1961’de Devrim ve 1966’dan 1984’e kadar üretilen Anadol’dan sonra Türkiye, yeniden yerli otomobil heyecanı yaşıyor. Bu milletin yarım bırakılmış büyük ideali olan yerli otomobil için önce Cumhurbaşkanı Erdoğan elini taşın altına koydu. Aylarca özel sektörden ‘babayiğit’ aradı ve sonunda 5’li bir konsorsiyum ile 2021’de yollara çıkacak olan yerli otomobilin üretim sürecine başlandı. Bir aksilik olmazsa şunun şurasında 3 yıl sonra satışta olacak. Asıl önemli kısmı da bu zaten. Satışa sunulması ve vatandaşlarca alınması…
Türkiye’de şu anda trafiğe çıkan kayıtlı araç sayısı 20 milyon adet civarında ve bunun yarısı otomobil. Cumhurbaşkanı da söyledi, geçtiğimiz yıl itibarıyla yılda 757 bin otomobil satışına ulaşmış bir Türkiye’de bu konuda hala adım atılmıyor olması artık ülkemizin bir ayıbı haline gelmişti. Bu rakam her geçen gün mutat bir şekilde artıyor. Ekonomik verilerden şikayet etse de alım gücü oluşturan bir toplumuz biz. Tüketimde engel tanımıyoruz. iPhone için bizde de sıraya giriliyor. Yerli otomobil konusunda da aynı ‘iştah’ ile hareket edersek Türkiye’nin üretim hamlesine büyük katkı sunacak olan projeyi ihya edebiliriz. Fakat burada bir takım teşvikler de oluşturulmalı. Türk halkı, indirim fırsatlarına dayanamaz. 0,09’la biten fiyatlar, ön ödemeli teslimatlar, ‘bugün al 6 ay sonra öde’ teşvikleri ve üç al iki öde kampanyalarının nasıl ilgi gördüğünü biliyoruz. Bizim dairelere “topraktan” girmek gibi bir ekonomi kültürümüz var. Yerli otomobilin sınıfı, segmenti ve modeli ne olursa olsun, şu üç yıl içinde halkın alım gücüne uygun bir satış modeli geliştirilmesi gerekiyor.
Halkın bindiği bir otomobilin; üretim, yedek parça ve servis aşamalarıyla nasıl bir ekonomik çark oluşturacağını ve bu paranın ülkemiz sınırları içerisinde kalacağını bilmek bile heyecan verici. Diğer yandan kamuya 100 bine yakın araç tahsis edildiğini de biliyoruz. İlk etapta sadece kamudaki araçları yerli yapmak bile büyük bir hamle olacaktır. Fakat madem yerli otomobil üretiyoruz, yetkililerinin başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, Başbakan, bakanlar ve diğer devlet protokolüne tahsis edilen makam araçlarının yerini tutacak, teknik ve mekanik olarak geliştirilmiş, zırhlı ve ekstra güvenlikli bir model de geliştirmeli. Cumhurbaşkanı’nın Mercedes’i kenara bırakarak bindiği bir araca, alt model bile olsa herkes binmek ister zaten. Ama satıcıların yerli otomobile “topraktan” sahip olduracak, bir ön satış modeli geliştirmesi, ortaya çıkacak araba kadar ses getirecektir.
Kadına şiddetin ‘kıyafet’ ölçüsü!
İstanbul’da son 2 ay içerisinde iki ayrı kadına şiddet vakası yaşandı. İlki, Eylül ayında Çekmeköy’de oldu. Hemşire Ayşegül Terzi, bindiği belediye otobüsünde Abdullah Çakıroğlu’nun tekmeli saldırısına uğradı. “Şort” giydiği için saldırıya uğramıştı. Kadın dernekleri, STK’lar, medya ve siyasiler ayağa kalktı. Kamuoyunun ‘hassasiyetini’ arkasına alan yargı makamları Çakıroğlu’na 3 yıl 10 ay hapis cezası verdi ve indirime de gitmedi. Türkiye’de bir kadının kıyafeti yüzünden şiddet görmesinin bedeli ağır olmalıydı. Oldu da. Saldırgan Çakıroğlu, 1400 güne yakın hapis yatacak.
İstanbul’daki ikinci kadın saldırısı Ekim ayında Ataşehir’de yaşandı. Aycan Çelik, kaldırımda yürürken karşıdan gelen Hakan Dündar’ın önce omuz darbesine sonra da yumruklu saldırısına maruz kaldı. Yediği yumruk ile sendeleyip yere yığılan Çelik, vatandaşların yardımı ile yerden kalkabildi. Kamera görüntüleri sosyal medyada yayınlanınca polis harekete geçti. Saldırgan Dündar gözaltına alındı. Fakat kamuoyunda garip bir sessizlik vardı. Başörtülü ve pardösülü olan Aycan Çelik’e yapılan saldırı; dernek, STK ve siyasileri harekete geçirmedi. Medya çarşaf çarşaf haber yapmadı. Haliyle kimse de ayaklanmadı. Saldırganın eğitim gördüğü Marmara Üniversitesi “sokakta bir kadına durup dururken saldıran biri doktor olamaz, insanların canı bu caniye emanet edilemez” açıklaması yapmadı. Vurdumduymazlık mahkeme safhasına da taşındı. Dündar, “kasten yaralama” suçundan 5 ay 16 gün hapis cezasına çarptırıldı ve ardından tahliye edildi.
Bir ay farkla saldırıya uğrayan iki kadının kıyafetleri üzerinden böyle bir yorumda bulunmak istemezdim fakat kim ne derse desin bu ülkede hassasiyetler, özgürlükler ve eşitlik söylemleri, her ikisi kıyafet olsa da şort ve pardösü kadar birbirine uzak kapsamlarda değerlendiriliyor. Bunu bir kez daha gördük. Bir de Sakarya’da kucağındaki ve karnındaki iki çocuğuyla canice katledilen Suriyeli Emani’ye duyarsız kalınmasında görmüştük. Sonuç olarak bir takım lobiler kadına şiddette bile devreye girebiliyor ya da kenara çekilebiliyor. Bu kadar net!
Yan mahkeme Atatürk düşmanı mı?
Mustafa Armağan, yayın yönetmenliğini yaptığı Derin Tarih dergisindeki dosya-yazıda Atatürk’ün hatırasına hakaret edildiği gerekçesiyle 1 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı. Armağan, ceza aldığı yazıyı Atatürk’ün eşi Latife Hanım’ın bizzat kaleme aldığı ve 1926’da bir ABD gazetesinde yayınlanan mektuba dayandırmıştı. Çok ilginç değil mi? Şu sözler ise Armağan’ı yargılayan ve cezalandıran hakime ait: “Bıçak sırtı gibi bir konumdaydı davanız, yan salondaki mahkeme size rahatlıkla beraat verebilirdi ama ben tercihimi cezalandırılmanız yönünde kullandım.” Basın özgürlüğünü ve bir başkasının sözlerini haber olarak aktarmayı kenara bırakalım, hâkimin “yan salonu” işaret etmesi ve “ben böyle istedim” demesi yargılamanın sonuç odaklı bir plan çerçevesinde yapıldığı şüphesini yeterince uyandırıyor. Türk yargısının kararları hala “yan mahkeme” ve “uygun hakim” kavramalarıyla sorgulanırken, fikir özgürlüğü hiçbir kesim, etnik ve siyasi görüş için teminat değil. Bunu bir kez daha anladık.
Ermeni lobisi bu kez başaramadı!
30 Ekim’de Azerbaycan’ın Alat Limanı’nda resmi açılışı yapılan Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu Hattı’nda ilk tren Kars’a ulaştı. Tarihi İpek Yolu’nu ‘demirleştiren’ yolun toplam uzunluğu 838 kilometre ve 76 kilometresi Türkiye’den geçiyor. Hattının devreye girmesiyle Londra’dan Pekin’e kadar kesintisiz bir hat oluşturuldu. Yıllık 1 milyon yolcu ve 6.5 milyon ton yük taşınması beklenen hattın ekonomik faydalarının yanında bölgede ciddi sosyolojik etkileri olacağını düşünüyorum. Erdoğan’ın “istikbalimiz için çok önemli” dediği hattın inşa aşamasında ABD’deki Ermeni lobileri çeşitli engelleme girişimlerinde bulunarak Gürcistan’ı vazgeçirmeye çalışmıştı. Yeni hat sayesinde Türkiye ile Azerbaycan arasındaki sınırlar demiryolu ile birleşti ve her iki ülkeyle de ciddi sorunları olan Ermenistan da bir şekilde izole edildi. Ermeni lobisi bu sefer başaramadı.