Balkanlar’da 90’lı yıllarda başlayan dağılma ve savaşlardan sonra Yugoslavya’dan kalan birçok basın yayın organı yavaş yavaş kapanmaya, canlılığını kaybetmeye başladı. Özellikle 2000’li yıllara kadar neredeyse tüm dergi ve gazeteler kepenk indirdi. Bu nedenle Makedonya’da altmış yıl Türkçe yayınlanan Birlik gazetesi, onun yanında çıkan Sesler Dergisi ve birçok çocuk dergisi de yavaş yavaş yayın hayatına son verdi. Devlet desteği kesildikten sonra birçok gazeteci işsiz kaldı. Bu kimseler bugün de arasıra görüşüyorlar, eskiyi yâd ediyorlar. Yeni yetişen kuşak içerisinde ise her ne kadar az da olsa da eli kalem tutan, yazmayı seven gençler vardı, ancak yazılarını yayınlayabilecekleri bir ortam yoktu.
Türkoloji bölümünde okuyan bir grup genç olarak etrafımızdaki diğer bölümlerde okuyan Türk öğrencilerle, gençlik hevesiyle “neden bir dergi çıkarmayalım” fikri doğdu. O dönemde Türkiyeli okutman hocamız olan Hayati Yavuzer’e bu isteğimizi bildirdik. “Zor bir iş, istikrar gerek” dedi ama hevesimizi de kırmak istemedi. Ve biz “Köprü” isminde bir dergi çıkartmaya başladık. Bizi birbirimize bağlasın diye “Köprü” dedik. Hem geçmişi hem de bu günü geleceğe bağlasın, sımsıkı tutunsun diye. Yazdığımız denemeler. şiirler o kadar yakındı ki birbirine, milli ve manevi değerlerimiz hep ön plandaydı. Çünkü eskiye nazaran bu gibi konularda yazmak biraz daha kolaydı. Artık komunist rejim yoktu, demokrasi vardı. Bizler bu gibi konularda yazmaya ne kadar açmışız meğer, onu anlamıştık. En basiti Yahya Kemal Beyatlı’nın “Kaybolan Şehir” şiirini yayınlayabilmek bile mutluluk vericiydi. Eskiden bu şiiri her yerde okuyamazdınız. “Üsküp ki Yıldırım Beyazıd Han diyarıdır…” demek öyle kolay değildi. İlk yazdığım deneme de “Kaybolmayan Şehir” başlığı altında oldu. Çünkü kaybolmamalıydı, farkındaydık. O zaman bu kalın buzu kırmak çok zordu tabi. Şimdiye göre zamanın farklı zorlukları vardı ama oldu. İyi ki de oldu. Yaklaşık 14 yıl bizim dergiye yazı yazdım, yayımladım. Ancak bazen kendi derdimizi biz söylüyor, biz işitiyor gibiydik. Bizi bilen, tanıyan vardı elbette ama yeterli değildi. Bir ara T.C. Kültür Bakanlığı’nın yardımlarıyla dergimizin yaklaşık tüm illerdeki milli kütüphanelerde yer almasını sağladık. Tabi uzakta olunca günceli yakamak adına zorluklar çekiyorduk. Dergimiz, ilk göz ağrımız yayın hayatına devam ediyor çok şükür. Yanına bir de “Kardelen” çocuk dergimizi ekledik, mutluyuz. 2016 yılında Ali Ayçil, “Gerçek Hayat dergisinde Üsküp Mektupları diye bir köşe versek orada yazsan. Bir de Bosna’dan Notlar köşesi var, Balkan ayağını tamamlasak” dedi. Açıkçası çok heyecanlandım, yapabilir miyim, her hafta bir konu bulmak, yazmak, buradan bir mektup göndermek hayli heyecanlandırmıştı. Ama isteğimiz de bu değil miydi? Yıllarca kopmuş bağlarımızı bağlamak, yeniden ses olmak… Coğrafi sınırlara aldırmadan, böylesi geniş bir coğrafyaya seslenebilmek… Bizler hâlâ buradayız, gitmedik diyebilmek… Bazen duygusal, bazen güncel, bazen gerçekçi ama her şekilde yaralarımızı sarmak… Evet, isteğimiz buydu. Benim için apayrı bir sayfa başladı. Bizler burada Türkçe’yi nasıl kullanıyoruz, hatalarımız, başarılarımız derken Türkiye gibi bir ülkede yazı yayınlamak cesaret gerektiren bir şeydi. Ama oldu, yaklaşık dört yıldır derdimizi, bizi, bazen dışardan görünen “sizi” yazmaya çalıştım. Dergi 1000. sayısına ulaştı, benim için de bu serüveni yazma fırsatı oldu. Bu bir nevi teşekkür yazısı aynı zamanda. Yıllarca susturulmuş bir coğrafyaya kulak vermek, yer vermeniz bizim için önemli. Burada yazan gençleri de motive etmek anlamına geliyor bu. Çok kere oturup konuşuyoruz, biz söyleyip biz dinliyoruz. Bu da bizim moralimizi bozuyordu. Ama artık bir dergi de olsa, bizleri duyan var, işiten var. Üsküp deyince sadece bir şehri kastetmiyorum. Üsküp bir şekilde Rumeli’nin başkentidir, etrafındaki tüm şehirlerin derdi aynıdır. Kâh Gostivarlıyım, kâh Kalkandelenli, kâh Ohrili. Doğu Makedonya’da bir Yörük, Prizren’de bir Türk, kısaca Rumeli’de bir Müslüman’ım. Gerçek Hayat Dergisi tüm bu bölgeye kapılarını açtığı için arz-ı şükranlarımı sunarım. Daha nice sayılara inşallah…