16 Nisan referandumunda oylanacak yeni sistemin, muhtemel cumhurbaşkanlarına tartışılmaz bir güç vereceğini söylemek gerçekten çok büyük bir haksızlıktır. Eğer bu iddiayı dile getiren kimseler siyasetin içinden geliyorlarsa haksızlıktan öte başka bir durumla karşı karşıyayız demektir. Bu iddia en azından onların siyasetten anlamadığını gösterir. Fakat bunlar olabilecekleri görüyor ve buna rağmen “tek adam” iddiasını dile getiriyorlarsa, sakladıkları niyetlerini bilemeyiz, ama doğru bir davranış sergilemiyorlar.
Yeni sistem, cumhurbaşkanı adaylarına toplumun farklı kesimlerini kucaklamak gibi bir zorunluluk getiriyor. Siyasetle uğraşanlar %50+1’e ulaşmanın ne kadar zor olduğunu bilirler. Bu sayıya ulaşma zorunluluğu yeni sistemde Ahmet Necdet Sezer tipi adaylara hiçbir şans tanımıyor. “Bakkalları ve kasapları” dışarıda bırakan bir adayın da yeni sistemde yeri yoktur. Çünkü yeni sistem toplumun farklı kesimlerini siyasî katılıma davet ediyor. Üstelik bu katılımın gerçekleşmesi için “bakkallar ve kasaplar” herhangi bir parti teşkilatına girmek zorunda kalmayacak. Zira yeni sistemde cumhurbaşkanı adayları salt kendi siyasî kimlik ve teşkilatlarıyla yetinmenin mutlak bir başarısızlık olduğunu anlamış olacaklar. Bu da Türkiye’de mevcut siyasî ve sosyal örgütlenme biçimlerini köklü bir değişime uğratacaktır. Artık bundan sonra dar kadro hareketlerinin, seçkinci yapıların siyaseten pek şansı yoktur. Yönetimde geniş katılımı öngören yeni sistem, toplumun farklı kesimlerini siyasî güçte pay sahibi olmaya iteceği gibi onlara farklı alanlarda sorumluluk da yükleyecektir.
Türkiye için yeni bir sistem arayışı zorunluluktu. Çünkü mevcut siyasî sistem çöküş, dağılma ve kaybetme psikolojisiyle şekillenmişti. Bu şekillenme sürecinin son iki yüz elli yılda gerçekleştiği malumdur. Özellikle Tanzimat’tan sonra dış müdahaleler bariz bir şekilde kendini gösterdi ve millî varlığımız tehdit altında kaldı. 20. yüzyılda yeniden şekillenen mevcut sistemde seçkinci ve darbeci bir geleneğin etkisi baskındı. Bu gelenekte yer alanlar Batı emperyalizmine karşı durmaktan çekinmişler hatta bir vesayet ideolojisinin kökleşmesine yol açmışlardı. Korkularımız vardı ve bu psikoloji Batı uzantısı yapıların üremesine yol açtı. Kendi menfaatlerini ülke menfaatlerinin üzerinde gören kişiler de ihanetle neticelenen ilişki ağlarını bu çerçevede kurdular.
Şu an Türkiye’de kimse, meşru siyasî rakiplerini ihanet etmekle suçlamıyor. İhanet tanımlaması, daha çok bunalım dönemlerini fırsata çevirip kişisel hedeflere ulaşmak için gayr-i meşru yollardan gayr-i meşru yabancı kişi ve kurumlarla yerli meşru güç odaklarına karşı yapılmış anlaşma ve faaliyetler için yapılıyor. Bugün Türkiye’de bu tanıma dâhil edilen kişi ve gruplar bellidir. Başta FETÖ olmak üzere onunla ilintili kişi ve gruplar Türkiye’de meşru yerli ve millî kişi ve kurumlara karşı çok uzun bir zamandan beri kendi kişisel çıkarlarıyla yabancı gayr-i meşru güç merkezlerinin çıkarlarını birleştirmişlerdir. İhanet tanımı bunlar için geçerlidir. Şimdilerde farklı kararlar aldıkları gözlemlenen bazı gazete yazarları ve siyasetçi taifesinin bu tanımdan niçin rahatsız olduklarını anlamak mümkün değildir. Dikkat edilirse ihanet tanımı, 15 Temmuz eksenli tartışmalarla ilgilidir.
Geçmişte FETÖ ve benzeri ihanet şebekelerine karşı söz söyleyenleri susturmak, itibarsız hâle getirmek, etkisizleştirmek kolaydı. Hatta onları yalnızlığa mahkûm ederek yok saymak da mümkündü. Gelinen aşamada aynı tepkilerin Türkiye’nin yeni siyaseti karşısında tekrarlanıyor olması çok anlamlıdır.
Türkiye Batılı devletler adına hareket eden, ihaneti tescillenmiş FETÖ ve onunla ilintili gruplara karşı mücadele ediyor; birçok kimse masum insanlardan bahsediyor. Türkiye ihanet şebekelerini besleyen ve sahip çıkan Batılı emperyalist devletlere hesap soruyor, birçok kimse uluslararası siyasette realizmin önemini hatırlatıyor. Erdoğan, dünya beşten büyüktür, diyor; birçok kimse, bu bir tiyatrodur, diyor. Erdoğan yeni bir sisteme ihtiyaç var, dünya büyük ve yakıcı bir dönüşüm geçiriyor, bütün emperyalist devletler yakın coğrafyamızda yeni bir paylaşım savaşı veriyor ve bu bizim varlığımızı tehdit ediyor diyor; birçok kimse, ne acelemiz var diyor.
Mevcut sistem ihaneti üretti ve kimse de bunu fark etmedi. Bu ülkede Batılı emperyalist devletler adına hareket eden insanlar ve gruplar var. Artık bu durumu açıkça ve yüksek sesle konuşma zamanıdır. Şimdi değilse ne zaman!
Gerçekten bütün dünyayı kasıp kavuran büyük bir değişim sürecinin içindeyiz. Dengeler kurulamıyor, birçok denge daha kurulma aşamasında yıkılıyor. Gelişmeler, büyük devletleri dahi tehdit ediyor. Emperyalist devletlerin, 19. yüzyılda olduğu gibi yeniden sömürge arayışına yöneldikleri acımasız bir dönemdeyiz. Türkiye’nin bu büyük karmaşa döneminde kendine bir yol bulma çabasını yakışıksız ifadelerle baltalamaya çalışmak, haksız eleştirilere tabi tutmak doğru değildir. Gerçekten yeni fikirlerin önemli olduğu bir dönemdeyiz.
Türkiye yeni bir sisteme geçmek zorundadır. Çöküş, dağılma ve kaybetme psikolojisiyle şekillendirilmiş sistem geride kalmalıdır. 16 Nisan, yeni bir dönemin kapısını aralamak için önemli bir fırsattır. Üstelik 16 Nisan, nihaî bir aşama değil, yeni hedeflere yürümek için bir başlangıçtır. 2023 hedefleri sahicidir ve 16 Nisan’da bu hedeflere ulaşmak için yeni bir kapı aralanacaktır.