Türkçenin penceresinden yeni İpek Yolu

Birkaç yıl önce farklı görüşlere sahip arkadaşlarla yeni İpek Yolu projesini, Batı Avrupa emperyalizminin geleceği açısından değerlendiriyorduk. Konu o zaman sadece birkaç gazete haberiyle gündeme taşınıyordu. Açıkça söylemek gerekirse ortamda bulunan çoğu kimsenin projenin Türkiye ayağında yapılanlardan bile haberi yoktu. Hatta bu çerçevede Bakû-Tiflis-Ceyhan’dan sonra gündeme gelen yeni bir proje olması hasebiyle TANAP’a karşı Batı Avrupa devletlerinin gösterdiği olumsuz yaklaşımların anlamını konuşmak istedik fakat bahsi geçen projenin de masada bulunanların çoğunluğu tarafından bilinmediği çabuk anlaşıldı. Önemli bir proje vardı ve bu Türkiye’yi daha güçlü hâle getirebilirdi. Son dönemlerde bütün gelişmeler karşısında gösterilen olumsuz tavırların “kuşak ve yol” projesi için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Aynı kişilerle falanca yazarın kapitalizmin çelişkileri hakkındaki görüşlerini konuşmak mümkündür. Oysa yeni projenin geçiş güzergâhında Türkçenin neredeyse tek dil olduğunu hatırlamak, konunun en çok Türkleri ilgilendirdiğini gösterecektir.

“Kuşak ve yol” projesi, tarihî İpek Yolu’nun canlandırılması yönünde bir fikri ortaya çıkartıyor, bu da bize Batı Avrupa emperyalizminden önceki dünyayı hatırlatıyor. Fakat konunun bu açıdan ele alınması, yükselen Çin gücünü gözlerden uzaklaştırır. Yaşadığımız dünyanın dengeleri değişiyor. Çin ve Hindistan gibi yeni aktörler devreye giriyor. Bir zamanlar Hindistan, Britanya imparatorluk tacının mücevheriydi. Çin de aynı şekilde, bir dönem İngiliz egemenliğine boyun eğdi. Fakat şimdilerde işler değişiyor. Ağırlık merkezinin Doğu’ya kaydığı yönünde bir kanaat var. Fakat yeni durumun Türk ve İslâm dünyasını ne şekilde etkileyeceği hususunda geniş katılımlı bir tartışmadan bahsetmek mümkün değil. Çok uzun bir zamandır görüş ufkumuzu Batı belirlediği için yeni durumu değerlendirmekten uzağız. İngilizce düşünmekten başka dünyalarda meydana gelen gelişmelere yabancı kaldığımız söylenebilir. Oysa yukarıda söylediğimiz gibi Asya’da yaygınlık sahası bakımından Türkçe rakipsizdir.

Daha bir yüz yıl önce Kırımlı İsmail Gaspıralı, bu kadar geniş bir sahada yaşayan bütün Türkleri “ortak edebî Türkçe” fikrine ikna etmişti. 1883’ten 1914’e kadar yayımladığı Tercüman gazetesi, İsmail Bey’in en önemli aracı olmuş ve Kaşkar’dan Üsküp’e, Kazan’dan Tebriz’e kadar çok geniş bir sahada yaşayan Türkler birbirlerinin yazdıklarını anlamaya başlamışlardı. Ortak edebî Türkçe fikri, ortak bir şuurun da güçlenmesini sağlıyordu. Kuşkusuz bu durumun Türk dünyasının yenilenmesinde, bilginin yeniden üretilmesinde, iktisadî ilişkilerin yeniden düzenlemesinde büyük etkisi olacaktı. Fakat şartlar I. Dünya Harbi’nde aleyhimizdeydi ve yirminci yüzyılda bu geniş coğrafyanın insanları birbirinden uzaklaştırıldı. Kaybettik.

Sovyetlerin dağılmasıyla çok geniş bir coğrafyaya yayılmış Türk dünyası ortaya çıktı: Balkanlar, Anadolu, Kırım, Kafkaslar ve Türkistan… Türk dünyasını bilen kimseler, 1940’lara kadar sadece Türkçeyle, hiçbir zorlukla karşılaşmadan bu geniş dünyada gezip dolaşılabileceğini söylemişlerdir. Bu durumun herhangi bir kimseye kazandırabileceği iktisadî, ticarî, siyasî, kültürel, sosyal üstünlüğün kıymetine paha biçilemez. Günümüzde İsmail Gaspıralı’nın ortak edebî Türkçe idealinin ne manaya geldiği hâlâ tam olarak anlaşılmış değildir. Günümüzün iletişim imkânlarıyla konuşma dilinde yakınlaşma hedefi dahi romantik bir ideal olmaktan çıkar. İsmail Gaspıralı, Hüseyinzade Ali, Yusuf Akçura, Abdürreşid İbrahim, Mehmet Emin Resulzade, Rızaeddin bin Fahreddin, Fatih Kerimî ve adlarını burada tek tek zikretme imkânımız olmayan mütefekkirler Türk dünyasının birbiriyle sağlam ilişkiler kurması hedefini ayakta tutmuşlar ve bu uğurda faaliyetler yürütmüşlerdi.

Türkiye artık uzun vadeli hedefleri hayata geçirmek için çalışıyor. Yunus Emre Enstitüsü, Yurtdışı Türkler ve Akra Topluluklar Başkanlığı, TİKA ve şimdi de Maarif Vakfı Türkiye’nin uzun vadeli hedeflerini hayata geçirmek için var gücüyle çalışan kurumları arasındadır. Bu kurumların özellikle Türkçenin, Batı karşısında bir medeniyet dili olması yönünde verdiği mücadele takdire şayandır. Elbette Türk dünyasına öncelik verilmelidir. Dünyanın ağırlık merkezi Doğu’ya doğru kayıyorsa yeni dönemin merkez dillerinden biri mutlaka Türkçe olacaktır. Artık bundan sonra insanlar dünyaya Türkçenin penceresinden de bakmaya çalışacaklardır.

“Kuşak ve yol” projesi iktisadî savaşların yeni alanlar açma yönünde imkânlarının ne kadar geniş olduğunu gösteren önemli bir örnektir. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın da aktif katılımıyla Çin’de gerçekleşen forum, dünyanın farklı merkezlerden oluştuğunu göstermektedir. Türkçe; bu geniş merkezde aynı anda Çin, Hindistan, Pakistan, Afganistan, İran, Arap dünyası ve Rusya’ya komşu ve aynı zamanda onlarla iç içe olan tek dildir. İstanbul’da basılan bir kitabın Kaşgar’da, Almatı’da, Bişkek’te, Semerkant ve Buhara’da, Aşkabat ve Bakû’da, Tebriz, Musul ve Halep’te, Kazan ve Orenburg’da, Bahçesaray ve Üsküp’te kitapçı raflarını süslediğini hayal etmek yeterince heyecan vericidir. Aynı durum Semerkant, Bişkek ve Kazan’da basılan kitaplar için de geçerlidir. Bu şehirlerde basılan kitaplar da ertesi gün İstanbul, İzmir ve Ankara’da kitapçı raflarında görücüye çıkabilir. Daha önemlisi internet, gazete ve dergiler için geniş bir hareket imkânı sağlamaktadır. Bu ağın iktisadî değeri çok yüksek olacaktır.