19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarından itibaren Rusya Türkleri kavramı Kafkasya, Kırım, İdil-Ural, Sibirya ve Türkistan Türklerinin tamamını kapsamış olsa da 1990’lı yıllardaki bağımsızlaşma sürecinden sonra bu kavram Azerbaycan ve Türkistan Türkleri için geçerliliğini yitirdi. Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Kazakistan bağımsız birer devlet olarak varlık kazandı; Rusya Türkleri kavramı istisnaları bir kenarda tutulursa Kırım, Kuzey Kafkasya, İdil-Ural ve Sibirya’da yaşayan Türklere münhasır kaldı. Siyasî değişimlerin coğrafî tanımları ciddî değişikliklere uğratmasının güncel bir örneği ile karşı karşıya olduğumuz bu hareketli ve değişken ortamda durağan bir zihin yapısının hadiseleri kavramakta zorlanacağını izah etmeye gerek yoktur.
Rusya Türkleri kavramının kapsamının en geniş sınırlarına ulaşmasından yaklaşık bir yüzyıl sonra, 1990’lı yıllarda Sovyetler Birliği’ni oluşturan Türk devletlerinin bağımsızlığını kazanmasıyla birlikte Türkiye’de Rusya Türkleri, Azerbaycan ve tarihî Türkistan coğrafyasına yönelik ilgide belirli bir artış oldu. Türkiye’nin Rusya Federasyonu ile kurduğu iyi ilişkilerin artan ilgide önemli bir payının olduğunu da belirtmek gerekir. Hem Rusya Federasyonu hem de bağımsız Türk cumhuriyetleri ile kurulan münasebetler, geniş Türk dünyasının kendi içinde yakınlaşmasına ve birbirlerini tanımasına imkân sağlamıştır. Bu yakınlaşma ve tanıma sürecinin daha ilk aşamalarında olmamıza rağmen kat edilen mesafeler geleceğe dair büyük umutların yeşermesine yol açmaktadır. Farklı alanlarda geliştirilen ilişkilerin yanında özellikle akademik sahada üretilen bilgi, millî bir bakış açısının oluşmasında vaz geçilmez bir öneme sahiptir.
Konu dışına çıkma endişesini bir kenara bırakarak bir ayrıntıyı dile getirmekte fayda var: Türkiye’de geniş Türk dünyası üzerine yapılan çalışmalarda, üniversitelerimizin özellikle edebiyat, tarih ve sınırlı bir düzeyde olsa da ilahiyat fakültelerinin öne çıkması anlamlıdır. Kendi coğrafyamıza İngilizce, Rusça, Fransızca ve Almanca ile bakmak yabancılaşmayı tetikleyeceği için bu coğrafyaya Türkçenin sunduğu geniş imkânlarla yaklaşmak hayatî bir öneme sahiptir. Millî bir bakış açısının geliştirilmesi her zamankinden daha önemli bir hâle gelmiştir. Çünkü coğrafyamız çok hareketli ve sürekli bir değişim istidadındadır.
Türkiye’nin çeyrek asırlık bir zamanda gerek Rusya devleti ve gerekse bağımız Türk cumhuriyetleri ile çeşitli alanlarda kurduğu iyi ilişkilerin sürdürülebilir bir aşamaya gelmesi tarihten gelen birçok korku ve şüphenin de kaybolmaya başlamasında etkili oldu. Fakat bu iyimser tablo kısa bir zaman için hüküm sürdü ve yerini eski şüphe ve korkulara bıraktı. Rusya, anî bir şekilde askerleri ile Suriye’ye girdi ve siyasetini neredeyse tamamen Türkiye karşıtlığı üzerinde bina etti. Rusya’nın bu açık tavrı karşısında Türkiye’de ciddî bir şaşkınlık yaşandığını belirtmemiz gerekiyor. Çar Putin’in kendini arkadan bıçaklanmış hissettiği yönündeki ifadesi, daha çok Türkiye ve Türkler için geçerlidir. Türkiye, Rusya’nın Suriye’de takip etmiş olduğu yıkıcı politikayı beklemiyordu, bu sebeple Gürcistan’da ve Kırım’da Rusya’nın saldırgan politikalarına aşırı bir tepki vermemişti.
Rusya’nın Gürcistan, Ukrayna-Kırım ve şimdi de Suriye’de geleneksel Çarlık politikalarına dönüşü temsil eden tavrı karşısında Türkiye’nin alternatif arayışlara yönelmesi anlaşılır bir tutumdur. Türkiye’nin alternatif arayışlarının gayet tabiî sayılması gerekirken özellikle Türkiye içinden belli çevreler tarafından bu arayışlara gösterilen olumsuz tepkiler ve aynı çevrelerin kendilerini Rusya’nın yanında konumlandırmaları da anlamlıdır. Bahsi geçen çevrelerin gelenekselleşmiş refleksleri Londra’nın Greenwich semtine ayarlı olduğu için bu sefer de Türkiye’yi Rusya’ya şikâyet etmede bir sakınca görmemişlerdir. Müteveffa İvan Petroviç Pavlov’un kulakları çınlasın.
Türkiye’de Rusya Federasyonu ve geniş Türk dünyası ile geliştirilen ilişkiler neticesinde Rusya ve Türk dünyası hakkında Türkçe üretilen bilgilerin yanında 90’lı yıllardan bu tarafa Batı edebiyatından yapılan tercümelerle dolaşıma dâhil olan bilgilerde de önemli bir artış vardır. Ne yazık ki hâlâ Batı’nın üretmiş olduğu bilgiler Rusya’ya ve geniş Türk dünyasına bakışımızı belirlemektedir. Özellikle Anglosakson Batı’nın Rusya’yı, Batı’nın Doğu’daki bir uzantısı ve temsilcisi şeklinde tanımlayan ve tasvir eden bakışı, geniş kesimlerce kabul görmektedir.
Bugün aynı anda Türk solunun, Kürt solunun, liberallerin ve Gülen hareketinin Rusya ile geliştirmeye çalıştığı ilişkiler ve Türkiye karşıtı tavır, bahsi geçen Anglosakson bakış açısının içselleştirilmesiyle doğrudan alakalıdır. Gülen hareketinin kervana sonradan katılması bizi yanıltmamalıdır. İçselleştirme ameliyesi uzunca bir zamandır onlar için de geçerliydi. Gülen’in bizzat kendisi tarafından önce Fransız medyası aracılığı ile Fransızlara, şimdi de Rus medyası aracılığı ile Rusya’ya verdiği mesajlar dikkatle incelenirse “garpzede” kavramının sözlük anlamına denk düşen bir duruşu görmek mümkün olur. Artık Gülen hareketi de Türkiye’yi tamamıyla Batı’dan seyretmekte ve ona göre davranmaktadır. Bu sürecin bütün bir Gülen hareketini muazzam bir kimlik değişimine tabi tutacağını söylemekle bir kehanette bulunmuyoruz. Bu değişim, onları, kısa bir zaman sonra Batı’nın alt-emperyal gücü hâline getirecektir.
Coğrafyamıza başkalarının gözüyle bakma dönemi bitmiştir. Coğrafyamızın tarihi ve bugünü ile yakından ilgilenmek zorundayız. Türkçe üretilen bilgi ile bize ait bir bakış açısını geliştirebiliriz. Batı’da üretilmiş bilgilerle coğrafyamıza bakmak bizi sadece kör etmeyecektir, aynı zamanda yanlış istikametlere sevk edecek ve Batılılar adına hareket etmemize yol açacaktır.