Yeni bir “aydın yabancılaşması” ve milletin öncülüğü

Son zamanlarda İngiltere gibi diğer Batı ülkelerinde de süreli yayınlarında Türkiye konulu yazıların sayısında ciddi bir artış görülmektedir. Bu yazılar genelde Türkiye ve İslâm’a yönelik olumsuz bir algı oluşturacak niteliktedir. Yazıların yayımlandığı gazete ve dergilerde yer alan okuyucu yorumları da Türkiye ve İslam düşmanlığının geniş kesimlerce benimsendiğini göstermektedir. Okuyucu yorumlarında dikkat çeken hususlardan biri, Türk ve İslâm düşmanlığının şiddetini düşürmeye çalışan yazılara gösterilen tepkidir. Buradan hareketle Avrupa ülkelerinde Türk ve İslâm düşmanlığının dozunun yükseltilmesine katkı verecek bir vasatın oluştuğunu söyleyebiliriz. Elbette bu vasat siyaset ve medya ilişkisiyle yıllar içinde oluşturuldu. Fakat bugün, geçmişin tekrarından ibaret olmayan yeni bir durum söz konusudur. Artık kendi kendini yeniden üretebilecek bir siyasî iklimden bahsediyoruz. Batı, Türk ve İslâm düşmanlığı üzerinden kendini yeniden inşa ediyor.

Farklı Batı ülkelerinde Türk ve İslâm düşmanlığı; sadece belirli kesimlere özgü kısmî ve dönemsel bir hâl olmayıp neredeyse her gün siyasî, askerî, iktisadî, dinî vs. yeni boyutlar kazanarak genişliyor. Batı’nın kendi içinde de çok sert bir çatışma yaşanmaktadır. Bu sürecin bütün bir dünyayı nereye doğru sürükleyebileceği hakkında herhangi bir açıklık söz konusu değildir. Mevcut şartlarda Batı’da Katoliklik, Protestanlık ve Ortodoksluk eksenli bir ayrışmanın varlığından söz edebiliriz. Bu yönde bir kutuplaşmanın nesnelliğini tartışmak ayrı bir konu fakat din temelli bir kutuplaşmayı dinin yeniden hayata davet edilmesi şeklinde görmek daha doğru olsa gerek. Bunu da Batı dışındaki milletlere, ülkelere, dinlere karşı bir dayanak arayışı şeklinde yorumlayabiliriz. Din temelli bir ayrışmanın yanında küreselciler ve millî devlet taraftarları arasında yaşanan ikinci bir çatışmanın varlığı da kendini göstermektedir.

Her iki çatışma ve ayrışma sürecini dünyanın yeniden paylaşılması, yani emperyalist siyaset çerçevesinde anlamlandırabiliriz. FETÖ ve onunla ilişkilendirilmiş terör örgütlerinin Batı kentlerinde yeniden örgütlenme sürecini de Batı emperyalizminin Türk ve İslâm dünyasıyla alakalı gelecek tasarımının içinde değerlendirmek gerekir. Güç merkezleri tahkim edilmektedir, cepheler yeniden kurulmaktadır ve gerçekten de büyük bir çatışmanın ön hazırlıkları adım adım tamamlanmaktadır. Süreci anlamak açısından üç beş yıl önceki tanımlar yetersiz kalmaktadır. Bir tiyatro sahnesinde değiliz, yaşadıklarımız ve yaşayacak olduklarımız bir oyun değildir.

Türkiye’de içinden geçmekte olduğumuz ve yaklaşmakta olan durumun tam algılanmadığı görülmektedir. Bu çerçevede Türkiye’de 16 Nisan eksenli gerilimi küçümsemeye yönelik bir yayın anlayışının giderek yükselmekte olduğunu da söyleyebiliriz. Muhafazakâr şeklinde tanımlanan basın yayın organlarında dahi fiilen yaşamakta olduğumuz yüksek gerilimi Erdoğan figürü üzerinden izah etmeye çalışan epeyce bir kimse var. Bunların da Batı’da yükselen Erdoğan, Türkiye ve İslâm düşmanlığını “tiyatro” ve “kurgu” kavramlarıyla izah etmeye meyilli oldukları görülüyor. Belki de 15 Temmuz, bütün yönleriyle anlaşılamadığı için kişisel hesaplar öne çıkıyor. FETÖ meselesinde dahi milletle kendilerini bir yere konumlandırmaya çalışanların tepkisi arasında belirli bir farklılıktan söz ediliyorsa 16 Nisan’ın öneminin anlaşılmaması gayet tabiîdir. Yeni bir “aydın yabancılaşması” hayırlı uğurlu olsun.

Türkiye’nin çok sert bir varlık mücadelesinin içinde olduğunu, özellikle yakın coğrafyamız derinden hissetmektedir. Türkiye’nin varlığını güçlenerek geleceğe taşıma yönündeki mücadelesini Erdoğan figürüne indirgeme, FETÖ’cüler tarafından bolca kullanılmış bir argümanlar bütünüydü. Onlar Türkiye kamuoyunu yönlendirmekte başarılı olamadılar, öfkelendiler ve 15 Temmuz’da milleti cezalandırmak istediler. Millet sahneye çıktı ve darbeciler direniş hatlarını yaramadılar. Türkiye hakkındaki endişeler hâlâ devam etmektedir, çünkü süreç tamamlanmadı. 16 Nisan referandumunda elde edilecek zafer, bu kaygıların giderilmesi açısından önemlidir.

Çok kısa bir zaman öncesine kadar yeni bir düzen kurulması süreçlerinde ne Türkiye’nin ne de İslâm dünyanın bir dahli vardı. 15 Temmuz darbe girişimine kadar Türkiye’ye yönelik küresel ölçekli birçok müdahale yapıldı. O dönemde çoğu kimse FETÖ eliyle yapılan bu müdahaleleri yerel ölçekli gelişmelerle izah etmeye çalıştı. Türkiye’nin maruz kaldığı bu saldırıların Erdoğan ve AK Parti üzerinden izah edilmesi, emperyalizm hakkında ciddî bir bakış açısının geliştirilmemiş olmasından kaynaklanıyordu. Benzer şekilde 15 Temmuz sonrasında çok sayıda insanın soluğu Avrupa’da alması da Batı emperyalizminin Türkiye siyaseti çerçevesine dâhil edilmeliydi. Salt bu durum dahi geniş katılımlı yeni bir fikrî hareketliliğe sebep olabilirdi. Fakat çok az kimsenin bu duruma dikkat kesildiğini söyleyebiliriz. Bu şehirlerde coğrafyamıza yönelik yeni bir emperyalist saldırının ön hazırlıkları yapılmaktadır. Çünkü Türkiye bütün bir coğrafyamızı içine alan yeni bir paylaşım düzenine onay vermiyor, itiraz ediyor.

Batı ülkelerinde yükselmekte olan Türkiye ve İslâm karşıtlığı bizi yakından ilgilendiriyor, fakat yine de anlaşılabilir bir durumdur. Oysa basınımızda kendi meselelerimize “İngilizce” bakılması kabul edilemez. Bu yeni bir “aydın yabancılaşması” örneğidir.

Bir kere daha milletin öncülüğüne ihtiyacımız var.