Daha dün gibi ama üzerinden beş yüzden fazla gün geçti. 7 Ekim 2014 gününden bahsediyorum. Yasin’den ve 16 yaş çocukluğundan.
Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on, on bir, on iki, on üç, on dört, on beş ve on altı. Yazıldığında tek satıra sığan, daha ciğere ulaşamamış bir nefeslik ömürden…
Kurban bayramıydı. Ümmetin dirilişine, mazlumların kurtuluşuna, insanlığın huzur, barış ve hidayetine vesile olmasını Rahmeti Rahman’dan niyaz ettiğimiz o kutlu gündü. 16 yaşındaki bir çocuk, elinde kurban eti poşetleri ile fakir fukara kapılarını selamlarken, sırtlanlar sürüsünün ortasına düşmüştü.
Beş iyilik gönüllüsü arkadaşın can havliyle sığındıkları evde başlarına geleni katliam ayininden sağ kurtulan Yusuf Er, girdiği komadan çıktıktan sonra anlattı: “Kapıyı kırdılar, içeri girdiler, ellerinde keser, bıçak, sopalar vardı. Beni darp ettiler. O esnada bayıldım. Ciğerime giren bir bıçak darbesiyle ayıldım. Mutfağa götürüyorlardı, aşağı atmak için. Bir boşluk bulup kaçtım… Baktım ki grup binanın önünde slogan atıyor. Merdiven altına saklandım. Yarı baygın haldeyken, ‘öldürmeyelim, ibret olsun diye sağ bırakalım’ sesleri geliyordu. Arkadaşlarımın da katledilmiş olduğunu görüyordum.”
Yaşanan tüm bu vahşeti, insanlıktan çıkmış caniler sürüsünün tüm yaptıklarını canımız çekiliyormuşçasına dinledik. Sinir uçlarımız betonlaştı sanki.. Kalbi taş kesilmişlerin laneti oturdu yüreğimizin tam ortasına. Donduk kaldık. Gözlerimiz hayata fersiz bakıyordu artık. Ne diyebilirdik ki?
Dört genci katletmişler, yetmemiş sığındıkları evin penceresinden atmışlar, bu da yetmemiş defalarca bıçaklamışlardı. Filmlerde bile canlandırılamayacak bu vahşetin görüntüleri de düştü ekranlara sonra.. İnsanlıktan sıyrılmış onlarca canavar, kendilerini vahşete çağıran baş katilin dublörlüğünü yapıyordu. Yerlerde sürüklenen sabilerin cesetlerini parçalıyorlardı. Ellerinde, bıçak, keser, taş ve sopalar vardı. Bazı balkonlarda tüm kutsallıklarını yitirmiş kadınlar katliam zılgıtları çekiyordu. Onlar da diğer ‘eşkatili’ canlandırıyordu.
Asıl ağır travmayı ise Yasin’in annesi yaşattı bize. O büyük şoktan uyandırdı bizi. “Ben örtümden dolayı çıkıp Yasin’i arayamadım. Başına gelenleri bilseydim, parçalasaydılar da beni, çıkıp Yasin’i arardım. Babası hastaneleri, karakolları ve emniyeti, her yeri aradı. Bulamadık. Bulamadık da üçüncü gün morgda çıktı Yasin. Morgda vücudunu gördüğümde tanınmaz hale gelmişti. Her tarafı yaralar içindeydi. Ayağındaki ‘ben’den onu tanıdım.”
Bir anne düşünün… Üç gündür eve gelmemiş oğlunu çıkıp arayamamış bir anne. Ciğer paresine böyle bir sonu konduramayan Hatice Börü, büyük bir metanetle çıktı karşımıza. 16 yaşına kadar hiçbir zaman sadece kendisi için yaşamamış ve katledildiği gün de yoksullar için yollara düşmüş olan yavrusunun oğulluğunu anlattı önce.. Sonra katillerini zikretti.
Geçtiğimiz hafta görülen ve anlamsız bir şekilde elle tutulur hiçbir aşama kaydedilmeyen üçüncü duruşmanın ardından konuştu son olarak. “Evladımı kaybettim. Kaza değil, intihar değil, hastalık değil. Bilerek, bıçakla, yakarak, 3’üncü kattan atarak öldürdüler oğlumu. Bir sırtlanın yediği yemeğe yapmayacağı şeyleri, o canlara yaptılar. Bu hem ben hem de diğer anneler için çok acı. Düşünün ki, vampirler çocuğunuzu parçalamış, cesedine işkence yapmış. Beni sadece Yasin gibi evladı parçalanmış olan bir anne ancak anlayabilir. Hiç kimse beni anlayamaz. Çünkü hiçbir mal mülk, hiçbir toprak, canın yerini tutamaz. Eğer tutuklananlar gerçek katiller değillerse, ben de istemiyorum içeride yatmalarını” dedi.
Biz bir şoktan daha uyandık.. Yaratılmışların yaşayabileceği en büyük acılardan birini yaşayan bir annenin, merhametiyle hemhal olduk. Oğlunun görüntülerle, şahitlerle tespit edilmiş katillerine merhamet ediyordu. Hatice Börü ilk günden beri asıl katilin peşinde zaten. İsim verdi, “ondan şikayetçiyim” dedi. Fakat üçüncü duruşmada bazı delillerin toplanmasına ancak karar veren yargı bu konuda hala kılını bile kıpırdatmadı.
Buradan sonra lafı eğip bükmenin hiçbir anlamı yok zaten. Hatice Börü de bizler de Yasin ile arkadaşlarının canına kıyan katiller sürüsünü sokağa salan Selahattin Demirtaş’tan bahsediyoruz. ‘Tarihi’ çağrısına gelen ‘destansı’ yanıtı hepimiz biliyoruz.. 52 sadece bir rakam değil artık. Kobani bahanesiyle destansı şekilde öldürülen mazlumların diğer adı. Ve bu ölümlerin kahramanı, kamuoyu önüne çıktığı gün alnından damlayan ve her biri “aradığınız suçlu benim” diyen ter damlalarını da tek tek saymıştık..
Bugün Sur’da, Cizre’de ve Silopi’de, kazılan hendeklere Kürt halını gömen PKK’ya tam sırt destek veren Selahattin Demirtaş, Yasin’in adını ilk olarak seçim sürecinde ağzına almıştı. Elindeki saza, dilindeki sözde ‘kardeşlik türkülerine’ name yapmıştı onu.. Ne masum, ne insancıl bir tavırdı.. Katillerine tek laf etmeden Yasin’i anıyormuş gibi yapıyordu.
‘Demirtaş’tan Yasin Börü açıklaması’ sadeliğinde verilen bir haberden öteydi söyledikleri… “Börü ailesini çocukluğumdan beri tanırım. Benim ailem de fırıncıdır, Börü ailesi de fırıncıdır. Çekirdek ailesini değil geniş ailesini diyorum. Çocukluğumdan beri tanırım o aileyi. O kadar istismara açık durmaları da beni hakikaten üzüyor. HÜDA-PAR çevresinden bazıları ile de karşılaştığımda bu konuyu anlatmaya çalışmıştım. İşin provokasyon boyutunu, nasıl kullanıldığını anlatmaya çalışmıştım. Ama bazıları halen kendilerini kullandırmaya devam ediyorlar” demişti.
Çocukluğundan beri tanıdığı Börü ailesinin evlat acısına saygı duymadan söylemişti bunları.
Aileyi, acısını içine gömen babayı, oğlunu ancak ayağındaki benden teşhis edebilen anne Hatice Börü’yü “kullanılmakla” ve “istismar edilmekle” suçluyordu. Zerre saygı duymadan ve biraz olsun üzülmeden, sahte bir ‘acılarını paylaşıyorum’ mesajı gönderemeden yaptı tüm bunları..
Biz bir şoktan daha uyandık.
Yasin Börü ve arkadaşlarının dördüncü duruşması 7 Mart’ta. Ve biz o gün yine büyük acılar yaşayacağız. Tüm olanları yeniden hatırlayacağız. Yeni deliller, asla bakamayacağız görüntüler çıkacak ortaya. Acılarımız tazelenecek. Hatice Börü, büyük bir vakurla çıkacak yine ekranlara.. “Adalet istiyorum. Gerçek katil bulunsun” diyecek. Hukuk yine susacak belki. Belki tekrar başka bir güne, ileri bir tarihe atacak bedeli ödenmesi beklenen acıları.
Katiller ise konuşmaya devam ediyor olacak. Pervasızca yönlendirdikleri suçlamalarını sürdürecekler. Yeni cinayetlerin, katliamların, büyük acıların azmettiricisi olarak ama barış güvercini edasıyla meydanlarda olacaklar. Bir kısım medya sazlarına, sözlerine mersiyeler dizecek. Nedeni oldukları acılar üzerinden sömürü siyaseti yapmaya devam edecekler. Ama bir kez olsun Yasin’in acısı düşmeyecek gözlerine. Bir kez olsun insaniyet namına özür dilemeyecekler. ‘Hataydı’ demeyecekler. ‘Yazık oldu o çocuklara’ sözlerini duyamayacağız ağızlarından..
Ve her pişkinliklerinde biz büyük bir şoktan daha uyanmış olacağız sadece. Yasin’in ve arkadaşlarının ruhlarının huzura ermesini, suçluların cezasını çekmesini umuyor olacağız. Her şeye rağmen..