Geçtiğimiz hafta uygulamadan kaldırılan TEOG’un yerine gelecek sistemin ne olacağı önümüzdeki günlerde netleşecek. Umarız bu yeni sistem bir “yama” değil de yeni ve yamanmaya ihtiyaç duyulmayacak kadar kaliteli bir sistem olur. Eğitim ve “kalite” kavramlarının birbirlerini nasıl tamamladığını hepimiz çok iyi biliyoruz. Kaliteli eğitimin; donanımlı, nitelikli, üretken, yerli ve milli nesillerin başlangıç noktası olduğunu vurgulamak gerekiyor.
Fakat Türkiye’nin bugün uyguladığı eğitim sisteminde ciddi bir “köksüzlük” sorunu var. Eğitimde salınan tek kök, katı laik ve Kemalist ideolojinin öğrencilere empoze edilmesiydi. Yerleşmiş bir eğitim modelimiz olmadı hiçbir zaman. Eğitim sistemimiz dönemsel hamlelerin yanı sıra, devleti yönetenlerin ideolojik görüşlerine göre de şekillendi hep. Türkiye’nin sosyokültürel yapısı hesaplanmadan yapılan reformlar ise nesillere büyük sıkıntılar oluşturdu.
1949’da çağın “siyasi vebası” komünizmle mücadeleye karşı İslami bir eğitim panzehrine sarılan devlet, -Cumhurbaşkanı İnönü’nün talimatıyla- önce milli eğitim bakanını değiştirmiş sonra da 1932’de kapatılan imam hatip okullarını yeniden açmıştı. Sonrasında ise 27 Mayıs 1961’den 2010 yılına kadar yeniden imam hatip düşmanı bir tutum sergilendi. Bu süreçte muhafazakar-sağ bir çizgideki Süleyman Demirel, Turgut Özal ve Necmettin Erbakan iktidarlarına rağmen devletin katı laik eğitim sistemi hiç değişmedi. Bu tutum öylesine kök salmıştı ki; 2002’de tek başına iktidar olan AK Parti bile devletteki katı laik tutumun üstesinden ancak 2010’larda gelebildi. Aradan geçen zamanda ise hep bir arayış içinde oldu AK Parti hükümetleri. Bu arayışların sonunda Milli Eğitim konusunda kalıcı bir zemin oluşturulamadı henüz. Ani değişimlerin yaşanması ile gençleri “ne olacak şimdi” kaygısı sardı.
5. sınıfa başlayan bir ortaokul öğrencisinin, 8. sınıftan nasıl mezun olacağını ve liseye geçiş sürecinin hangi şartlarda gerçekleşeceğini bilememesinin ne kadar ağır bir psikoloji olduğunu hem çocuklar hem anne babalar hem de öğretmenler çok derinden hissetti. Kaldırılan TEOG öncesi de sınav, mezuniyet ve yerleştirme modelleri sancılı süreçler doğurmuştu. Bu açıdan TEOG da uygulandığı günden beri tartışmaların merkezinde oldu hep.
En başta ortaokul öğrencilerini kapatılan dershanelerin farklı versiyonu olan etüt merkezlerine mecbur bırakıyordu. Oysa, Türkiye’de büyük bir politik savaş çıkması ve sonrasında darbe kalkışmasına kadar giden süreci dershanelerin kapatılması başlatmıştı. Recep Tayyip Erdoğan, bütün siyasi riskleri alarak dershaneleri kapatmıştı. Çıkış noktası ise dershanelerin üniversite sınavlarına hazırlıkta eğitimde fırsat eşitliğini ortadan kaldırıyor olması ve okulları yok sayıyor olmasıydı. TEOG’un da benzer bir dayatmaya neden olduğunu gördü ve sınav stresli eğitim modelinden uzaklaşılacağını işaret etti Cumhurbaşkanı. Sadece ilk ve orta öğretim değil üniversitelere geçişte de sınavsız bir sistem artık herkesin aklında.
Kaldırılan TEOG’un yerine gelecek sistem, her alandaki tüm eğitim aşamalarını içine alan bir model olmalı. Özellikle farklı mecralardaki gerekli insan kaynaklarını sağlayan modeller mutlaka oluşturulmalı. Örneğin Türkiye’nin bir hafız yetiştirme modeli vardı, 28 Şubatçılar yok etti. 8 yıllık kesintisiz eğitimle birlikte hafız yetiştiren kurumlar öğrenci bulamaz oldu.
Sadece eğitimde değil, futbolda da tartışmalı bir dönem yaşıyoruz, yabancı kuralını tartışıyoruz günlerdir. Sahaya 11 yabancı ile çıkıp 80 milyon nüfusla övünüyoruz. 300 bin nüfuslu İzlanda Avrupa Şampiyonalarında oynadığı futbolla hayran bırakırken biz neden futbolcu yetiştiremediğimizi tartışacak zemin bile bulamıyoruz. Fatih Terim’in egosuna verdiğimiz değeri ve ödediğimiz maddi bedelleri alt yapıya yatıramadık bir türlü.
Derdimiz sadece eğitim modeli ve futbol değil tabi. Geleneksel ve bölgesel mimaride bir örnek şehrimiz, kasabamız yok. Yenilerini üretemediğimiz gibi Osmanlı ve Selçuklu mimarisi miraslarını da himaye edemedik. Restorasyon yapmayı bile beceremeyen sözde mimarlar var ne yazık ki. Cumhuriyet dönemi boyunca bir kasabaya, ilçeye ya da mahalleye mal olacak mimari bir model geliştiremedik. Bugün Londra’da, Manchaster’de sıfırdan yapılan binalarda bile yüzyıllar öncesinin mimarisine bağlı kalınıyor ve tuğlaları kullanılıyor. Biz ise hala toplu konutlarda yatay mimariye geçme sürecini yaşıyoruz. Bir arayış içinde olmaktan bir şeyler üreteme aşamasına geçemediğimiz kesin. Daha ders kitaplarındaki birçok hatayı bile ayıklayabilmiş değiliz.
İlkokuldan üniversiteyi bitirene kadar İngilizce eğitimi gören gençlerimiz çoğunlukla İngilizce öğrenebilmek için kurslara koşuyor. Bunu da bir kez olsun sorgulamadık. Haftada 12 saat Arapça dersi gören imam hatipliler ‘ketebe’yi çekmekten öteye geçemedi desek haksızlık etmiş olur muyuz bilmiyorum.
Tüm bu örneklerden yola çıkarak şunu açıklamamız lazım. TEOG’un adını, şeklini, sistemi değiştirdikten sonra yerine gelen sistem kalıcı olarak neler katacak?
AK Parti 15 yılda Türkiye’yi ‘uçurdu’. Fakat AK Parti iktidarlarında 6 milli eğitim bakanı değişti ve hiçbiri birbirinin yaptığı sistemi sürdüremedi. Oysa AK Parti daha 2002’de 2010’ların milli eğitim bakanını belirlemeli ve 2020’lerin kadrolarını yetiştirmeliydi.
Bir ismin, bir adanmışlığın ve idealizmin neleri değiştirdiğini Selçuk Bayraktar ve ailesi ile gördük diğer yandan. Bayraktar ailesinin göğe diktiği insansız ve silahlı silahsız hava araçlarının iki yılda Türkiye’yi hangi seviyelere taşıdığını tüm dünya izliyor. Bu yerli ve milli yatırım bile bize doğru yolu göstermeye yetiyor değil mi? Hep söylüyorum, yerli ve milli kalkınma için, yerli ve milli nesiller yetiştirmeliyiz. Bunun için de yerli ve milli bir eğitim modeline ihtiyacımız var. Şu günler ve tartışmalar bu sürecin doğum sancıları olur temennisiyle…