Türkiye son on beş yılda ekonomik, sosyal ve siyasal alanlarda önemli mesafeler kat etti. Hemen her alanda süregelen bir yapılanmayı hem görüyor hem de yaşıyoruz. Öyle ki; 15 yıldır aralıksız ülkeyi yöneten siyaset kurumu, “Bu sistem ile ancak bu kadarı yapılır bundan sonrası için yönetim değişikliği şart” tezini ortaya koydu. Ve ülke olarak hızla bir dönüşüme doğru gidiyoruz. 1946’dan beri zaman zaman kesintiye uğratılsa da ülkeyi yöneten partileri özgür iradesi ile seçen halk, önümüzdeki günlerde de yönetim sistemini seçecek; değişim olacak mı olmayacak mı kararını verecek. Tercihimiz ise ya mevcut parlamenter yapı ya da batı ülkelerindeki başkanlık modellerinin Türkiye usulü olacak.
“Her alanda dönüşüm” söylemine tekrar dönersek, Türk futbolunun da köklü bir değişim ve dönüşüme ihtiyacı olduğunu bir kez daha konuşmak gerekiyor. Aslında en fazla konuştuğumuz meseledir ülke futbolu. Kahvelerde, berberlerde, üniversite kantinlerinde hep maç yorumları vardır. ‘Vay be’ dedirten analizler, haddi aşan eleştiriler, hatta küfür ve hakaretler de bu sürecin doğal bir parçasıdır Türkiye’de.
Fakat aynı biz, maç başladığı gibi tüm bu analizleri unutuyor ve galibiyet serileri gelince “e ne güzel işte” diyerek kötü oyunları, sistemsizliği ve olmamışlığı da bir kenara koyuyoruz. Hem ekonomik açıdan hem de futbol anlamında bizden daha geride olan takımları yenince ağzımızı bıçak açmıyor lakin güçlü ülkeler ve temsilcileri karşısında hezimete uğrayınca isyan başlatıyoruz. Ölçümüz hiç olmuyor. Eleştirirken de doyasıya, sever sevinirken de.
Birçok alanda olduğu gibi top peşinde ‘coşarken’ de çok duygusalız. Aşırıyız. Bu yüzden de Milli Takım’da tüm sorumluluğu Barcelona’da zar zor kadroya giren Arda Turan’a yüklüyoruz. Türkiye’nin genlerinde kendini gösteren kişiye endeksli yaşam her alanda olduğu gibi futbolu da etkiliyor haliyle. Oysa… “Tika taka” denilen ve rakipleri pas abandonesine çeviren sistemi uygulayan Barcelona ile ondan ilham alan İspanya milli takımındaki dünya yıldızları, oyunun iyi birer parçası olarak anılıyorlar sadece. Barcelona Messi’yle de kazanıyor, Messi’siz de. 5 yıl önce de aynı sistemi oynayan Katalan ekibinde o günlerin futbol virtüözü Ronaldinho idi şimdi ise Messi dışında 5-6 isim sayabiliriz.
Ve Türkiye şimdi yeniden futbolunu sorguluyor. Tıpkı katılamadığımız Euro 2012 ve 2014 FİFA Dünya Kupası süreçlerinde olduğu gibi. Fakat bu seferki tartışma matematik denklemlerini alt üst ederek, rakiplerimizin de başarısızlığı ile gitmeye hak kazandığımız Euro 2016 ilk maçından sonra çıktı. 2008’de son dakika golüyle uzatmaya götürüp penaltılar sonucu turu elinden aldığımız Hırvatlar, ilk maçta evire çevire yendi bizi. Bir gol yedik ama on yemiş gibi başımızı öne eğdik. Bu yüzden de daha önümüzde iki maç varken her şey bitmiş gibi konuşmaya başladık. Daha her şey yeni başlamış ve hiçbir şey bitmemişken Fatih Terim’den Arda’sına kadar herkesi yerden yere vurduk. Volkan Babacan’ın kaleci formasına bile büyük bir öfkemiz var!
Madem öyle turnuva sonucu ne olursa olsun Türkiye için artık başlangıç olmalı. Fakat bu sefer; spor gazeteleri, reyting saçmalığına dönüşen futbol-şov programları ve ülkenin futboluna demir kazık çakmış isimlerin önerileri ile değil de “yıkıp yeniden yapma” yöntemi ile hareket etmeliyiz. Futbolun sanayi ve teknoloji endüstrisi kadar etkili bir ekonomi kalemi olduğunu düşünerek ve Türkiye’nin genetik olarak bir futbol kültürü olduğunu da göz önünde bulundurarak yıkıp yeniden yapmalıyız.
Nasıl ve ne şekilde olacağı hususu çok önemli tabii ki ama önce mevcut sistemi, ve alt yapıları ortadan kaldırmalıyız. Belçika’nın yaptığını deneyebiliriz. Belçika Euro 2000’in ev sahibiydi ve Türkiye ile aynı gruptaydı. Ve bize 2-0 yenilerek şampiyonaya en erken veda eden ülke olarak tarihe geçti. Tam bir hezimetti. İşte o günden sonra Belçika, bütün futbol geçmişini silip attı ve 10 yılda yeni bir kimliğe büründü. 11 milyon nüfuslu ve bölünme tehlikesi ile karşı karşıya olan Belçika, tek bir alana yani alt yapıya doğru yatırım yaparak son 10 yılın turnuva takımı oldu. 7 yıl önce 16 yaş kadrosunda şampiyonluklar yaşayan gençleri bir arada tutarak hem milli takıma altın bir kadro yetiştirdi hem de dünya kulüplerinde vitrin oldu. Belçika sadece yakın bir örnek. Türkiye futbolda da kendi modelini oluşturmalı. Zaten bir modeli de yok. Futbol tutkunu bir halkımız var ve bu kitle rakip takımları gıpta ile izlemekten yoruldu, sıkıldı. Üç korner de artık bir penaltı etmiyor artık ve bir tek Arda Turan da ‘takım’ etmiyor.