Her şehrin güzelliği, naif bir tarafı olduğu gibi bir de o şehrin arka sokakları vardır. Şehrin arka sokaklarında neler yaşanır, çoğu kimse bilmez. Üsküp’ün arka sokakları da çok yakın geçmişe kadar karanlıktı. Osmanlı döneminin son yıllarında Rumeli bölgesinde baş gösteren çetelecileri bilmeyen yoktur. Müslüman mahalleleri hedef alan çetecilere karşı beliren Rumeli külhanbeyleri varmış. Bir şekilde şehrin içindeki mahalleye göz kulak olmak, çetecilerin ellerinden ve onların yağmalarından halkı korumak amaçlı neredeyse her bölgenin birer tanınmış kabadayısı varmış. Müslüman halka en büyük zararı veren de Komitacı çetelermiş. 1912 yıllından sonra Üsküp Beyleri toplanıp Üsküp’te yaşayan ve vatanları ellerinden alınan, servetlerine göz dikilen Müslüman halkı korumak amaçlı en tanınmış kabadayıları toplayıp bir anlaşma yapmış. Hem savaş dönemi olduğundan hiçbir şehir de pek tekin sayılmazmış haliyle. Bu şekilde 1920’lere kadar Üsküp şehri, Beyler tarafından idare edilmiş kabadayılar ile de çetecilerin zulmünden korunmuştur.
Yahya Kemal Beyatlı’nın çocukluğu ve ilk gençliği hatıraları kitabında Kurşunlu Han’dan bahsederken Üsküp külhanbeylerine değinir: “Kurşunlu Han’ın en meşhur misafirleri arasında bir Muharrem Joto, bir de Kakır Ali vardı. Bu iki kanlı adam Üsküplüler’in hayalinde birer efsane mahlûku, birer dev gibiydiler. Muharrem Joto Arnavut, Kakır Ali ise Türktü… Kakır Ali’yi bir defa, hapishânede ikaa ettiği yeni bir katil vak’asında muhâkeme edilmek için, mahkemeye götürülürken görmüştüm. Martinlerine fişeklerini sürmüş, çakşırlı, zaptıye ceketli, beyaz külâhlı, uzun ve yabani sekiz zaptıye ortasında prangalarını eliyle tutarak yürüyordu. Çakşırı, camadanı, fermenesi, burma kuşakları, gümüş kösteği eski Türk kisvesinin en pahalı ve debdebeli cinsindendi.” Rumeli ayrıldıktan sonra ise bu gibi kabadayılara ne oldu derseniz, onlar da kendilerine düşen görevi yerine getirmeye çalıştı. Bu kabadayıların heybetinden korkan Komitacı çeteler de onların koruması altında olan mahallelere zor girebilirdi.
İkinci dünya savaşı esnasında Üsküp Müslümanları, Bulgarların istilası döneminde Bulgar askerleri tarafından yine zulme uğramış. Dönemin ünlü kabadayılarından “İsmail Aga” 12 Bulgar askeri öldürerek Üsküp’e yönelik yapılan bu zülumlerin azalmasına neden olmuş. Bunun yanısıra 50’li ve 60’lı yıllarda Üsküp’te iki kabadayının arası açılınca onların raconlarına göre bunun hesaplaşması Üsküp kalesinde olduğu rivayet edilir. Tam da Kurşunlu Han’ın üst mahallesinde. Dövüşen iki kabadayıdan kim kaybederse kazananın elini sıkar, başını eğip kendi yoluna gidermiş.
O zamandan bugüne kadar aslında birçok mahallede yine efsanevi kabadayı hikâyelerini duyarsınız. Özellikle 1980’li yıllardan sonra Yugoslavya’nın parçalanması ve dağılması esnasında, yine arka sokaklarda bir hareketlilik başlamıştı. Küçük küçük mafya yapılarına karşın yine gençleri ve bazı mahalleleri türlü tuzaklardan korumaya çalışan kabadayılar vardı. Özellikle 1980’li yılların sonu ve 1990’lı yılların başlarında uyuşturucu ile gençleri kendi tuzaklarına itmeye çalışanlar belirmişti. Genelde Üsküp’ün çoğunluğu Müslüman olan bazı semtlerinde uyuşturcu tacirleri ve haraç kesenlerin nâmı almış başını gidiyordu. Zehirlenen gençler de uyuşturucu parası elde etmek için kötü yollara baş vuruyor, hırsızlık ve uyuşturucu ticareti gibi kendilerini karanlık bir dünyaya atıyordu. Bu şekilde yine çoğunluğu Müslüman olan mahalleler çirkinleşiyor ve gelişmeleri engelliyordu.
Polisin bile girmeye çekindiği mahalleler vardı, kendi hallerine terk edilmiş olanlar. Haliyle Üsküp’ün bir tarafı bilinçli bir şekilde yıpratıldı. Şehrin bazı mahallelerini korumak devletin görevi olsa da bunu yine de bazı kabadayılar üstlendi. Böyle bir ortamda özellikle komşu ülkelerde savaşlar yaşanırken, ister okullarda ister Taş Köprü civarında kavgalar ve dövüşler eksik olmaz. Karşı tarafa giden Müslüman gençler gün yoktu ki yara bere içinde diğer tarafa geçmesin. Vardar nehri de bütün bu kavgaların ortasında akıp geçiyordu.
Bu kavgalar ve etnik çatışmalar aslında 2001 yılında yaşanan olaylara zemin hazırlamıştı. Arnavutların, Pedagoji Fakültesinde Arnavutça bölüm açmak bir de Kalkandelen Üniversitesi kurulması girişiminde bulunurken, Makedon öğrenciler bunu engellemek için protestolar düzenlemişti. Hatta “onlara okul değil gaz odaları gerek” şeklinde çok çirkin pankartlarla. Bizim lisede tek Türk sınıfı benim bulunduğum sınıftı. Bizi de bu protestolara davet edince reddettik. Okul köprünün diğer tarafında olunca bütün bu sesli kargaşının içinden geçip bir olaya karışmadan eve varmaya çalışıyorduk. O dönemde çok iyi hatırladığım yaşıtım olan Türk bir gencini (Mesut), askerde gece uyurken başına silah dayayıp öldürmüşlerdi. Cesur bir gençti, bileği bükülmesi zor biriydi. Kirli işlere karışmamış ama bir yerde bir kavga varsa, hele de dayak yiyen Türk’se düşünmeden içine atlayanlardandı. Katili de silah arkadaşıydı.
Kim vurduya gidenler çoğalınca bazı kabadayıların da ismi duyulmaya başladı. Onlardan biri de Üsküp’te tanınan 2010 yılında vefat eden Enver Murco idi. Kendisi hakkında genelde yaşıtı olanlar toplanıp konuşunca, bazı bilgiler edindim. Dağılan sosyalist bir rejimden sonra her ülkede özelleştirmeye gidildi. O dönemde Üsküp’ün bugün Plastikçiler caddesi diye bilinen yerinde insanlar evlerini yıkıp dükkanlar açmaya başladı. Mal genelde Türkiye’den satın alınırdı, özellikle plastik kapların merkezi haline geldi. Geçim kaynağı olan bu dükkanlara yine haraç kesmek için bazı çeteler dadanmış, bunu engelleyen ise Enver Murco olmuş. “Sıkıysa gidin Makedonlardan haraç alın” deyip dururmuş. Genelde Gazi Baba Mahallesi Üsküp’ün içinde bu gibi olayların merkezi halindedir. Orada geçen muhabbetlerde çok kez “Falanca hapisten çıktı mı?” gibi konuşmalara şahitlik edebilirsin. Mesela Makedon taksiciler o mahalleye girmez. Bir seferinde buna kendim de şahit oldum. Taksici “nereye” sorduğunda ben “Gazi Baba” dedim, “Kusura bakma ben oraya gitmem” cevabı ile yüzleşmek zorunda kaldım.
2006 yılında üç yıllık yeni bir dernek olarak kültür sanat ve eğitim alanında çalışmalar yapıyorduk. ,İlk kez derneğimizin kütüphanesine sekiz bilgisayar kurabilmiştik. Kütüphanenin ismi ise “Şair Aşık Çelebiydi”. Gazi Baba’nın tepesinde türbesi olan Şair Aşık Çelebi, aslında Gazi Baba’nın ta kendisiydi. Kadılık yaptığı için Kadı Baba denmiş, zamanla Gazi Baba olmuş. Bizler de tekrar oradaki gençleri bilinçlendirmek ve eğitime yönlendirmek, haliyle de Gazi Baba’nın imajını düzeltmek için uğraş verdik yıllarca. Bizim umudumuz, gençleri kitap yuvasının etrafında toplayıp, Üsküp’ün bu tarafında daha bilinçli gençler yetiştirmekti. Birçok anne baba çocuğunu elinden tutup kütüphanemize getirmiş, “Orada burada gezeceğine sizin yanınızda olsun” demişti. Maksadımız gençleri türlü tuzaklardan korumaktı. Üsküp böyle de bir şehir işte, naifliğine ve masumluğuna aldanırsan sana arka sokaklarını da gösterir.