Babamı Üsküdar Mihrimah Sultan Camii’nde görmüşler. Bir an görünüp kaybolmuş. En sevdiği camilerdendi. Neden olmasın ki? Daha bunu duyduktan birkaç gün önce o camideydim ve belki görürüm diye bakıyordum son cemaat yerine. Belki görürüm diye bakana görünmüyorlardı nitekim.
Babamsız geçecek gezilerimizin ilkiydi. Anadolu’daydık, camiden çıkıp avludaki anamın yanına dönmüştüm. Hiç konuşmadan bir müddet gayri ihtiyari beklemiştik. Sanki babam caminin içinde son fotoğraflarını çekiyordu da, birazdan yanımıza gelecekti. Bu ikimizdeki onun bekleyişiydi…
Biz ekip halinde gezdiğimizde de en çok babamı beklerdik. Hareket saati gelir, herkes toplanırdı. Fakat babam ortalarda olmazdı. Çünkü o, fotoğraf çekerken kendini kaybederdi. Mustafa nerede? Cambaz nerede? Ekibin sabrı taşardı. Onu orada bırakıp gidecek gibi olurduk lakin babam tam o anda elinde birbirinden güzel kır çiçekleriyle çıkagelirdi. Yüzünde de her zamanki o gülümsemesi… Tüm ekip affederdi onu öyle görünce.
Bize yol kenarlarını getirirdi babam. Dikkat etmeden yanından geçip gittiğimiz çiçekleri gündemimiz yapardı. Adını bilmediği çiçeklere de hemencecik bir isim uydurmakta ustaydı.
Mustafa Cambaz hâlâ yol kenarlarında, camilerin içinde. Hissediyorum…