’da karanlık bir suikasta kurban giden Büyükelçi Karlov’un ifadesini günlük politikalar üstü bir okumayla değerlendirmek gerekiyor. Evet, Türk-Rus ilişkileri hangi ortamda seyrederse seyretsin, PKK’yı ve de yavrusu PYD’yi hiçbir vakit terör örgütü olarak nitelememiş bir Rusya gerçeği var karşımızda. Suriyeli muhaliflere sunulan anayasa taslağında adem-i merkeziyetçilik maskesine bürünmüş bir PYD özerk bölgesi yok muydu? Astana’da Türkiye’nin ısrarlı vetosuyla bir türlü masaya oturtmayı beceremediği PYD güruhuna Kürt Konferansı adıyla başka bir masa ayarlayan kimdi? Rusya, elinde Türkiye’ye karşı her zaman koz olarak kullanabileceği bir Kürt kartı olsun istedi. Bugünün gerçeği değil bu. Dün de böyleydi. St. Petersburg’daki Doğu Bilimleri Enstitüsü Çarlık döneminde harıl harıl Kürtçe üzerine çalışmalar yaparken Rusya’nın doğu vilayetlerimizdeki konsolosları Kürt aşiretlerini Osmanlı’ya karşı harekete geçirmek için ellerinden geleni artlarına koymuyorlardı. Uzun yıllar bölgede konsolosluk görevlisi olarak çalışmış, Kürdoloji sahasının öncü isimlerinden Rus oryantalisti Vladimir Minorsky gibi birini bu bağlamda hatırlamamak mümkün mü? Diyeceğimiz o ki, Rusya artık bu konuda tavrını netleştirmeli. Türkiye gibi bir ülkeyle aynı yolda yürümek her ülke açısından büyük kazançtır. Bu büyük kazanca talip olanların küçük hesaplarını bir daha gözden geçirmesi gerekir.
Simonyan ve aynayla yüzleşmek
Türkiye ile Rusya arasındaki Simonyan vakası da bir şekilde çözüme varmalı. Bu, politik bir müdahaleden ziyade Simonyan ailesi ve benzerlerinin kendilerini sorgulamalarını gerektiren bir sürece işaret ediyor. Çünkü tarih, tek yönlü okumaların çok rahatlıkla yanlış anlamalara sebep olabileceği bir çalışma alanıdır. İnsanlar ve toplumlar sebep oldukları travmaları değil, sadece maruz kaldıklarını hatırlamakla malul oldukça yanlış anlama hastalığından kurtulmak mümkün değildir.
Bu bağlamda düşünürsek, Trabzon’dan Soçi’ye kaçışın ardında bir zamanlar yüzde doksanı Müslüman Türk olan Revan kentinden içinde neredeyse hiç Müslüman Türk barındırmayan Erivan devşirmeye çalışmanın vebali yok mudur? Osmanlı vatandaşı olduğu halde, Rusların safında yer almakta tereddüt etmeyişin, ihanetin rolü yok mudur? Akıllı bir insan, şu soruyu kendine sorabilen insandır. Sahi, Türkler ile Ermeniler bin yıl birlikte yan yana yaşamayı becermişken araya kim girdi, ne girdi de akıl almaz trajediler yaşandı?
Bir de şu var tabii. Ruslar Ermenileri II. Dünya Savaşında sürgün ederken sorun yok. Tatarları, Çeçenleri toptan ülkelerinden kaldırıp son ferdine dek vagonlara doldurup Orta Asya’ya gönderirken yine sorun yok. Simonyan ailesinin Soçi’de lokantası var ama aslen bir Çerkes kenti olan Soçi’de Çerkes yok. Peki, bu ikiyüzlülük niye? Rusya’nın ve de Simonyan dâhil Ermeni diyasporasının ezberleri bırakıp biraz da buraya çalışması gerekmez mi?