Osmanlı’nın bağrından kopmuş, Osmanlı’da güçlenmiş, her dokusu her taşı bizden olan ve giderek yabancılaştırılmaya çalışılan bir şehir… Sizler “emanetimiz” dersiniz ona, öyle dediğiniz için de yüreğimize umut serpersiniz. İşte emanet bildiğiniz Üsküp’ten emanet olarak saydığımız Kudüs’e bir mektup bu. Emanet edilmiş şehirlerin kaderi bir olur, onda yaşayanın ruhunu da ancak böyle bir şehirde yaşayan bilir. İçinde yaşarsın ve bilirsin ki her şeyiyle senindir o şehir, öyle olsa da içinde kendini yabancı gibi hissettiğin de olur. Fethedilmiş kaleler sana yakın olsa da artık arada bir çağ varmış gibi yüzüne donuk bakar.
İlk kitabımda yayımlanan, yirmili yaşlarda yazdığım ilk denemelerin içinde yaşadığım şehirle olan iç hesaplaşmamı sakladım ben. O kitapta Üsküp’ü arayan belki biraz farklı bir şey buldu, bulduğu bir insanın yaşadığı şehirle kavgasıydı, ruh bu çünkü, içinde saklasan da yazıda karşına çıktığı oluyor. Yüz beş yıl geçti elimizden çıktığı ve tam yüz beş yıl sonra bile o koparılma anının çığlıklarını yaşadığım oluyor. İnsan kendini o kadar yaşlı hisseder mi? Hissedermiş meğer. Bir şehirle konuşur mu? Konuşurmuş meğer:
“Gel de asaletini geri ver bize; gel de üzme artık bizi! Sende bir olmayı, yüreğimi kırmayı, camlarını eritmeyi, sende asil durmayı, güçlü durmayı özledik hepimiz. Bizi kimler soğuttuysa sana, inanma; yalan söylemiş onlar… Biz istedik seni vermediler, bahane buldular, birer birer kapandı kapılar yüzümüze. Birbirimize düşürdüler. Çarptılar, yüklediler, ezdiler, hem de nasıl böldüler, böldüler…” (“Bir kasideydin, şimdi şiir oldun” Üskübistan, 2016)
Evet, herkes barışı ister ve savunur, bugün Filistin halkının ve Kudüslülerin yanında olmamız sadece bir Müslüman olarak değil, bir insan olarak vazifemizdir. Hangi milletten olursa olsun, hangi dinden olursa olsun sağduyu ve vicdan sahibi tüm insanların ortak vazifesidir Kudüs’ü savunmak. Peygamberler şehrine dokunmak, ondan siyaset yapmak orada yaşayanlara ve tüm değerleri ile birlikte bütün insanlığa zarar getirir. Birilerin barışı başka birilerin savaşı haline geldi. Oysa barış tek olmalı, herkes için olmalı, ancak o zaman gerçek anlamda değer kazanır. Tabiri caizse barış, Kudüs gibi olmalı, herkesi bağlamalı, her dini her milleti bağlamalı. Kudüs’e barışı getirmek değil, barışın içine Kudüs’ü oturtmak barışı Kudüs’e benzetmek gerek.
Üç farklı dinin önemli bir merkezi olduğunun farkındayız, işte tam da bu yüzden onun üzerinden oyunlar oynamak, ona dokunmak ancak ve ancak savaşı sevenlerin aklına gelir. Şehirler, yaşadıkları savaşlarla fethedilmiştir, ama bir savaş daha kaldırmayacak kadar yorgun bir şehirden bahsediyoruz. Öyle bir şehir ki ya yeniden bizi miraca çıkarıp “bir” edecek ya da hepimizin boynunu bir zincir gibi sıkacak. Buna izin vermemeliyiz. Kurtuluşumuzun yolu Kudüs’ten geçiyor…
ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti yapma kararı, insanlığın kararı değildir. Kabul edilemez bu. Bir ülke tek başına bu kararı nasıl alabilir, buna nasıl izin verilebilir hâlâ aklım almıyor. Bunu durdurmazsak bu hız hepimizin sonu olur. Oldubittiye getirmek isteyenler dünden hazırlıklıymış. Sessiz ve sakin bir anda başkent ilân ettiler. Bir anda duyurdular. Karar verdik, oldubitti dediler. İslam dünyası böyle bir karar getirmeye kalkışsa kim bilir ne kadar çok kan dökülür, can Müslümanın olunca kolay harcanıyor. Ama kendi çıkarları ve canları söz konusu olduğunda sessiz sedasız sıyrılıyorlar. Bu bir kapı ve bu kapı hiç hayra açılmıyor. Bunu yapan yarın öbür gün nice şehirlere göz koyar. Benim şehrim, senin şehrin meselesi değil, bu artık insanlık vazifesi. Dünya tek bir adamdan ibaret değil, bu dünyanın kralı Trump değil, o ancak kendi ülkesinde at koşturabilir, Ortadoğu’yu böyle bir işin içine sürüklemek uzaktan kolay. Ancak bu iş öyle kolay olmamalı. Kudüs belki de bizlerin birleşmesine sebep olacak, her Müslüman gibi her şerde bir hayır aramak istiyorum, uyanmanın vakti gelmedi mi?
Biliyorum bu hadiseden sonra nice genç biraz daha kitap karıştıracak, belki de kendi kendine “niye Kudüs bu kadar önemli” diyecek. Mescid-i Aksa’nın nerede olduğun dahi bilmeyen o kadar çok insan var ki… Şaka değil gerçek, hem de Müslüman. İşte bu gaflet bizi bu hale getirdi. Ama vakit özeleştiri vakti değil, ve sadece Türkiye ile olacak iş de değil, Türkiye her zamanki gibi nerede bir haksızlık varsa karşısında durmaya çalışıyor yine. Peki diğer ülkeler, hani nerede onlar, tek açıklama ve kınama ile olacaksa hiç olmasınlar. İsrail kına yaksın biz ise kınayalım öyle mi? Oysa Nuri Pakdil ne diyordu şiirinde: “Gel, anne ol, çünkü anne, bir çocuktan bir Kudüs yapar, Adam baba olunca, içinde bir Kudüs canlanır, Yürü kardeşim ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin”
O Kudüs ki tarihinde iki kez yok edilmişti. 23 defa işgal edilmiş, 52 defa saldırıya uğramış, 44 sefer ele geçirilmişti ve o her şeye inat tekrar tekrar küllerinden yeniden doğmuştu. Peygamber Efendimiz (sav) 620 yılında miraca bu şehirden çıkmıştı. Mescid-i Aksa orada, ağlayan duvar da orada, tapınak tepesi ve birçok kutsal mekân da orada. İşte tam da bu yüzden bu kutsal şehir üzerinden kendine pay biçenler insanlığa en büyük zararı yapanlardır. Kudüs emanettir, hediye değildir ki birilerine verilsin. O insanlığın sınavı ve emanetidir. Barıştır Kudüs, o şehirde yaşayanların hür olmadığı bir barış nerede görülmüştür. Filistinlileri ezip geçmek, barış değil cinayettir. Mekânlar ve insanlar birbirinin nöbetçisidir. Ben Üsküp’te doğdum, burada büyüdüm, burada Üsküp’ü buldum. Benim aradığım Üsküp yıllar öncesinde terk edilmişti ama onu ben hiç bırakmadım. Şunu iyi bilirim ki bir şehri alan yavaş yavaş onu kendine benzetmeye başlar. Yüz yıl sonra da emanet olarak bulduğum ve onu yaşatmaya çalıştığım Üsküp’ten Kudüslü kardeşlerime selam gönderin, güçlü olsunlar, çünkü bir şehir ancak insanda yaşarsa can bulur.
Bir gün insanlık barışa kavuşacaksa, bu Kudüs sayesinde olacaktır.