Bekâ meselesinin farklı açılardan ele alınması elbette çok önemlidir. Zira kavram sadece millî varlığımıza yönelik doğrudan tehditlerle sınırlandırılamaz. Özellikle yakın coğrafyamızı büyük bir yıkıma doğru sürükleyen fiilî gelişmeleri bekâ meselesine dâhil etmek zorundayız. Doğrudan tehdit, coğrafyamızı yıkıma sürükleyen gelişmeler ve küresel ölçekte yeni emperyalist arayışların neden olduğu büyük mücadeleler, bekâ meselesinin anlaşılması açısından önem arz eder. Bu kavram günlük kısır yaklaşımlara kurban edilemez.
Muhafazakâr muhaliflerin de dâhil olduğu, farklı siyasî geleneğe yaslanan çevreler Türkiye’nin ve elbette İslam dünyasının yaşamakta olduğu sorunları kendi bünyesinde taşıdığı zaaflarla açıklamaya çalışıyor. Bu genel yaklaşımı bekâ meselesine de teşmil ederek küresel ölçekte yaşanan sorunları görmezden geliyorlar veya anlamın çarpıtılması için ellerinden gelen gayreti gösteriyorlar. Bunu kavrayışsızlıkla izah etmek safdillik olur. FETÖ’nün anlaşılması konusunda sorunlu bir bakışa sahip olduğunu gözlemlediğimiz kişi ve gruplar ile bir örtüşmeden bahsedebiliriz.
Millî varlığımıza yönelik tehditler, yakın coğrafyamızı yıkıma sürükleyen müdahaleler ve küresel ölçekte yaşanan büyük emperyalist savaş, Türk düşünce hayatını ciddî bir değişime zorlayacak. Yıllarca Türk düşünce hayatı, yok sayma ve görünmez kılmayı bir alışkanlık hâline getirmişti. Bunda ideolojik yanılsamaların önemli bir rolü vardı. Fakat doksanlardan itibaren düşünce hayatımız; yok sayma, bulanıklaştırma, dine boyama, görünmez kılmanın şah örneklerini yaşadı. Bunda da FETÖ eksenli muhafazakâr düşüncenin hâkimiyeti büyük bir pay sahibidir. Bahsettiğimiz dönemlerde bilginin yeniden üretilmesinde merkezî bir role sahip üniversitelerde intihal kıvraklığı ile hazırlanmış tezlerin fazlalığı, bir tez konusu olabilecek büyüklüktedir. Bu, gerçeğe ulaşmanın gereklilik olmaktan çıkmasının bir sonucuydu.
Bekâ meselesinin, var mıdır yok mudur çerçevesine hapsedilmesi sadece siyasî körlüğün neticesi değildir. Kendi başına düşünce üretememenin büyük bir sorun olduğunu kabul etmek durumundayız. Tanımlanmış ve çerçevesi çizilmiş bir bakış açısının dışına çıkarak yeni bir tanımlama yapmak, kendini ve çevreyi yeniden görmeyi zorunlu hâle getirir. Bunun kolay bir şey olmadığını yaşayarak görüyoruz. Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya ve İsrail’e yaslanmadan sorun tanımlamak, bağımsız bir zihin yapısını gerektirir. Ne yazık ki bütün birikimini Batı’ya borçlu olan bir kimsenin Batı’nın dışında yeni bir tanımlama yapması da mümkün değildir.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen değişim sürecinin düşünce dünyamızı da derinden etkilediğini söyleyebiliriz. Gerçeklik kendini dayattıkça yapay olan hükmünü yitiriyor. Küresel ölçekte yaşanan büyük değişim ve sarsıntılar yeni bir aydın tipini zorunlu kılıyor. Üzerinde konuşmak zorunda kaldığımız meselelerin çeşitliği bu değişimin zaten yaşanmakta olduğunu gösteriyor. Artık meseleleri değerlere boğma dönemi geride kaldı.
2012’den itibaren yaşadığımız ve esasen uluslararası düzen içindeki yerimizi tayin edecek büyük sorunlar, iç sorunlarımızın bizi sürüklediği dar ölçekli taraflaşmanın neticesi değildir. Özellikle o tarihten sonra içeriden dışarıya doğru bir seyir takip edip uluslararası boyut kazanan büyük kavga esasen küresel emperyalist sistem karşısında almış olduğumuz yeni tavrın ürünüdür. Bu kavganın FETÖ üzerinden başlamış olması da oldukça anlamlıdır. Çünkü düğüm, bahsi geçen terör yapılanmasıydı. Onun çözülmesiyle birlikte bütün sistem sarsıldı. Yeni aydın tipinin zorunlu olarak ortaya çıkması da bu düğümün çözülmesinin sonucudur.
Bekâ meselesini, içeriden ve dışarıdan millî varlığımıza yönelik tehditle sınırlandırmanın doğru olmadığını söylerken karşılaştığımız sorunun karmaşıklığını da vurgulamış oluyoruz. Millîlik ve yerlilik kavramlarının aşağıdan yukarıya doğru bir seyir takip ettiği aşikârdır. Türk aydını bu kavramları benimsemekte zorlanıyor. Millet bu kavramlarla birlikte kendi kimliğini adeta yeniden inşa ediyor. Siyasetin ve bürokrasinin bir gaye etrafında birleştiği ortamı önemsemek gerekir. Muhafazakâr muhalifin muhalifliği doğal bir karşıtlığın sonucu olsaydı keyifli bir tartışma ortamı doğabilirdi. Fakat bekâ meselesini yok sayma ve küresel gerçekliği görünmez kılma çabalarının bizatihi kendisi inkâr edilen gerçekliğin bir parçasıdır. Bu da süreci, 2012’de başlayan çatışmanın doğal bir uzantısı hâline getirir. Bunu siyasî bir arayış ya da oluşum şeklinde tanımlamak doğru değildir.
Türkiye’nin bekâ meselesi çaresizlik içinde olduğumuza işaret etmez. Kavram, tam olarak ne yapıp ne yapamayacağımıza karar verme zorunluluğuna işaret ediyor. FETÖ ve yandaşlarının bize kabul ettirmeye çalıştığı Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya ve İsrail gibi ülkelerin güdümünde bir hayat mı süreciğiz yoksa bizim tarafımızdan belirlenen doğruları ve yanlışları mı yaşayacağız. Bunun çok önemli bir soru olduğu açıktır. Ne olup ne olmadığımıza karar verebilecek miyiz sorusu geçerliliğini koruyor. Clinton, yirminci yüz yılın Türklerin kayıpları üzerine kurulduğunu söylemişti. Yirmi birinci yüz yılı da bu soruya vereceğimiz cevapla ilişkilendirmişti.
Bekâ meselesine biraz daha geniş bir açıdan bakmak lazım.