Sinemanın sihrinin ne kadar farkındayız?

Herhâlde son yüzyıldır dünyada en çok biz milât yaşıyoruz. Kolumuzu kıpırdatıyoruz, buna milât diyoruz; kolumuzu kıpırdatmıyoruz, ona da milât demekte bir beis görmüyoruz. Milât sevdasıyla yanıp tutuşmuşuz adeta.
Öte yandan bizde işler böyle yürürken dünyanın bazı yerlerinde sahiden de milâtların yaşandığına tanıklık ediyoruz. Bu milâtların bir kısmının öyleliğini, ancak iş işten geçtikten çok sonra farkedebiliyoruz. O da kendi sahte milâtlarımızın sun’i etkisine kapılmayı gevşetebildiğimizde.
Ve hatta modern dünyayı inşa eden milâtlar apaçık ortadayken. Dünya’nın Güneş’in etrafında döndüğünün kabulü, kolej tarzı eğitimin yaygınlanışı, romanın bugünkü kudretine evrilişi, bilinçdışının keşfi, ampul ile petrolün icadı ve Evrim Kuramı… Başka birçok öğeyi ekleyebileceğimiz bu listenin pek mühim bir tanesinin hakkını yiyoruz sanki. Israrla! Fotoğrafın icadının ve belli bir anlayışla çekilmiş fotoğraf görüntülerinin birbiri peşisıra gösterilmesiyle ortaya çıkan hareketli görüntünün milâdının.

Bir Dönüştürme İmkânı

Hâlbuki sinema, sıradan insanı, özellikle de bütün çeşnisiyle burjuva insanını en az roman kadar derinden etkileyen bir ifade kudretine sahip. Resimden de, pop yahut popüler olmayan müzikten de, hatta benzeri gibi görünen, o yüzden de sıklıkla yanyana getirilme gafletine düşülen tiyatrodan da fazla. Başka bir ifadeyle romanın üçyüz yıl boyunca potasında pişirip istihaleye tabi tuttuğu çağımızın insanı, nihayet yüz küsur yıldır sinemayla birlikte, artık geri dönülemezcesine başka türlü bir düşünme ve hissetme mekanizmalarını kuşanmış durumda. Üstelik okuma-yazma bilme mecburiyetini bile ortadan kaldırarak başarıldı bu.
Öte yandan az buçuk vasıflı çağdaş bir romanı hakiki manâsıyla okuyabilmek için ne çok şey bilmek icap etmekte. Çağdaş Sanat Müziği’ni ihsas edebilmek içinse meselâ Klâsik Müzik’ten hazzetmeniz hiçbir işe yaramamakta.
Öteki sanat dalları için de benzeri bir durum geçerli. Tiyatro kulisinde doğmuş olmanız bile çağdaş tiyatrodan anlama aşamasında hiçbir işinize yaramayabilmekte. Hele çağdaş resmi kavramak veya çağdaş mimariyi çözümleyebilmek için daha da fazla donanıma ihtiyacınız var.
İşte sinemanın sihrinin görünürleştiği aşamalardan birindeyiz:
İster “Ben reklâmlardan hiç etkilenmem.” diyen vukufiyetsiz gibi sinemaya kayıtsız kaldığınızda ondan etkilenmediğinizi varsayın, isterseniz bir sinefil olun, farketmez; sinema, ömrü hayatında hiç film görmemiş insanı bile geri dönülemezcesine derinden etkilemiş durumda.
Etkilemiş ve hatta kanaatimce dönüştürmüş de.

Çoköğeliliğin
Kudreti

Elbette sinemanın asıl sihri, kudretinin tecelli ettiği esas husus burası değil.
Beherimiz sinemanın aslen bir tür değil, bir türler birlikteliği ve bu birliktelikten ortaya çıkan senkronizasyonun neticesi âddedilmesi icap ettiğinin farkında. Ne ki gözden kaçırdığımızı zannettiğim husus da tam burada tecelli etmede: Böylelikle sinema, bünyesinde barındırdığı bütün farklı türlerin, çoğun en iyi yönlerini kendi bünyesine katmakta, bunun sonucunda da müthiş bir ifade kudretine kavuşmakta. Bu ifade ve tesir kuvvetinin kısmen benzerini bile, sinemayı teşkil eden türlerin hiçbirisinde görememekteyiz.
O yüzden de öteki ifade dalları gibi sadece bir tek zihnin ve hissin değil, birçok insanın ortak zihninin ve hissiyatının mahsûlü sinemanın bu kudreti, ilk ânda ortaya çıkan illüzyondaki gibi, kendisini teşkil eden öğelerinin hepsini kapsamamakta; tersine, ancak pek az film, anlatmaya çalıştığım sinemaya özgü o derin etkiden pay alabilmekte.
Daha açıkçası, sinema dediğimizde aklımıza hangi filmler geliyorsa muhtemelen beheri, bahsettiğim bu kudretten nasiplenmiş değil, nasiplenmemiş nümûneler.

Haz ve Sahicilik Farkı

Garip bir yanılsamayla biz bir filmden hoşlandığımızda, o filmi izlemekten keyif aldığımızda, hatta o film üzerinden kimi yeni bilgiler veya bakış açıları edindiğimizde o filmi yüceltmeden edemiyoruz. İnsani bir zaaf bu. Ama farkına varıldığında başedilemez değil.
Meramımı anlatmak için gıdadan misal vereyim: Biz herhangi bir yiyeceği yerken lezzeti hoşumuza gidiyorsa onu aynı zamanda sıhhatli sayıyor muyuz? Yoksa bu lezzeti teşkil eden malzemelerin mahiyetine bakarak mı o yiyeceğin sağlıklılığına karar veriyoruz? Yahut lezzet alamadığımız, hatta tadını beğenmediğimiz bir gıdayı sağlıksız veya zararlı bir gıda mı sayıyoruz?
Gıdaların lezzetiyle, damağımızda bıraktığı etkiyle, o yiyeceğin bize verdiği hazla sıhhiliği arasında nasıl ki herhangi bir bağ kurulamazsa bir filmin bize kazandırdıklarıyla veya tattırdığı hazla bizatihi keyfiyeti arasında da benzeri bir bağ kurulamaz.
Demek ki haz almak başka, keyfiyet daha başka.
Öte yandan bazı yiyecekleri çocukken yemek istemeyiz. Sıhhi büyümemiz için o gıdalar şarttır ama. Büyüdüğümüzdeyse o yiyeceğe bayılabiliriz. Bazı filmler de böyledir. Onu hakketmemiz için bile az-biraz kemalât icap edebilir.
Hakiki manâsıyla sinema, tıpkı hakiki edebiyat gibi, hakiki müzik ve resim gibi bizi kendisinden önce ve kendisinden sonra diye zihnen tam ortadan ikiye bölme kudretinde. Bir ifadenin hakikati, bizi dönüştürme miktarıyla bir şekilde irtibatlı.
Hakiki bir film bizde bu etkilenmeyi mümkün kılacak bir kudret taşımalı. İlginçtir, birinde bu etkiyi uyandıran bir film, başka birinde yaprak kıpırdatmayabilir de.
İşte bu yüzden de bugüne kadar hiçbir zaman şu İzlenmesi Gereken Filmler Listesi tarzına asla itibar etmedim. Müzikte de aynen geçerli bu kabulüm, sinemada da, edebiyat ve fikriyatta da. İnsan okumaya ihtiyaç hissettiği kitapları, dinlemek istediği müzikleri, izlemeyi hedeflediği filmleri bizzat kendisi keşfetmeli. Düşe-kalka, yanıla yalpalaya bulmalı kendi yolunu. Bunun zıddı zihni veya hissi bir seyahat değil, dönüşte arkadaşlara hava atmak için çıkılan bir tur hükmünde.
Kötü kitap okumak da, berbat bir şarkı dinlemek de, rezil bir film izlemek de insana ne çok şey kazandırır hâlbuki.
Size hakiki bir milât bile yaşatabilir hatta.
Daha iyiye talipseniz elbette.