Bitmeyen kavga yeni kavgalara hazır olmak

Hazırlıklı olmanın önemini Bosna savaşında iyice anlamıştım. Savaş geldiğinde her bir nitelikli insanın kıymeti kendiliğinden ortaya çıkmıştı. Aynı günlerde Türkiye’de Sovyetlerin dağılmasına hazırlıksız yakalandığımız söyleniyor ve bu sürekli tekrar ediliyordu. Rahatsız edici tekrarın sebebi yıllar sonra belli oldu. Bir bahane üretilmiyor, bilakis bu söylem ile Kafkaslar, Türkistan, Irak ve Balkanlarda FETÖ’nün önü açılıyordu. Hastalık bünyemizi ele geçirdiği gibi coğrafyamıza da sirayet ediyordu. FETÖ’yü bir devlet projesine dönüştürdüler ve millî unsurlarımız kaybetti. Liberal değerlerin tavan yaptığı bu dönemde küresel ilişkiler tahkim ediliyordu.

İktidara geldiği zaman Erdoğan’ın önünde fazla bir seçenek yoktu. Küresel emperyal merkezlerin temsilcisi olan sağ ve sol entelijansiya dinî görünümlülerle birlikte Türkiye’nin karar mekanizmalarında etkindi. Erdoğan ilk günlerden itibaren bu yapılarla mücadele etti ve hiçbir zaman süreç düz çizgi hâlinde seyretmedi.

Erdoğan, iktidara geldikten yedi yıl sonra Türkiye’nin varlığını küresel merkezlere hatırlattı. Bunu 2008 ekonomik krizi ile ilişkilendirebiliriz. Bu ilişkilendirme tartışılabilir fakat 2009 Ocak’tan sonra Türkiye’nin emperyal merkezlerle sert bir mücadeleye tutuştuğu konusunda şüpheye yer yoktur. Özellikle 2011’de küreselcilerin Türkiye temsilcileri açık bir şekilde Erdoğan’ın karşısındaydılar. 2009’da başlayan yeni dönemin hâlâ devam ettiğini, mücadelenin şiddetinin arttığını ve çok geniş bir alana yayıldığını söyleyebiliriz.

Küresel güç merkezleriyle şiddeti giderek artan bir mücadelenin içinde olmak Türkiye açısından çok büyük bir risk oluştursa da gelişmeler karşısında hazırlıksız olmak bahanesi hükmünü yitirdi. Türkiye kaybetmedikçe millîlik vasfını güçlendirdi. Sürecin inişli çıkışlı bir seyir takip etmesi toplum direncinin gelişimine katkı sağladı. Bunun çok önemli bir kazanç olduğunu zaman içinde anladık. Elitlerin birer birer saf dışı kalmasıyla sıradan insanın önemi arttı. Muhafazakâr elitlerin yerlilik ve millîlik testinden geçememesi, güçlü bir kamuoyunun oluşumu ile tezatlık oluşturur. Bunu diyalektik bir süreç olarak göremeyiz. Muhafazakâr elitler Erdoğan’ı yalnız bıraktıkça sıradan insanlar sürece dâhil oldu ve sorumluluk üstlendi. Buna yeni tip kamuoyunun oluşması da diyebiliriz.

Bitmeyen kavga zaman içinde bir yorgunluk oluşturabilir. Fakat “millet yorgun” şeklindeki tespitlerin havada uçuştuğu zamanlarda yeni krizlerin ortaya çıkması toplumsal dinamizmin daha da pekişmesine yol açtı. 15 Temmuz’dan sonra günlerce meydanları doldurmak alışık olmadığımız bir durumdu. Erdoğan “one minute” ile kavgayı en üst perdeden başlattığı için güven krizi söz konusu değildi. Başka bir toplumsal yapı bunun gibi bir baskıya ne kadar dayanabilirdi, bilmiyorum, fakat Türkiye’de kendine mahsus bir sürecin yaşanmakta olduğu açıktı. Yorgunluktan bahsetmenin yanlış olduğu, zaman içinde daha iyi anlaşıldı. Sorumluluk bilincinin tahkim edildiği bir dönemi yaşamış olmak en önemli kazancımız oldu.

Dünya ölçeğinde küreselciler ve millîciler kavgasından bahsediyoruz. Koronavirüs ile sınırlandırılamayacak büyük bir kavganın içinde olduğumuz açık. Devletler çaresizlik içindedir. Gözle görülemeyen bir güç kralları, kraliçeleri, devlet başkanlarını tehdit ediyor. Devletler karar mekanizmalarını çalıştırmakta zorlanıyor. Günlerin çok kıymetli olduğu bir dönemde haftaları kaybeden Batılı devletlerin gerçek mânâda hazırlıksız oldukları anlaşıldı. Türkiye’nin 2011 öncesi süreçlerini hatırlatan durumlarla şimdi küresel düzeyde karşılaşıyoruz. Türkiye, küresel güç merkezleriyle sert bir mücadele içindeyken Batılı devlet adamlarının seyirci kalması doğru değildi. Yüz binlerce masum insanın evleri başlarına yıkılırken onlar, “evleri başlarına yıkılsın” diyen küreselcileri kendi evlerinde saklıyordu. Koskoca Halep şehri teslim oldu da kimsenin kılı kıpırdamadı.

Koronavirüs Türkiye’ye sirayet ettikten sonra millîlik kavramının öne çıkması on yıldan fazla bir zamandır verilen mücadelenin benimsendiğini gösterir. Kamuoyu zaten oluşmuştu, şimdi millîlik bilincinin genel bir yaygınlık göstereceği döneme girmiş olduk. Bunun çok önemli bir aşama olduğu açıktır. Zira salgın baskılandıktan sonra birçok alanda sert bir mücadele döneminin başlayacağını söyleyebiliriz. Askerî seçeneklerin dahi gündeme geleceği bu döneme hazırlıklı olduğumuzu düşünüyorum. Bundan sonra hazırlıklı değildik mazeretinin bir anlamı olmaz.

Devlet kurumlarının kendi içinde yenilenme süreci yaşaması ve yeni kurumların ihdas edilmesi özellikle küreselcilikle mücadele açısından hayatî önemdedir. Karar mekanizmalarının harekete geçirilememesi ölümcül sonuçlara yol açabilir. Bizim açımızdan gayr-i millî yapılar hâlâ tehdittir. Bunların Avrupa ve Amerika gibi ülkelere taşınmasının sonuçları hakkında birtakım öngörülere ihtiyacımız olduğunu belirtmek isterim. İçeride millîlik kavramının öne çıkmasında şartların belirleyiciliğine değindik. Benzer bir şekilde Türkiye’de mağlup olup dışarıya taşan unsurların da asimilasyon süreci çok daha hızlı işleyecektir. Çünkü tabii olmayan yeni durumda asimilasyonunu konuştuğumuz unsurların yabancılaşma süreci önceden tamamlanmıştı. Şimdi onların gönüllü lejyoner oldukları bir aşamaya geçilecek. Yeni mücadele dönemine en hazırlıklı ülkelerin başında Türkiye gelmektedir. Türkiye, küresel musibetleri aşacak güce sahip olduğu gibi ne yapılması gerektiğini bilecek bir mücadele tecrübesine de sahiptir.