Klâsik arabaları tamir ederek geçinmeye çalışan yani meşgalesini mesleği kılma gayretinde, karısının zıddına yeni değil eski teknoloji âşığı; bu özelliklerinin hilâfına, aynı zamanda son teknoloji üretiminde söz sahibi şirketlerin patronlarıyla içli-dışlı Grey ile yenilik düşkünü, işini de kendisi kadar seven, sanki günümüz Türkiyesi’nde yaşıyormuşçasına teknolojiperver karısının ultra modern yaşantısına tanıklık ederiz ilkin.
Karı kocanın teknolojiyi değerlendirmelerindeki bariz farka, bir de kadının, içinde yaşadıkları düzenin istediği ve hatta dayattığı tarzdaki mesaili ve düzenli maaşlı işi eklenince, ortaya çatışmaya uygun bir gerilim atmosferinin ipuçları çıkıyor. Zaten bu durum, ötekinin dünyasına kendini kapama tavrı, aralarında gizli kalmış, hatta kendilerinin bile farkına varamadıkları bastırılmış duygularının ipuçları aynı zamanda. Özellikle de kadının, kocasının meşgale karışımı mesleğine yönelik tahfif tavrı, birçok soruna gebe gibi durmakta. Genç çiftin evliliklerinin hâlen daha ayakta durması, erkeğin tavizlerinin sonucu. Bu arada, kadının yegâne gurur kaynağı, düzenli bir işe ve maaşa sahip olması kadar başka bir kabulüne daha dayanıyor: Ben çok zekiyim. Erkeklerden bile. Tabii kocamdan da.
Çağdaş bir zamane ailesinden sözetmekteyiz yani. Zaten film yakın bir gelecekte geçiyor. Yapay zekâ iyicene günlük hayatın içine girmiş durumda. Akıllı evler, şimdikiler gibi çakma akıllı değil. Yani bir yandan da siberpunk istikbalin aydınlık yüzüne ışık tutma telâşı…
Çiftimiz bir gün, Grey’in yeni tamir ettiği klâsik bir arabayı teslim etmek amacıyla dünyanın en büyük bilgisayar şirketinin sahibi yeniyetmeyi ziyarete gider. Orada Stem adı verilen, böcek biçimli son teknoloji mamulü ve deneme aşamasındaki yeni bir tür yapay beyinle ‘tanışırlar’. Tanışırlar tabiri burada yerinde bir kullanım. Çünkü üreticisine göre Stem, insan beyninin çok daha gelişmişi ve üstünü.
Çiftimiz dönüş yolunda bir kaza geçirir. Otomatik pilotlu, yapay zekâlı, son teknoloji ürünü arabaları, arıza çıktığı gerekçesiyle güzergâhından sapar; aşırı miktarda hızlanır ve nihayetinde durduk yerde feci bir kaza yapar. Üstün teknolojinin bu saldırısından her ikisi de sağsalim kurtulur ama hemcinslerinin saldırısından değil. Kadın ölür; adam ise ancak ağır yaralı kurtulabilir. Felçlidir.
İyi de, şu bilim-kurgu fonunu çektiğimiz takdirde ortaya çıkacak hasılanın kendisini, benzerini, hatta benzerinin benzerini defalarca izlediğiniz hâlde Yükseltme/Upgrade adlı bu filmden niçin bahis açıyorum acaba? Bahsetmekle yetinmiyorum, filmin hikâyesini de niçin anlatıyorum? Çünkü buraya kadar aşina gelen şeyler, yerini birazdan bilinmedik öğelere bırakmaya başlayacak da ondan.
Hayır, hayır! Ebette sıradan izleyici için macera devam ediyor. Ne ki sinemayı eğlence malzemesinin ötesinde görebilen, tıpkı hayat gibi sinemaya da içinden farklı anlamlar çıkarsanabilecek bir seçenekler öbeği gibi bakabilenler için asıl hikâye şimdi başlıyor. Yani insanın en mühim meselesi. Bütün öbür meseleymiş gibi görünen rakiplerinin hepsinden kavisi ve hakikisi. Susturulamaz ve bastırılamaz: Ben kimim?
İnsanın mahiyeti ve varlığının anlamı meselesini Yükseltme, benliğin içyüzünü kurcalama üzerinden ele almakta.
Bilim-kurgu dendiğinde nedense aklımıza her daim yüksek maliyetli işler gelmekte. Hâlbuki Leigh Whannell’in yazıp yönettiği Avustralya filmi Yükseltme, son zamanlarda sıklıkla gördüğümüz gibi sırtını yüksek prodüksiyona değil, barındırdığı yeni ve yaratıcı malzemelere dayandırmakta. Demek istediğim, yıllardır görmeye alıştığımız ucuz maliyetli ve sahiden de beş para etmez o bilim-kurgulardan biri değil. Üstelik sinemasına pek de vakıf olamadığımız yabancı bir diyardan geliyor. Kendine mahsus içeriğinin yanında, etkileyicilik bakımından parmak ısırtan distopik bir atmosfer eşliğinde üstelik.
Kazanın üzerinden üç ay geçmiştir. Annesinin desteğiyle ve o güne kadar karşı çıktığı yapay zekâ takviyeli teknolojik alet-edavat eşliğinde yaşantısına sakat kimliğiyle devam eden adamımız Grey, o kazada yalnızca sapasağlam bedenini ve sevdiği karısını kaybetmemiştir. Bir çeşit geriye dönüş de yaşamıştır. Geriye, bebekliğe. Artık annesi tarafından yıkanıp paklanmaktadır. Düpedüz onun bakımına muhtaçtır. Tıpkı bir bebek gibi, evet. Eskisi gibi salyası akan bir bebek.
Bebekken herkes annesinin bakımına muhtaçtır. Aslında bu durum ‘normal’in ta kendisidir. Zor ve anormal olan, bebekliği ikinci kere yaşamak. Yetişkin bedeni içinde ve yetişkin algısıyla. Peki ya bir yetişkin için yeniden bebekleşmek ne kadar normaldir? Zaten Grey’in içini asıl kemiren husus da budur: İnsanlık yüzyıllardır daima ‘ileriye giderken’ o geriye itilmiştir. Her ne kadar teknolojiyi geriden takip etmeyi sevse de. Malûm, bir şeyi özgür irade doğrultusunda sevmek başka, o şeye mecburiyet gereği maruz kalmak başka. İşte onu ‘bir bebek gibi’ ağlatan da işin bu tarafı: Büyümüşken küçülmek… Kudret kuşanmışken acziyete düşmek… Yok iken ‘yok’a tahammül kolay. Ya var iken ‘yok’a?
Başkasının ibreti için sizin mahrumiyete maruz bırakılmanız tahammülfersadır elbet. Eskiden, kendisiyle çatışmayı kişilik özelliği hâline getirmiş karısına karşı bile gayet hoşgörülüyken artık o da dünyaya karşı tahammülsüzleşir. Ve çevresindeki insanlara…
Başarısızlığa mahkûm bir intihar girişiminin ardından ona çareyi altın tepside takdim eden, dünyanın en büyük bilgisayar şirketinin sahibinden başkası değildir. Yani Stem’in. Bir sakat için, insan eliyle yeniden insanlığa geri döndürülme imkânı geri çevrilebilir mi hiç? Varsın bu teknolojinin geliştirilmesi için sıradan bir deney faresi durumuna düşülsün; ne gam. Nihayetinde sonlandırılmak istenen hayata yeniden başlamak seçeneği sözkonusu.
İnsan için biraz teknoloji sınırı aslen muhal; imkân sahibiyse elbette. Hepimiz için böyle bu.
Çocuklaşmış yetişkin, çocuk-tanrının ellerinde yeniden eski hâline dönüyor. Açıkçası eskisinden de iyi bir hâle. İnsanın ‘yarattığı’ insan, yani yükseltilmiş insan, tanrının yarattığı insanı ezip geçmiştir. Başka bir ifadeyle insan da artık bir nevi tanrıdır. Eskiden yeni teknolojilerin muhalifi, o teknolojinin elinde eskisinden çok daha iyi bir hâle gelir-gelmez ilk düşündüğü şey, intikam!
Stem, Grey’in bedenine takıldıktan sonra hakikati zuhur eder: Yeni bir ‘benlik’. Yani Stem, ilk ânda anlatıldığı gibi basit bir yardımcı beyin değil, aslında çok daha fazlasıdır. Belki üreticisinin tasarladığından bile fazlası. Artık Grey, kendisinden başka kimseciklerin duyamadığı bir içsese de sahiptir. İster altbenlik deyin bu içsese, ister bilinçaltı. Yahut da ‘üstinsan’a mahsus mantık. Üstelik çocuk-tanrının emri gereği başkalarının bilmesi yasaklanmış bir içsestir bu. Kullarına lütuflar bahşeden tanrı, elbette onlardan bazı şeyler de isteme hakkına sahiptir.
Aslında Leigh Whannell imzalı Yükseltme, sanki Alex Proyas’ın Karga/The Crow adlı filminin uzak akrabası. Dil ve anlatım açılarından çok tematik bakımdan öyle. Özellikle de intikam sürecinden sonra. Elbette filmin barındırdığı alt katmanlara sarktığınızda.
O yüzden de Yükseltme adlı film, arka-plânda seyreden onca bilim-kurgu gösterisine ve kimileyin rahatsızlık veren miktarda şiddet içeren aksiyon sahnelerine rağmen, benmerkezci insanın kendisiyle ve çevresiyle ilişkisini alegorik bir tarzda resmettiği için dikkate değer. Yoksa hiçbirimiz narsizmi kendimiz için de muhtemel gör(e)meyiz ki.
Sanatın aynasına bakmayı öğrenmezsek.