Kontrollü kaos sonrası askeri darbelerin tüm dünyayı kapladığı şu günlerde, bazıları bu coğrafyada yeni bir gezi kalkışmasının fitilini ateşlemek için neredeyse gün sayıyor.
Onlar gün saydıkça 15 Temmuz’da destan yazan kitleler daha çok bilenerek “evde oturmaya” devam ediyor. Ancak sorun, sosyal medya üzerinden bu kitlelerin önüne profesyonelce konan “algı paketleri”.
Öyle ki, neredeyse Türk Devletinin İHA ve SİHA teknolojileri üzerinden sınır dışında terörle mücadelesini aratmayan bir başarı var ortada. O zaman şöyle soralım: Sosyal medya üzerinden tüm topluma yöneltilen saldırıları durdurma konusunda bu kadar acemilik niye?
Gündemimiz askeri başarılar ve hemen akabinde inşa etmemiz gereken diplomatik hamleler olacağı yerde ‘tesettürlü bir hanımın led ışıklı, davullu lüks kına partisi’ görüntüleri olmak zorunda mı? Birtakım ‘muhafazakar’ mihraklar neyin peşinde?
Her şeyden önce ‘muhafazakâr’ tabiri çok geniş. İçinde her türlü sakilliği ve/veya kapitalist kodlamayı barındırabilecek nitelikte. Bu yüzden dikkatli olmak gerek.
Profesyonel algı yöneticileri, birkaç gösteriş budalasının beyhude eğlencesini sosyal medyadan yayınlaması yüzünden tüm İslam ümmetini hedef göstermeye çalışıyor.
ONLARIN EKMEĞİNE KİM YAĞ SÜRÜYOR?
Belki de bütün bu kodlamaların kökünü, maalesef halifeliği ile değil de “üryan avratlar” resimleriyle hatırlanan Abdülmecit’in yetiştiği ‘Tanzimat’ zehirlenmesiyle bir türlü yüzleşemeyen “muhafazakâr” damarda aramak gerekiyor.
Tanzimat ile ülkemize giren ‘Viktoryen sanat akımları’nın şatafatlı kıvrımları, Avrupa’da ahlâkî çöküşünün ilk peydahlandığı “Barok mimari” yaldızlarına dek gidiyor.
Bohemlik, dekadans onların en iyi bildiği şeyler. Aslında biz bunları bilmesek çok daha iyi… Çünkü haberdar olmakla kalmıyor, maalesef suyunu çıkartıyoruz.
Kaderin tuhaf cilvesine bakın ki, sosyal medyada önümüze konan “muhafazakar kesimin kına gecesi-doğum günü partisi” videolarında hakim olan estetik, yine maalesef bu “Viktoryen soslu, Barok kremalı estetik”.
Avrupa bu cıvık sanat ve estetik anlayışını bırakalı belki yüz sene oldu. Onlar şimdilerde çılgınca eğlenseler bile kendi “tarihî dokularını” buna alet etmiyorlar. Fakat eğlenme dürtülerini bile batıdan ithal etmek zorunda kalan bizler, güya bunu “Son dönem Osmanlı” estetiği ile harmanlayınca ortaya çok daha vahim ve “gerici” bir tablo çıkıyor.
SOSYAL MEDYADAN PAYLAŞIRSANIZ…
Kimsenin diğerine ait parada gözü olamaz, dileyen dilediği gibi eğlenir ancak siz özel alanlarınızı, yüzyılın en vahşi “kamu alanı” olan sosyal medya üzerinde paylaşırsanız, işte sizin estetik zevksizliğiniz, Türkiye’de “darbe” yapmak isteyen zihniyetler tarafından böylece sömürülür.
Eğlenmek genel bir ihtiyaçtır. Laik kesim de eğlenebilir, kendilerine “muhafazakâr” diyen insanlar da… Fakat “Ben Müslümanlardan oldum” diyenler, s-l-m kökünün anlamını bilenler böylesi rezilliklere ne kendini ne de ‘aile mahremiyetini’ alet eder.
Muhafazakâr kitle laikler ile ‘eğlence estetiği’ üzerinden yarışa girip bunu sosyal medya şovuna dönüştürürse bu beyhude yarışı kaybetmeye mahkûmdur. Zira ‘eğlence estetiği’, ‘şatafat ve lüks’ konularında hiç kafa yormadan Osmanlı’nın çöküşüne sebep olan “lale devri” duyarsızlığını kendine şiar edinir.
Altın varaklı tepsilerde çok katlı vıcık kremalı pastalar kesilen, mini minnacık bebelerin parmaklarına tek taş yüzükler takılan eğlenceleri sosyal medyadan yayınlarsanız, “Progressive Jazz müziğin üstadlarından John Mclaughlin’in son konseri için binlerce dolarlık bilet aldık” diyen “laik” kesim size elbette tepeden bakar ve eleştirir.
Zira ister rüküş debdebesi olsun, ister Fars kökenli damdam dama atlama ritüellerine kurban giden aruz vezinli şiirler olsun, bir türlü kendi estetiğini inşa edemeyen ‘muhafazakâr’ kesimin rüzgâr nereden eserse oraya savrulması kaçınılmaz bir neticedir.
YIKIM, DEPDEBE VE SAKİLLİK
Bugün kutsadığınız saçma Viktoryen-Barok rüküşlükten dünya vazgeçeli neredeyse 100 yıl olmuş. İçinizdeki gösteriş merakından dolayı bu sakilliklere prim verince sosyal medya algı oyununa kurban oluyorsunuz. Hadise budur.
Yemen’de ki sefalet içindeki bebeleri, Marcel Duchamp’ın “pisuvar taşı” restrospektifini İstanbul Bienali’ne getirmeye çalışan jet sosyetemiz düşünmeyecek elbette.
“Kalbimiz ümmet için atıyor” diye tweet atan ama hemen akabinde binlerce doların israf edildiği “bebeğimizin doğumu günü mevlidini” sosyal medya fenomenine dönüştüren kesimin Yemen’deki bebeleri düşünmesini beklemek hakkımız değil mi?
Asıl mevzu bu da değil. Gürcistan, Bolivya, Irak, Şili, İran, Fransa ve Filistin sokaklarının protesto ateşiyle sarmalandığı şu günlerde gündemi bu gibi işlerin işgal etmesi fazlasıyla can sıkıcı.
Bolivya’daki darbeyi savunmak adına CIA merkezinin hemen dibinden İspanyolca tweet atan ekiplerin eline “Filanca hanımın led ışıklı, davullu, bol dansözlü” görüntüsünü verirseniz onlar bunu nasıl kullanacağını gayet iyi bilir.
Gönül istiyor ki, İHA’lardan SİHA’lardan sonra kendi kendine okyanus geçen mürettebatsız akıllı gemiler inşa edelim, balistik füze yapımına başlayalım, ama ne gezer!… Birileri ikinci bir gezi kalkışması peydahlama derdindeyken ‘tesettürlü’ hanımların şatafatlı partilerini konuşmak zorunda kalıyoruz.
Konuşmuyoruz, konuşturuluyoruz.
Sosyal medya silahı en az İHA’lar, SİHA’lar kadar önemli… Evet, onlar göğsümüzü kabartıyor ama sosyal medya terörü çok daha inceden giderek toplumdaki kritik fay hatlarını tetiklemeye uğraşıyor. Bu sıkıntıya artık devlet nezdinde bir çözüm bulmak gerek.