Türkiye’de Doğu-Batı karşıtlığı bakımından işler karıştı. Bu karşıtlığın berrak olduğu dönemde Doğu Doğu’ydu, Batı da Batı. Zaten Rudyard Kipling bu ikisinin asla birleşmeyeceğini dile getirmişti. Edward Said ise Kipling’in birleşmeyeceğini söylediği bu iki ayrı dünyayı, birbirinin karşıtı iki kutup olarak ele aldı ve bir anlamda Kipling’in görüşünün nedenini izah etmiş oldu. Ama galiba Türkiye’de işler onların düşündüğü şekilde gelişmiyor. Kipling ve Said, Türkiye’nin yerli oryantalistlerini nereden bilsin.
Türkiye’nin yerli oryantalistlerinin entelektüel dünyası Batı’dan ödünç alınmış kavramlarla ve tanımlarla doludur. Kendi ülkesinin insanlarına ve kültürüne yabancı gözüyle bakmanın verdiği rahatlıkla hareket ederler. Bu sadece bir refleks biçimidir. Edebiyat ve siyaset arasındaki belirleyicilik ilişkisinden hareketle Doğu hakkında oluşturulan imgeler Batı’da siyaset yapıcılar açısından meşrulaştırıcı bir işleve sahipti. Şimdi ise yerli oryantalistler benzer imgelerin oluşturulması için canla başla çalışıyorlar. Son dönemlerde bunun örnekleriyle fazlasıyla karşılaşıyoruz.
Önce Cüppeli Ahmet Hoca’yı beyaz kadın ticareti suçu ile içeriye tıktılar. Hoca, çok kısa bir zaman için bile olsa insanların bu suçlamalara inandıklarını söylüyor. Hakkı var. Ama Hoca yine de sağ iken böyle bir saldırı ile karşılaştı. Dolayısıyla kumpası bertaraf etmek için fırsatı vardı. Fakat burada üzerinde önemle durulması gerekli olan nokta, Cüppeli Ahmet Hoca’ya yapılan saldırının bir başlangıç olmasıdır. Bunun devamı mahiyetinde Hasan Karakaya rahmetli de vefatından sonra aynı yerden aynı saldırıya uğradı. Üstelik onunla ilgili oluşturulan imaja Müslümanlar için en önemli mekân olan Kâbe de dâhil edildi. Hasan Karakaya’nın ölümüne, kullanmış olduğu bir hapın yol açtığı yönünde yaygara yaptılar. Bahsettikleri “hap” şehveti çağrıştırıyordu. Fakat başarılı olamadılar, rahmetlinin cenazesi çok az faniye nasip olacak bir saygı ile uğurlandı. Oluşturmak istedikleri imaj ellerinde patladı. Çünkü kendilerine ait değildi. Ödünç alınmıştı. Batılıların oryantalist edebiyatında çokça kullanılmış bir Doğulu imgesine sarılmışlardı.
Bu imgeyi tekrar tedavüle sokan Batılılar olsaydı anlaşılır bir çaba olarak kabul edilirdi. Gustav Flaubert’in Madame Bovary’sinde çizilen doğulu resmin siyaset yapımcıları ve onların emperyalist faaliyetleri için anlamlı bir yeri vardı. Doğu “Bütün donmuş kalıpların buluşma noktası, bütün egzotizmlerin eşanlamlısı, bütün çelişkilerin ve bütün aşırılıkların kışkırtıcısı. Daha bilge ve daha çılgın, daha çileci ve daha şehvetli. Daha zalim ve daha incelikli…”ydi onlara göre (Hayalî Doğu, Thierry Hentsch, Metis, s. 7). Doğu bu şekilde tanımlanınca gayr-i insanî bütün eylemler için meşruiyet sağlanmış olunuyordu. Doğulu insan bir yönüyle bedenî zevkleri ile tanımlanmış ve Batılı zihinde bu şekilde yer bulmuştu. Karl Marks’ın “onlar acı çekmeyi bilmezler” kıvamı tutturulmuştu.
Belirttiğimiz gibi eğer bugün Türkiye’de yerli oryantalistlerin zihinlerinden kustukları bu artıklar Batılıların bir eylemi olsaydı Edward Said’in kitabına bakar, edebiyat ve siyaset arasındaki belirleyicilik ilişkisinden hareketle bunun oryantalize edici bir çaba olduğunu düşünürdük. Gerçi bu imgenin çok kullanılmışlığından hareketle biraz daha yenilikçi olmaları yönünde bir uyarıda bulunabilirdik. Fakat bu, son tahlilde anlaşılabilir bir eksiklik olurdu. Biz de buradan hareketle Batılıların zihin dünyasının derinliklerinde yer bulmuş Doğulu imgesinin hortlaması üzerine analizler yapar ve onların zihin dünyasını yargılayabilirdik.
Yaşıyor olsalardı ne Rudyard Kipling ne de Edward Said, Türkiye’de devam etmekte olan olayları anlayabilirdi. Thierry Hentsch dahi gelse Doğu Batı karşıtlığı ile uğraşmaktan vazgeçip dikkatini farklı bir noktaya odaklamaya çalışırdı. Çünkü Batı’nın uzantıları olan yerli oryantalistleri görünce ciddî bir şaşkınlık yaşar, mesleğine olan saygısını yitirirdi herhalde.
Evet, belki Doğu Doğu, Batı da Batı olarak kalacak ama bu karşıtlığın Doğu’nun bütün çarşı pazarında bir hükmü kalmadı. Yerli oryantalistler, temsil ettikleri Batı’nın eskimiş, işe yaramaz imgelerini yeniden tedavüle sokmak için Doğu’da at koşturuyorlar. Artık Doğu da burada, Batı da. İşte bunları tahlil etmek faydasız bir uğraşıdır. Kendilerinden hareketle tanımlayan olmadıkları için onların bu çabasını uzun soluklu bir siyasî oluşumun temeli olarak düşünmek yanlış olur. Bugün bu şekilde, yarın başka bir şekilde davranabilirler. Dolayısıyla onların zihinlerinden etrafa saçılanlarla uğraşmanın fazla bir anlamı yok. Nihayet Salih Tuna, Yeni Şafak’taki bir yazısında çarşı pazarda ne yapacağını bilmez bir hâlde dolaşan bu güruha “Viagralı alçaklar” dedi. İyi de yaptı. Ama Sayın Tuna’nın bu ifadesi anlaşılmadı, diye düşünüyorum. Çünkü ilk elde sövme anlamına gelebilecek yalınlığa sahip. Oysa bu ifade ile asıl olarak yerli oryantalistlerin, Batılıların oryantalizminden ödünç alma durumuna vurgu yapılmıştır.
İşin tuhaf tarafı anlı şanlı hoca efendilerin ve yazarların da aynı murdar zihnin artıklarını toplamak için yarışa girip, bulduklarını bu ülkenin insanlarına fırlatmış olmalarıdır. Bu kopya bir davranışın kopyalanmasıdır. Fırlatmış olduğunuz artıklar bu ülkenin bütün insanlarını kirletiyor. Bunun farkında olmadığımızı mı zannediyorsunuz. Herhangi bir partinin içinde üst düzey bir görevde bulanan falanca kişinin ya da feşmekanca bürokratın gayr-i meşru ilişkileri üzerinden siyaseti belirlemeye çalışmak ne kadar ahlakidir? Buradan hareketle parmaklarını sallayarak korku imparatorluğu oluşturmaktan hangi çıkarları elde etmeye çalışıyorsunuz. Bahsettiğiniz gayr-i ahlakî ilişkilerin içinde her kim olursa olsun -ki böyle insanların varlığı her zaman mümkündür- topu ortaya atmayın. Bu durum nihayet “ahlak zabıtası”nın işidir.
Hani “Bâtılı tasvir safi zihinleri idlal eder”di?