Yeşil Kitap’ın Mor muhteviyatı

Kimilerine göre son yıllarda bahsettiğim filmleri övüp durmaktan başka bir şey yapmıyormuşum. Hâlbuki ancak övebileceğim filmleri seçtiğimi iddia edebilirlerdi en azından. Ne gam. Meselâ Yeşil Rehber’i kim, hangi hakla tahfif edebilir ki! Seyretmeyi tüketmekten başka bir tarzda kavrayabilmişse elbette…

Peter Farelly’nin senaryosuna katkı sunup yönettiği, Vigo Mortensen ile Mareshala Ali’nin başrollerini paylaştığı Yeşil Rehber (Green Book) filmi ilk ânda son derece sıradan bir izlenim vermekte:

Zenci bir müzisyen ile beyaz şoförünün, konser vermek maksadıyla Amerika’nın güney topraklarını arşınlamasını anlatan olağan bir yol filmi işte. Doğru! Ama bu, işin sadece dışyüz cilâsı. İşin içyüzü, az-biraz titizlenmeyle kendini ele verebilmekte: Efendi ile köle yer değiştirdiğinde ne olur? Üstelik bu efendi, yerine geçtiği türden ölesiye tiksinmektedir. Yahut ağa ile maraba… Kral ile soytarı veya… Yahut da Don Kişot ile Sanço… Acaba Sanço donluğun hakkını ne miktarda verebilirdi ve hakiki don, silâhtarlığın hakkını ne kadar kuşanabilirdi?

Zenci motorcunun Yeşil Kitabı

Yeşil Kitap’ın esası bir hakikate dayanmakta. 1962’nin New York’undayız. Meşhur Copacabana, muhafızının etkili birini pataklaması yüzünden bir süre kapatılmıştır. Tony Lip de işsiz kalmıştır tabii. Yegâne seçeneği ise çöp kamyonu şoförlüğüne geri dönmek… mi acaba?

Çok geçmeden farkederiz ki meğer Tony, bir kabadayının gözüne girmek için küçük bir gösteri tertiplemiş ve maksadı da hâsıl etmiştir. Ne ki bu yakınlaşma onu, babası, kardeşleri ve çocuklarıyla birlikte içine tıkıştıkları ortamdan kurtarmaya yeterli gelecek midir?

Fırsat ayağına gelir: Bazı yanlış anlamaların ardından Don Shirley’nin Amerika’nın güney ülkelerini kapsayacak konser turnesi için bir şoföre ihtiyacı vardır. Gelgelelim Don, snobluğunu gizleme evresini aşmış bir zencidir; başka bir ifadeyle Tony’nin, içtikleri bardağı atacak kadar tiksindiği ırkın ahfadı. Başka şeyleri bahane ederek teklifi önce geri çevirir. Fakat doktor yaman biridir; allem eder, kallem eder, nihayet Tony’yi ikna eder. Ve Zenci Motorcunun Yeşil Kitabı’nın güzergâhında yola koyulurlar.

Zıtlıkların seyahati

Yolculukta dikkati çeken şey, aralarındaki sınıf farkının beraberinde getirdiği kültürel tezat. Sınırsızmış gibi görünen küstahlıkla snobluk çatıştığında kim galip gelir? Hayır, film bu soruya cevap aramıyor. Cevap handiyse ortada çünkü. Filmin asıl meselesi, farklı gerekçelerle kendini yekdiğerinden üstün gören iki erkeğin, (Zenci-beyaz, güney-kuzey, cahil-bilgili, kaba-görgülü, fakir-zengin, sıradan-ünlü, vs.) zamanla zıddına evrilen mücadelesi üzerinden insan beninin hiçbir zaman çözülemeyecek derinliklerine bir kere daha sarkmak ve en nadide süngerleri çıkarmak. Elbette bir irade savaşının eşliğinde.

İlk ciddi hata doktordan gelir: Şoförünü değiştirmek ve adam etmek ister. Sadece telâffuzunu değil hatta, adını da. Evet, bir zamanlar beyazların dedelerine yaptıkları gibi. Nezaket icabı hem de.

İnsan, yakınındakini değiştirmeyi kafasına koymasın bir kere; yapmayacağı körlük, düşmeyeceği tuzak yoktur. Tebliğ edilmemiş deklarasyonlar, işaret edilmemiş hedefler, dile getirilmemiş beklentiler… Ve beheri gerçekleşmediği için verilen cezalar… Muhatabın olup-biteni anlamasının imkânsızlığının anaforunda cereyan eden tek taraflı bir iletişim ve etkileşim tarzı.

Aralarındaki denge, hiç beklenmedik bir yerden kurulmaya başlar; müzikten. Bir zenci ve ünlü bir müzisyen olmasına rağmen doktor, dönemin zenci ağırlıklı pop müziğinden neredeyse habersizdir. Şoförün dinlediği müzikler, iki zıt kutubun ortak paydası hâline gelir. Buna rağmen aradaki mesafe, öyle kolaycana kapanacak gibi değildir.

Üstünlük mücadelesi

Peki, iki erkek arasında alttan alta ilerleyen bu iktidar mücadelesini ne dizginleyebilir? Tabiilik elbette. Topraktan gelen insan, ancak toprağa yakınlaştığında huzuru hissetmiyor mu zaten? Eşitlenme hissi.

Bu eşitlenme hissi en çok da Don’un, Tony’nin karısına mektup yazarken yardım ettiği sahnede zirveye ulaşma hazzı yaşatıyor. Bu durumun bir benzeri, kariyerinden memnuniyetsizlik hisseden Don’a, Tony’nin bambaşka bir bakış açısı teklif etmesinde de gerçekleşiyor.

Fakat zencilerle beyazlar arasında öylesine derin mesafe var ki hiçbir şey o uçurumu kapatamıyor. Don Shirley’i dinleyelim: “Zengin insanlar onlara bir şeyler çalmamı istiyorlar. Çalıyorum. O zaman onlar da kendilerini kültürlü hissediyorlar. Ama sahneden indiğimde tekrar zenciye dönüşüyorum.” İşte hiçbir şey kapatamıyor bu eşitsizlik hissini. Ve hiçbir merhem iyileştiremiyor.

Hatta güneye doğru ilerledikçe zencilerin teni daha bir kararıyor. Köle-efendi tezadı oralarda hâlen daha kaviliğini korumaktadır çünkü. Üstünlük hissi taslamak gayesi ne fena bir alçaklık; rekabet hissini bertaraf etmesine rağmen üstelik.

Yeşil Rehber, bir yandan toplum düzeyindeki zıtlıkları işaret etmekte, bir yandan da birey açısından kabullerle eylemler arasındaki tezadı işlemekte. Meselesini mütalâa ederken takındığı ince tavırsa filmin farkı.

Tabii filmin soundtrackindeki klâsikle karışık muhteşem caz müziğini zikretmek şart.

Bir de şu: Amerika’da zenci meselesi kapanmadı; zenci melezi başkana rağmen kapanmayacak da!