İki kutuplu dünya sisteminin sona erdiği dönemde ideolojilerin sonunun geldiği de iddia edilmişti. O zamanlarda bu iddia çokça tartışılmıştı. Zaman ideolojilerin ölümünü ilan edenleri haklı çıkardı. Bütün dünyayı etkileyen maddî değişimlerin yanında büyük ve güçlü devletlerin yeni bir düzen oluşturma yönünde attığı adımlar Batı dışında kalan dünyaya büyük yıkımlar yaşattı. Büyük devletler öncülüğünde bütün dünya durdurulması güç bir kaosa sürüklendi. İlk kurbanlar Batı dışında kalan medeniyet dünyasından, özellikle de İslam medeniyetinin hâkim olduğu dünyadan seçilmişti. 90’ların başından itibaren meydana getirilen bu kaos devam ediyor ve gittikçe yaygınlık kazanıyor. Hadiseler doğal mecrasında akıp gitmediği için izahı neredeyse imkânsızlaştı; gizli servisler, karanlık güç odakları, kimler tarafından teşkil edildiği bilinmeyen örgütler ortalığı kasıp kavurdu. Bu süreç bütün yıkıcılığı ile birçok alana sirayet etmek suretiyle varlığını devam ettiriyor. Bunun karşısında ideolojilerin havlu atması tabiîdir. Büyük devletler öncülüğünde gizli servisler, karanlık güç odakları ve örgütler ideolojilerin geçersizliğini ilan etmiş oldular. Bir anlamda oyun bitmiş oldu.
İdeolojilerin kahir ekseriyeti Britanya İmparatorluğunun neredeyse bütün dünyaya egemen olduğu 19. yüzyılda şekillenmişti. Büyük Britanya’nın yanı sıra diğer Batı Avrupa devletleri de sömürgecilik çağına kendi damgalarını vurmuşlar, egemenlik yarışında pay sahibi olmuşlardı. Bu, Batı Avrupa’nın mutlak üstünlüğü anlamına geliyordu. Bu çağda oluşan ekonomik sistemler, yaşanılan dünyayı anlama biçimleri ve ahlakî değerler Batı Avrupa kaynaklıydı. Bütün bir 20. yüzyıl boyunca bu sistemler, fikrî hareketler ve değerler arasındaki kavgaya şahitlik ettik. Nihayet 90’lar hem bir sona hem de bir başlangıca işaret etti. Batı’nın egemen güçleriyle muhalif hareketler arasında şekillenen sistemler ve ideolojiler Batı dışındaki kültürler, medeniyetler, dinler için anlamını yitirmişti. Aslında sona eren 19. yüzyıl düzeniydi. Batılı muhalif ideologların İslam dünyası söz konusu olunca emperyal sistemin temsilcilerine övgü düzme yarışına girmeleri 19. yüzyıl sisteminin bitişini temsil eden ironik bir göstergedir.
19. yüzyılda şekillendiği hâlde Batılı olmayan yalnızca bir ideolojik akımdan bahsedebiliriz. Batı dışında kalan toplumlar, milletler, dinler arasında sömürgecilik çağında muhalif yapılar ortaya çıktı, ama bu muhalif yapıların hemen tamamı Batı’nın kendi içinde üretilmiş fikirler, sistemler ve değerlerden besleniyordu. Sadece İslamcılık temel kaynakları itibarıyla Batı dışından gelen bir muhalefet hareketiydi. Diğer ideolojiler herhangi bir Batı devleti etrafında şekillenirken İslamcılık, Osmanlı İmparatorluğu merkezli bir dünyanın ürünüydü. İslamcılığın antiemperyalist karakteri de Osmanlı İmparatorluğunun 19. yüzyıl siyasî şartları ile izah edilmelidir. Osmanlı son anına kadar Batı Avrupa emperyalizmine direndiği için İslamcılık da temel motivasyonunu kaybetmemiş oldu.
Avrupalı galip devletler 20 yüzyılı süregelen hâkimiyetlerine karşı olası tehditleri bertaraf etmekle geçirdiler. Bunun için lazım gelen bütün araçlar sahaya sürüldü. Mağlup toplum ve milletlerin içerisinde Batı yanlısı grup ve kişilerin, fikirlerin mebzul miktarda oluşu yürütülen yeni dönem mücadelenin gücü hakkında bir fikir verebilir. Bu durum, ülkemizde ve yakın coğrafyamızda birtakım dinî grupların, ortaya çıktıkları dönemden itibaren, İslamcılık karşıtı bir duruş sergilemiş olmasını da izah eder. Nitekim FETÖ, 90’ların başından itibaren bütün bir İslam coğrafyasında Batı Avrupa emperyalizminin temsilcisi olarak at koşturmaya başlamıştır. FETÖ’nün ilk olarak Türkistan’a yönelmiş olması da üzerinde çokça durulması gerekli bir meseledir. Bu yönelişin anlamını Türkiye’nin Batı Avrupa emperyalizmine karşı durabilecek en önemli merkez olmasıyla izah etmek gerekir.
Osmanlı İmparatorluğunun İslamcılık düşüncesinin şekillenmesine imkân veren bir devlet olması gibi Türkiye de bütün bir dünyayı etkileyebilecek yeni bir düşünce biçimine zemin hazırlayacaktır. Bu, öylesine dile getirilmiş bir iddia değildir. Bu durumun örneklerini tarihin farklı dönemlerinde görebiliriz. Maturidî akaidi, Emevî hilafetinin Türkistan’daki haksız uygulamalarına karşı geliştirilmiş bir çevre hareketiydi. Bu akaid, Selçuklu’nun sağlam temeller üzerinde yükselmesine yol açtı ve Türklerin, İslam’ın bugünkü merkez coğrafyasında en etkili güç olmasına imkân verdi. Osmanlı da aynı temeller üzerinde yükseldi. Hem Selçuklu hem de Osmanlı’nın, İslam coğrafyasına yönelen büyük tehditleri bertaraf etmede gösterdikleri başarı ile benimsedikleri fikirlerin birebir bağlantısı vardır.
Bugün Türkiye, sadece kendi ülkesine yönelmiş tehditlerle boğuşmuyor. Batı yeniden bütün bir dünyayı istila etmek üzere yola çıktı. Bunun emarelerini her bir tarafta görmek mümkündür. Başta İslam coğrafyası olmak üzere yaşamakta olduğumuz kaosun şiddeti birçok ülkeyi tehdit ediyor. Osmanlı döneminde olduğu gibi Batı’nın yeni dönem istila hareketine karşı durma iradesi Türkiye’nin etrafında şekillenmekte ve kimlik kazanmaktadır. Bu sürecin aynı zamanda yeni bir düşünme biçimini şekillendireceğini de görmemiz gerekiyor.
19. yüzyıl ideolojilerinin geriye çekilmesi, güç kaybetmesi, kitleleri etkileme gücünü yitirmesini onların doğuşuna zemin hazırlayan şartların kaybolması ile izah ettik. Eksen kayboldu ve Batı kaynaklı ideolojiler önemini yitirdi. Şimdi farklı bir eksen oluşuyor ve bu da yeni fikirlerin doğuşuna zemin hazırlıyor. Daha şimdiden yakın coğrafyamızda gayr-i Müslimleri dahi etkileyen bir süreçten bahsediyoruz.