Edward Mead Earle’ün Bağdat Demir ve Petrol Yolu Savaşı adlı kitabı Örgün Yayınevi’nden çıktı. Türkçe baskıda kitabın ilk yayım tarihi belirtilmemiş ama yazarın önsözü 1923’te yazılmış. Kitap hakkında ayrıca bir yazı kaleme alınması gerekiyor.
Bugün Türkiye’de, Osmanlı’nın son dönemi hâlâ ideolojik bir bakış açısına kurban edilmektedir. Çoğu kimse Osmanlı’nın son dönemini iyi ve kötü çerçevesinde ele alır. Hâlbuki bugün karşılaştığımız birçok gelişmenin ve sorunun bir örneğini mutlaka o dönemde yaşamışız. Fakat kör dövüşü ve sağırlar diyalogundan kurtulmak çok zor.
2013’te ülkece tarihin en büyük emperyalist saldırısına uğradık. Saldırının aktörleri, siyasî destekçileri ve gizli ortakları aşikâr bir şekilde “gezi onurumuzdur” sözünü slogan olarak kullanabiliyor. Sıradan vatandaşların böyle bir cümle sarf etmesi karşısında söylenecek fazla bir söz yok fakat kalkışmanın aktörleri, siyasî destekçileri ve gizli ortaklarının benzer organizasyonlar içinde yer aldıklarına hiç şüphe yoktur.
Gezi Parkı Kalkışması’nın aktörleri özellikle geçen ay açılışı yapılan havaalanına, o zamanlarda yapım aşamasında olan üçüncü köprüye, enerji sahasındaki birtakım yatırımlara karşı olduklarını belirtmişlerdi. Kendini “sol” düşünce geleneği içinde tanımlayan neredeyse bütün örgütler bu kalkışmada yer almıştı. Atatürkçülük adına hareket ettiğini belirten kişi ve gruplar da Erdoğan düşmanlığı ile bu kalkışmada yer almıştı. Gezi öncesi televizyon dizilerinde “devrimci lider” figürleri sürekli gündemde tutulmuş, 2013’te adeta 1970’ler yeniden canlandırılmıştı. Güya emperyalizm karşıtlığı, Amerika düşmanlığı içeren sözler havada uçuşuyordu.
Earle, 1923’te tamamlandığı anlaşılan kitabında Osmanlı’nın Ümit Burnu’nun dolaşılmasından sonra başlayan Avrupa çağına karşı en önemli adımlardan birini attığını söylüyor. Batı hâkimiyetindeki deniz yollarına karşı Osmanlı’nın yeni güzergâh oluşturmak istediğini belirtiyor. Yazar bu adımda emperyalizm karşıtlığını görüyor, Fransa ve İngiltere gibi devrin en güçlü devletlerine karşı bir direnç hattı oluşturulmak istendiğini belirtiyor. Asya ve Avrupa arasında kurulacak yeni ticarî ve askerî hat hem iktisadî kalkınmanın önünü açacak hem de devletin kendi toprakları üzerinde egemenliğini yeniden tesis etmesini kolaylaştıracaktır. Yazar, Sultan Abdülhamid’in demir yolunun Anadolu’dan geçmesine önem verdiğini belirtiyor. Çünkü bu şekilde hem emperyalist devletlerin yeni hat üzerinde muhtemel etkisinin önüne geçilecek hem de Anadolu’nun kalkınması sağlanacaktır.
Bağdat Demir Yolu’nun yapım aşamasında artık petrolün ve Ortadoğu’nun önemi iyice anlaşılmıştı. Osmanlı İngiliz ve Fransız emperyalizmine karşı Almanları yanına almaya çalıştı. Osmanlı’nın öz kaynakları, bilgi birikimi ve teknolojisi ile projenin hayata geçirilmesi mümkün değildi. Almanlar da emperyalist bir siyaset takip ediyordu fakat Osmanlı alternatif güç merkezleri arasındaki denge siyaseti ve Almanların doğrudan Osmanlı coğrafyasında emperyalist bir faaliyet içinde olmaması sebebiyle Alman imparatorluğuna birtakım ödünler vermek suretiyle projeyi hayata geçirmek istedi. Earle, Almanları Osmanlı’nın ikna ettiğini söylüyor. Fakat proje zamanla emperyalist bir faaliyete dönüşecektir. Güçlü devletler başlangıç aşamasında önemsemedikleri projenin Osmanlı’ya sağlayacağı faydaları görünce sarsıcı müdahalelerde bulundular. Ama yine de Osmanlı başta tasarladığı faydaların önemli bir kısmını temin etmeyi başardı. Earle, 1914’te başlayan büyük savaşın Bağdat Demir Yolu ile yakından ilişkili olduğunu söyler. Savaşa giden süreçte tarafların bu proje etrafında da kavga ettiklerini belirtir.
Sultan Abdülhamid’e, hem kendi zamanında hem de sonraki dönemlerde “kızıl sultan” denildi. Osmanlı, devlet düzenini sağlam temeller üzerine oturtmak istiyordu. Ermeni isyanları, Balkanlardaki karışıklık, Arap coğrafyasında Osmanlı karşıtı oluşumlar ve İstanbul’da aydın kesimin düzen değişikliği talepleri devletin birçok cephede aynı anda mücadele etmesini zorunlu hâle getirdi. Bugünden tarihe baktığımızda Osmanlı için en önemli meselenin petrol (enerji) kaynakları, ulaşım ve güvenlik olduğunu görürüz.
Yüz yıl sonra 2013’te aynı meseleler üzerinden yeni bir emperyalist saldırıya maruz kalmamız oldukça ilginçtir. Erdoğan da enerji, yol ve güvenlik alanındaki kalkınma amaçlı yani Türkiye’yi bağımlılıktan kurtaracak adımlardan dolayı suçlandı. Gezi Parkı Kalkışması’nın özeti budur. Erdoğan, 2002’de iktidara geldikten sonra Anadolu coğrafyasının tamamını kuşatacak bir demir yolu projesinden bahsedilmişti. Fakat büyük bir ihtimalle olabilecekler sezildi ve birtakım projeler bir müddet geride tutuldu. Türkiye bağlarından kurtulmaya başladıkça içerideki yapıların harekete geçmesi çok anlamlı bir hadisedir.
Osmanlı, Batı ile olan mücadelesinde başarılı olabilirdi. Emperyalizmin iktisadî ilişkilerde menfaat birlikteliği prensibi ile hedef ülkelerde bağımlı yapılar ürettiği bilinen bir gerçektir. Osmanlı büyük savaşta mağlup olup tarih sahnesinden çekildikten sonra bağımlı yapılar ayakta kaldı. Cumhuriyetin ilk yıllarında bağımlı yapıların bir kısmı tasfiye edilse de zaman içinde yeniden güç devşirdiler.
Erdoğan, yeni Türkiye’nin sembolüdür. Osmanlı’nın birtakım girişimleri kendi aleyhine dönmüştü. Bu durum Türkiye için geçerli olmayacaktır. Çünkü Türkiye ileriye doğru adım attıkça onu durduracak yapılar çözülüyor ve etkisizleştiriliyor. Birbirinden oldukça farklı görünen yapıların aynı anda harekete geçmesi farklı analiz kalıplarına duyulan ihtiyacı göstermektedir. Klasik ideolojik yaklaşımların iflas ettiği bir dönem yaşıyoruz.