Yazı bir yönüyle öfkenin eseridir. Türkiye’de yeniden laik anti-laik çatışma ortamı oluşturulmasını önemseyip öfkelenmemiz yılların birikimindendir. Türkiye, yüklerinden kurtuldukça gelecek adına umut verici adımlar atıyor. Fakat insanımızın zaaflarını bilenler bizi kısır tartışmalara yeniden mahkûm etmekte sakınca görmüyorlar. Karşı taraf şeklinde tanımlanmış grupları ve insanları tahrik etmek için sarf edilmiş cümleleri okudukça hayrete düşmemek mümkün değil. Anlı şanlı kişiler körük misali yangını harlatmak için ellerinden geleni yapıyor. Hâlbuki dünya büyük bir değişim içinde, Türkiye de kendi yörüngesinde büyük değişimler yaşıyor. Kısır tartışmalar, büyük değişimleri görmeyi ve dinamiklerini tespit edip fikirler üretmeyi engeller.
Büyük değişimler karmaşayı da beraberinde getiriyor. Sovyetlerin yıkılması da bu değişimlerden biriydi. O dönemde yaşanan değişimin çok boyutlu olduğunu anlamıştık. Türkiye doğrudan bir sömürge ülkesi olmamıştı, kurumları bağımsızlığını korumuştu fakat bağımlılık ilişkisi içinde olan kişiler ve gruplar vardı. Bu, 1960’ların sonunda da biliniyordu ki NATO’da Sovyet sonrası oluşacak boşlukta Türk dünyasının kendi aralarında yakınlaşmasını önleyecek projeler hazırlanıyordu. Türkiye, Sovyet sonrası döneme kendi kurumlarıyla müdahil olmak istedi. Ne yazık ki bilgi birikimi ve tecrübe açısından ciddî bir hazırlık sorunu yaşanmaktaydı. Kısa zamanda bir çözüm bulunabilirdi. Aradan geçen otuz yıla yakın zamanı düşünürsek bugüne kadar ulaşılması imkân dâhilinde olan kurumsal tecrübenin kıymeti daha iyi anlaşılır. Bu tecrübenin oluşmasına imkân tanınmadı. Türkiye, tarihinin en karanlık yıllarını Sovyet sonrası dönemde yaşadı. Tam tersi olması gerekiyordu.
Doksanların başından itibaren yaşadığımız acı hadiseler, Türkiye’yi on yılda uçurumun kenarına getirdi. 12 Eylül’ü tartışmak önemlidir fakat doksanların başında yaşanan yapay gerilimlerin sonuçları kapsamlı bir şekilde ele alınmış değildir. 2001 ekonomik krizini, doksanların başında kurgulanan laik-antilaik yapay tartışmasının bir sonucu olarak görebiliriz. Amerika bir taraftan Körfez’i bahane ederek Irak’ı işgal ederken bir taraftan da Türkiye’nin güney sınırlarını terör bataklığına dönüştürüyordu. Rahmetli Erbakan, Amerika’nın Çekiç Güç eliyle oluşturduğu terör yapılanmalarına dikkat çektiğinde Amerikan büyükelçilerinin ve komutanlarının hışmına uğruyor fakat Türkiye’den ses çıkmıyordu.
Kuzey Irak’ta Amerika’nın gözetiminde oluşturulan bölgede FETÖ’nün okulları açılıyor fakat Türkiye’de bu ilişki ağına yönelik ses eden olmuyordu. Aynı örgütün Türk dünyası ve Balkanlarda kuvvetlenmesi özellikle dikkatlerden kaçırıldı. Çünkü Türkiye’de laik kimliği ile öne çıkan gazeteci ve yazarlar öldürülüyor, gösteriler yapılıyor ve bu gösterilerde İslam’ın temel kaynaklarına dahi hakaretler savruluyordu. Çok ilginçtir, aynı yıllarda FETÖ elebaşı “hoşgörü” temalı konuşmaları ve faaliyetleriyle siyasî alanda kendine meşruiyet kazandırıyordu. Sermaye desteğini sağlayabilmek adına İsrailli çocuklar için sabahlara kadar gözyaşı döktüğünü söylemesi yetti.
1980’lerin ikinci yarısından itibaren FETÖ’nün çok yönlü bir proje olduğunu söylüyoruz. Bu kanaatimiz hiçbir zaman değişmedi. Türkiye’deki birçok gelişmeyi bu zaviyeden görmeye çalıştık. Bugün de kanaatimizde bir değişiklik yok. Ne zaman Türkiye’de yapay gerilim ortamı oluşsa Amerika, İngiltere ve İsrail gibi ülkelerin siyasî hedeflerini düşünmek gerekir. Kişisel olarak aldatıcı söz ve fiilleri her zaman geniş bir açıdan görmek mümkün olmasa da milletin genel tavrına bakarak bir çıkış yolu bulabiliriz. Çünkü Hz. Muhammed (sav), ümmetin yanlış üzerinde ittifak etmeyeceğini müjdelemiştir.
Peygamberimizin müjdesi gönlümüze bir ferahlık vermelidir. Bazılarının kendi yanılgı ve ihanetlerini meşrulaştırmak için herkesin lanetli yapı hakkında yanılgıya düştüğü iddiasını ciddiye almamak gerekir. Milletin kahir ekseriyeti Amerika, İngiltere ve İsrail’e yakınlık gösterenden hoşlanmamıştır. İsrail’in Filistin’e reva gördüğü zulmü, Amerika’nın İsrail’e desteğini, İngiliz’in Osmanlı’ya yaptıklarını bu topraklarda görmezden gelen insan sayısı dikkate değecek kadar değildir. Bu ülkede örgütsel bağ kuranlar, iltisakı ve irtibatı olanlar haricinde lanetli yapıya sahip çıkan herhangi bir kimse bulunmaz.
Milletin devletine sahip çıktığı, arkasında durduğu ve yeni çizgisini onayladığı her krizde belli oldu. 15 Temmuz, bunun en güzel örneğidir. Bu ülkenin insanı hendek teröründe ordusu ve polisinin sadece PKK ile savaşmadığını bildi, ordusu ve polisi Afrin’de dünyanın en güçlü devletlerine kafa tutunca göğsü kabardı ve gıkını çıkarmadı. Utanmazlar, hâlâ, FETÖ’ye sempati duymak millî spordu, desin. Onların ve efendilerinin peşinden kimlerin gittiğini cümle âlem biliyor. Bugün aynı çevrelerin laik-antilaik yapay çatışma ortamını hararetlendirmek için canla başla çalışması anlamlıdır.
Bağımlı yapılar emperyalizmin uzun dönemli projeleridir. Herhangi bir kimsenin görüş ve düşüncelerinden vazgeçmesi ya da taviz vermesi gerekmiyor. Görüşlerinizde sabitkadem olabilirsiniz. Bunun kimseye bir zararı dokunmaz. Fakat “öfkemizi bize karşı silah olarak kullanmalarına müsaade etmemek” gerekir. Daha fazla okuyun, daha fazla öğrenin, daha fazla üretin; emin olun davanıza daha çok sahip çıkmış olursunuz. Bu gayretiniz hem sizi hem de çevrenizi değiştirir. Unutmayın, bilmek insanı değiştirir.