Zamana yayılan değişim

2001’in ilk aylarında yaşadığımız iktisadî çöküş, süreklilik arz eden ve yinelenen bir dizi ekonomik sarsıntının son halkasıydı. Bu çöküş, Türkiye için yolun sonuna işaret etmesi ve köklü bir değişimi zorunlu kılması bakımından hem tükenişe hem de yeni bir hamleye kapı aralamıştır. Türkiye bir seçim yapmak zorundaydı. 20. yüzyılda oluşan ve Türkiye’yi, Batı emperyalizminin müdahalelerine açık pozisyonda bırakan siyasî düzen sürdürülebilir olmaktan çıkmıştı. İki kutuplu dünyada şekillenmiş zihniyet biçimi Türkiye için çok sınırlı bir çerçeveydi ve değişim kaçınılmazdı.

Erdoğan liderliğindeki siyasî hareket, Türkiye’de yerleşik bir hâl almış ve çatışmaya dayalı gruplaşmalarla izah edilmesi zor bir oluşumdu. Bu oluşumun en baştan itibaren çerçevesinin tam olarak çizilmemiş olmasını da yeni bir fikrî temel kurma çabası ile izah etmek gerekir. Zira gelenekleşmiş siyasî alışkanlıklara uymayan yeni bir durum söz konusuydu. 2001’den bugüne kadar yaşanılan birçok hadise hem birbirinin devamı mahiyetindeki olaylardan oluşmakta hem de her bir hadise benzersiz nitelikler taşımaktadır. Her bir hadisenin benzersiz nitelikler taşımasının önde gelen sebebi sürecin birbirini tekrarlayan hadiselerden ibaret olmamasıdır, zira Türkiye’nin karar alma süreçlerinde belirli kalıplar egemen olmaktan çıktı. Siyasî elitler belirli bir kutba göre karar alma alışkanlığını ve rahatlığını terk etti. Erdoğan’ın öngörülemez niteliği de buradan kaynaklanıyordu.

Türkiye’de 1950’lerden başlayarak yaklaşık yarım yüzyıl boyunca devam eden siyasî sistemde çok karmaşık bir yapı ortaya çıkmış olsa da görünürdeki kamplaşmalar basit kalıplara sıkıştırılma hâlinin bir yansımasıdır. Bu durum, siyasî partileri ve ideolojik grupları tanımlamak ve tahlil etmek açısından hazır çerçeveler sunuyor ve fakat son derece yanıltıcı bir gerçeklik algısının kökleşmesine sebep oluyordu. Siyasî hareketlerin manevra sahası oldukça dardı. Bugün hâlâ 1950’lerden itibaren Türkiye’de yaşanan gelişmelerin sağ-sol, laik-antilaik, gerici-ilerici, cumhuriyetçi-Osmanlıcı gibi kategorilerle izah edilmesini manevra sahasının darlığı ile izah edebiliriz. Bu bir alışkanlıktı ve birçok kimse bu alışkanlıklardan kurtulamadı. Her bir askerî darbe siyaset sahasını iyice daraltmış ve siyasî aktörlerle entelektüellerin gerçeklikle ilişkisi kopma noktasına gelmişti. Gerçekliğin ideoloji ile izah edilmesinden doğan körlük varlığını hâlâ devam ettirmektedir. Birinin Osmanlı’ya düşman olmasıyla diğerinin Cumhuriyet’e düşman olması arasında mahiyet itibarıyla bir fark yoktur. Bu durum, gerçeklikle kurulan sağlıksız ilişkinin farklı şekiller altında devam ettiğini göstermekten başka bir anlam taşımaz.

Erdoğan, yerleşik sisteme son verme iradesini göstermekle kökleşmiş davranış biçimlerini tarih dışına itmiş oldu. Kökleşmiş davranış kalıpları önemini yitirdiği için bu kalıplar içinde düşünmeye alışmış kimselerin yeni dönemi anlamaları mümkün değildi. En büyük şanssızlık, Türkiye’de bu sürecin post-modernizm tartışmalarının gölgesinde yaşanmasıdır. Türk aydını, Türkiye’nin kendisi için yeni bir yol oluşturma çabalarının risklerini hiçbir şekilde üstlenmek istemedi. Oysa 2001’den itibaren Türkiye’de son derece dinamik ve karmaşık bir süreç yaşanmaktadır. Dinamiklik, Türkiye’nin kendi geleceği hakkında bağımsız karar verme iradesinden; karmaşıklık ise siyaset sahasının dar kalıplardan kurtulmasından doğuyor. Türkiye kendi hakkında karar verdikçe yeni ve alışılmadık sorunlarla karşılaşıyor, dinamizmle kast ettiğimiz budur. Siyaset sahasının genişlemesiyle de gerçekliğin karmaşık yapısı su yüzüne çıkıyor. Türkiye’de muhafazakârlık, yenilikçilik, laiklik, dindarlık vs kalıpların esasa taalluk etmediği bu vesile ile görüldü. Bütün yirminci yüzyıl boyunca birbirine muhalif veya düşman gibi duran tarafların aynı safta kolayca bir araya gelmesi, artık Türkiye’de gerçekliğin yapay taraflaşmaya imkân tanımamasıyla izah edilebilir. Bu, elbette siyaset yapıcıları açısından büyük zorluklara işaret ediyordu. Bu zorluk, yeni siyasetçi tipini zorunlu hâle getirmeye başladı.

Erdoğan liderliğindeki yeni siyasî sürecin zorlayıcı bir değişim dönemine imkân vermesi Türkiye’nin karşılaştığı zorlukların benzersiz niteliklere sahip olmasından anlaşılır. Yanlış anlaşılmaya yol açmamak için her bir hadisenin aynı zamanda birbirinin devamı şeklinde görülmesi gerektiğini, bütün hadiselerin bir iç bütünlüğe sahip olduğunu tekrar vurgulamamız gerekir. Türkiye gerçekliğinden hareketle atılan adımlar, içsel bütünlüğe mutlak uyum gösterdiğinde mutlaka yeni kümeleşmeler söz konusu oluyor. Türkiye’nin içsel bütünlük alanının sınırları geniş olduğu için hem karşılaştığı sorunlar çoğalıyor hem de hareketlendirdiği sahanın derinliği göz kamaştırıcı boyutlara ulaşıyor. Erdoğan’ın “içeride ve dışarıda” şeklinde tanımladığı gelişmelerin eş zamanlı bir şekilde yaşanılması tesadüfî değildir.

Bahsettiğimiz zorlayıcı değişim sürecinin bir müddet daha devam edeceğini belirtmeliyiz. Çünkü yaşadığımız bu dönemde Türk tipi değişim modellerinin yeniden hayat bulduğu da bir vakıadır. Türk tipi değişim modellerinde sürecin zamana yayılması siyasî bir alışkanlıktır. Siyaset geleneğimizde radikal adımların yol açtığı sorunları bertaraf edecek bir davranış modelimizin olmadığı açıktır. Bu tarz siyaset etme biçiminin neticesi olarak büyük sorunların çözümü kısa zaman aralıklarında gerçekleşmiyor. Yeniden yapılanmanın önünü açan ve sağlam temeller oluşturulmasına imkân veren de değişimin zamana yayılmasıdır.

Türkiye, uzun bir yol kat etti. Zorlayıcı değişim sürecinde Erdoğan liderliğindeki Ak Parti önemli roller üstlendi. Türkiye’nin içsel bütünlük alanının sınırları geniş olduğu için Bahçeli liderliğindeki MHP’nin de yeni dönemde aktif rol oynadığı açıktır. 24 Haziran 2018’de yapılacak seçimleri bir de bu açıdan görmekte fayda var.