Geçen hafta Norveç’te NATO tatbikatı çerçevesinde yaşanan ve benzerlerine rastlamaya başladığımız birtakım olaylar, kimlikler üzerinde zorlayıcı bir baskı uyguluyor. Bu baskı neticesinde kimi aktörler, zaman içinde edindikleri ya da varsayılan kimliklerinden beklenilen tavrı gösteremiyor. Bu durum mevcut kimliklerin, varsayılan ama aslında ödünç ve iğreti kimliklerin veya bizatihî kimliğin kendisinin günümüz koşullarında aşındığını gösterir. Şimdiye kadar ideolojik kimlikler hiç bu kadar zorlayıcı baskıya maruz kalmamıştı. Geçmişte bazı dönemlerde ideolojiler ve kimlikler üzerinde ciddî baskılar oluşmuştu ama o dönemlerin zorlayıcı baskıları genelde mahallî bir nitelik arz etmekteydi. Oysa şimdiki zorlayıcı baskı küresel ilişkiler ağı içindedir ve bireyleri fiilî olarak tercih yapmaya zorlamakta, farklı yönlere savurmaktadır. Bu sebeple yaşadığımız dönemde kişilerin kendilerini konumlandırdıkları yer, sahici görüşlerin bir yansıması şeklinde görülmelidir. Çünkü zorlayıcı baskı sütre gerisinden konuşma ayrıcalığını imkânsız hâle getirmektedir. Kurtuluş Savaşı şartlarının hatırlanması yersiz değildir.
Türkiye’de şimdiye değin birey ve toplum eksenli değişim ve dönüşümler çoğunlukla ideolojik kimliklerin çöküşü metaforuyla açıklandı. Özellikle AK Parti iktidarı dönemi hakkında yapılan analizlerde bu metaforun çokça kullanıldığına şahit olduk. Kuşkusuz bireylerin değişim ve dönüşümünden hareketle kimliklerin ve ideolojilerin çöküşü sonucuna ulaşmak çok da yadırganacak bir durum değildir. Fakat bu daha çok sosyolojinin alanını ilgilendirir. Oysa Türkiye’nin Amerika, NATO, Avrupa Birliği ve Rusya bağlamında yaşadığı gerilimler siyasî niteliktedir ve bu süreçte dile getirilen görüşler, siyasî kimlikleri ve ideolojik kabulleri yansıtır. Türkiye’de hayat bulmuş ve uzun bir tarihe sahip ideolojiler de esasen siyasî nitelikleriyle öne çıkmıştı. Dolayısıyla bugün zorlayıcı siyasî gelişmelerin dayattığı meseleler üzerine yapılan yorumlar, yorum sahiplerinin ideolojik tercihleri hakkında bir fikir verir. Ülke olarak yaşadığımız gerilimleri salt ideolojik perspektiften ele almak elbette bir körlüğe sebep olabilir. Üstelik devlet çarkının ideolojik bir körlüğe teslim olacağını düşünmek de doğru değildir.
Bu süreçte bizi şaşırtan ve anlamakta zorlandığımız durum, Amerika ve Avrupa taraftarlığına kadar varan tavır ve görüşlerin birçok kişi ve kurum tarafından farklı sebeplerle piyasaya sürülmesidir. Bu durum belirlenmiş ve kabul edilmiş siyasî tavır ve görüşleri yansıtmak bakımından anlamlıdır, çünkü mevcut kimlikler, varsayılan iğreti kimlikler ve kimliklerin bizatihi kendisinde çok önemli bir siyasî değişimin varlığına işaret etmektedir. Bu süreci de siyasî çöküş, değişim, başkalaşım, çürüme gibi daha çok sosyolojik çağrışımlarıyla ele almak mümkündür. Fakat bu bizleri yanıltacak ve sağlıklı bir siyasî analizi bertaraf edecektir. Görebildiğimiz kadarıyla birçok kimse mevcut konumunu akılcılık, soğukkanlılık, ileri görüşlülük gibi kılıflar içinde sunuyor. Hâlbuki onların bu durumunu çok rahatlıkla Amerikancı veya Avrupacı tavır şeklinde tanımlayabiliriz.
Farklı ambalajlar içinde sunulsa da şu cümleler bizim için siyasî tutumu belirlemek açısından yeterli veri sunmaktadır: “Halkı NATO’ya karşı doldurup, Batı ittifakından nefret ettirmek…”, “yönü Batı’dan Doğu’ya çevirerek makas değiştirmeyi çorap değiştirmek zannetmek”, “ülkeyi NATO’dan uzaklaştırıp Avrasyacı hayallere yaklaştırma, Amerikan düzeninden koparıp…”; “bir teknisyen, Türkiye asıllı Norveçli bir ordu çalışanı [NATO’da yaşanılan olayın önemini azaltma gayretine dikkatinizi çekerim. S. T.]”, “bütün kötülükleri NATO’nun hesabına yazanların hafızasızlık sorunu…”, “Türkiye’nin başına bela olmuş en büyük terör örgütlerinin arkasında da NATO yoktu”; “Türkiye Batı bloğundan kopuyor, Avrasya aksına yaklaşıyor yorumlarının dayanaksız olduğunu söylemek kolay değil”, “dikkat çekici derecede aşırı tepkiler, NATO’dan çıkalım çağrıları…” vs. Bu cümlelerin hepsi farklı yazarlara ait olmakla birlikte sağ-muhafazakâr bir gazeteden alıntılanmıştır.
Alıntıladığımız bu cümlelerde Erdoğan ve Türkiye özelinde siyasî bir tavrın eksen kayması üzerinden ele alındığı görülecektir. Eğer daha ileri düzeyde bir değerlendirme yaparsak bu cümleleri bir gösterge kabul edip temel dünya görüşleri ve temel siyasî yaklaşımlar hakkında da sonuçlar çıkartabiliriz. Zira eksen kayması, yakın tarihimizin en hararetli gündem maddelerinden biriydi, 28 Şubat sürecinde laiklik örtüsü altında işlendi ve AK Parti dönemlerinde bir suçlama aracı olarak varlığını korudu. Etkili bir araçtı, son dönemlerde de FETÖ’cüler tarafından Erdoğan’ı yalnızlaştırmak için kullanılan bir silaha dönüştürüldü. Türkiye ne zaman kendine özgü siyaset oluşturmaya başlasa eksen kayması yaftasına maruz kaldı. Örnek cümlelerde görüldüğü gibi bu dil şimdi de sağ-muhafazakâr çevreler tarafından kullanılıyor. İlginç bir tevarüs hadisesi!
Yukarıda sıraladığımız ve benzeri tepkilerde NATO, ABD ve Batı Bloğu’nun mutlak ve karşı çıkılmaz bir değer şeklinde sunulduğu anlaşılır. Benzer bir yaklaşım ve inanç FETÖ elebaşı tarafından da tekrar edilirdi: “Londra karşısında kazanma şansları yok.” Aradaki benzerlik anlamlıdır. FETÖ’nün FETÖ olmasına yol açan da Londra’ya karşı duyulan bu imandı.
Bugün Türkiye’nin, karşılaştığı sorunlara çözüm arama çabasını hafife almanın, gösterişli cümlelerle geçiştirmenin kimseye bir faydası olmaz. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren şekillenmeye başlayan ideolojilerin birbirinden farklılaşmasına sebep olan bahsi geçen eksen tartışmaları çerçevesindeki görüşlerdi. Biz şimdilerde bu tercihlerin bütününe dünya görüşü diyoruz.
Türkiye, kendine bir yol çizmeye çalışıyor ve bu sebeple bazen Rusya, bazen Amerika ve bazen de Avrupa ve İsrail ile çok şiddetli gerilimler yaşıyor. Bu bir eksen kayması değil, yeni bir yol arayışıdır. Bu arayışı Rusçulukla yaftalamak haksızlıktır. Amerika, Avrupa ve İsrail kaynaklı tehditleri görünmez kılmanın, 15 Temmuz Darbe Girişimi’ni görmezden gelmenin bu ülkeye bir faydası yoktur.
Sadece ülkemiz değil, neredeyse bütün coğrafyamız büyük sarsıntıların merkezindedir. Üreteceğimiz fikirler kimliklerimizin ve dünya görüşümüzün bir yansımasıdır. Söylediğimiz her söz ile sadece günümüze seslenmiyoruz, aynı zamanda geleceğe de bir miras bırakıyoruz.