Fırat Kalkanı harekâtında belirlenen ilk hedeflere başarıyla ulaşılmasından sonra Hürriyet gazetesinde 28 Şubat’ı hatırlatan bir tehdidin paylaşıma sunulması hakikaten önemlidir. “Karargâh Rahatsız” başlığı, ilk anda kamuoyunda eski günlerin sığ kişi, olay ve görüşlerini hatırlatsa da Hürriyet’in bu çıkışını geleceğe yönelik bir konumlanma arayışı şeklinde görmek gerekir. Emperyalist devletlerin yeni dönem için bir düzen (!) kuramamasıyla Türkiye’nin oyun bozucu etkisi arasındaki gerilim, “Karargâh Rahatsız” çıkışını anlamamız açısından önemlidir. Hürriyet’in tavrı, kendini bir tarafta konumlandırmaya çalışanların göze alabileceği risklerin büyüklüğünü göstermesi açısından da önemlidir.
Türkiye’de yaşanılan 2001 büyük krizinden sonra emperyalist devletler karşısında geliştirilen millî ve yerli siyaset ile İslamcı siyasî geleneğin içinde şekillenmiş bir kadronun iktidara yürümesi arasında doğrudan bir ilişki vardır. İslâmcı gelenek, takip ettiği antiemperyalist siyasetin bütün bedellerini ödemiş ama yine de ana omurga itibarıyla ciddî bir dönüşüm geçirmemişti. İslâmcı siyasî geleneğin içinde şekillenen kadroların, Türkiye’nin 2001 sonrası siyasî hayatında önemli bir rol oynamasını bu “inatçı” tutumla izah edebiliriz. Nitekim bu inatçı tutum İslâmcı siyasî geleneği önce ülke içi siyasette, daha sonra da uluslararası sorunlarda anlamlı bir yalnızlığa da sürüklemiştir. Tayyip Erdoğan’ın, bu “inatçı” tutumu “en uç nokta”ya taşıması bir turnusol kâğıdı işlevi görmüş ve Türkiye’de birçok siyasî tarafın hükmünü yitirmesine yol açmıştır. Bu da klasik anlamda sol, sağ vs. siyasî kavramları anlamsız hâle getirmiştir. Bugün Türkiye’de sağ sol ayrımının anlamsızlığı, tarafların dile getirdiği görüşlerden de anlaşılabilir.
2007’den itibaren Türkiye’de yaşanılan büyük sosyal hadiseleri birbirinden bağımsız gelişmeler şeklinde görmek süreci anlamamızı engeller. 2007 Cumhuriyet Mitingleri elbette bir anda ortaya çıkmadı, 1990’ların karanlık bodrumlarında benzeri çokça üretildi. Fakat bu mitingler farklı ve zıt siyasî grupları bir araya getirmesi bakımından yeni bir sürece işaret etmekteydi. Nitekim bu hadiseden sonra Türkiye’de siyasî kesimler büyük bir alt üst oluş yaşadı ve klasik taraflar birbiri içine girdi. Türkiye’nin yakın siyasî geçmişi göz önünde bulundurulursa, Cumhuriyet Mitingleri, tarafların belirsizleşmesi ve yeni bir siyasî kimlik arayışı anlamına geliyordu. Bu, onların karşılaşmış olduğu zorluğun derecesini gösteren önemli bir gelişmeydi. Artık Türkiye’de işler onların istediği gibi gitmiyordu.
Oysa önceki dönemlerde Türkiye’de yaşanılan siyasî gelişmeleri anlamak için Batılı emperyalist devletlerin tercihlerine ve görüşlerine bakmak yeterliydi. Türkiye’de siyaset, bürokrasi, sivil toplum ve aydınlar arasından birçok kimse sırtını dayadığı herhangi büyük bir devletin verdiği işaretlere göre konumunu belirlerdi. Kuşkusuz bu durum onların sürekli kazanan tarafta yer almalarında etkili oldu. Fakat Amerika ve Batı Avrupa emperyalizminin mutlak hâkimiyeti sarsıldığı vakit bir seçim yapmak zorunda kaldılar. Bu da onlar için ilk defa risk almak manasına geliyordu. Onlar için kazanmanın bir bedeli olacaktı. Nitekim 15 Temmuz’da milletin doğrudan direniş hatlarına dâhil olmasıyla oyun tamamen bozuldu. Zor, oyunu bozar diye boşuna dememişler.
Yukarıda izah etmeye çalıştığımız çerçeve Fetullahçı Terör Örgütü’nün Türkiye macerası için de geçerlidir. Türkiye’nin kolay zamanlarında yani Avrupa ve Amerika emperyalist politikalarının gölgesinde sürekli kazanan tarafta yer aldılar. Onların da hangi yöne doğru gittiklerini dayandıkları gücün tercihlerinden anlamak mümkündü. Fakat tarih boyunca birçok örneğini gördüğümüz şekilde başkalarına yaslanarak elde edilen gücün temeli yoktur. Ömrünüz onların size verdiği destek kadardır.
Türkiye, 2001 büyük krizinden sonra yönünü milletine çevirdi. Belki de millet ilk defa siyasette rol almaya başladı. Bu da klasik kısır kamplaşmaları etkisizleştirme yönünde atılmış en önemli adımlardan biriydi. Türkiye, kısır kamplaşmalarla sadece sun’î elitler üretmişti. Türk milleti, 15 Temmuz’da doğrudan direniş hatlarında mücadele etmekle sun’î kamplar ve sun’î elitler ömrünü tamamlamış oldu.
Türkiye’de yaşanılan süreci küresel emperyalizme karşı kendi varlığını ve yakın coğrafyasını koruma mücadelesi şeklinde tanımlamak gerekir. Fırat Kalkanı harekâtı da bu mücadelenin en önemli parçalarından biridir. Türk askerinin El-Bab’ta emperyalizme karşı kazandığı zafer, 15 Temmuz direnişiyle elde edilen kazanımları kalıcı hâle getirmiştir.
“Karargâh Rahatsız” çıkışından sonra gösterilen sert tepki karşısında Aydın Doğan grubunun sergilediği ikircikli tutum 15 Temmuz ve El-Bab zaferinin gelip geçici, tesadüfî bir kazanım olmadığını gösterir. Arkalarını dayadıkları güçler onları hataya sürüklüyor. Çünkü emperyalist merkezler yıllarca onları ayakta tutmuş, sürekli kazanan taraf olmalarını sağlamıştı. “Besleme grupları” üzerinden Türkiye’yi etkisizleştirmişler, her türlü müdahaleyi yapmışlardı. Şimdi kaybettiler ama iş işten geçti, deşifre oldular. Üstelik yıllarca arkalarını dayadıkları güçler hâlâ onların karşısına yeni taleplerle çıkıyor. Bu talepler de Aydın Doğanları hataya sürüklüyor.
Türkiye, zor bir dönemden geçiyor. Bu doğru. Fakat kendi geleceği adına karar almak zaten bu zorlukları getirecekti. Buna hazır olduğumuza inanıyorum. Küresel emperyalizm karşısında verilen mücadelenin başarıyla neticeleneceği gün gibi aşikârdır.