Dostoyevski, Ölüler Evinden Anılar adlı eserinde Sibirya’daki sürgün hayatını anlatır. Bu kitapta da birçok karakter vardır ve bunlar arasında Kafkasyalı Müslüman mahkûmlardan Nurağa ve Ali’nin tasviri dikkat çekicidir. Dostoyevski, bu karakterlerin şahsında Müslümanların yüzüne yansıyan o olağanüstü sevimli hâli yakalamıştır. Bernard Henri Levy, oryantalist edebiyatın aksine Dostoyevski’nin Kafkasyalı Müslüman karakterleri asıllarına uygun bir şekilde tasvir ettiğini söyler.
Aynı sevimli, cana yakın yüzü Bosna’da genç bir Boşnak kızında gördüm. Aradığımız bir yer vardı, bulamamıştık. Genç kız yolu tarif etmek istedi fakat dil engelini aşamadık. İyi ki de aşamamışız, yardım edemediği için duyduğu mahcubiyetten doğan sempatik tavırlarında kardeşliğimizin derinliğini gördük. Bu yüzü nerede görsem tanırım. Pakistan’dan, Bangladeş’ten Malay adalarına, Tanzanya’dan Mağrib’e, Bahçesaray’dan Kafkas dağlarına ve Sibirya’nın derinliklerine kadar çok geniş bir sahada benzer yüzlerle karşılaşmak mümkündür.
Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi’nin sosyal birlik kavramsallaştırması tam da burada hatırlanmalıdır. Türk ve İslam dünyasının sorunlarına çözüm arayan ve bulduklarını yazılarıyla paylaşan Şehbenderzade’nin dile getirdiği ittihad-ı içtimaî kavramını, Amerika’nın Türkiye’ye yönelik finansal saldırısından sonra tekrar gündeme getirmenin anlamlı olacağını düşünüyorum. Finansal saldırısı sonrasında Türk ve İslam dünyasının birbirine uzak köşelerinden sosyal medya paylaşımları yapıldı. Bu paylaşımlarda Türkiye sevgisini ve Türk lirasına destek çabalarını gördük. Şehbenderzade’yi hatırlamamızı sağlayan bu paylaşımlardır.
Şehbenderzade, yaşadığı dönemde Müslümanlar arasında birlik meselesini irdelemiş, dinî ve siyasî birliğin mümkün olmadığı ama içtimaî birliğin sağlanabileceği sonucuna varmıştı. Hatta dinî ve siyasî birliğe gerek de olmadığını söylemişti. İçtimaî birlik kavramının esin kaynakları hakkında bir tartışmaya girmenin lüzumu yok. Fakat bundan sonraki zamanlar için kavramı farklı yönleriyle ele almak gerekir. İçtimaî birlik; çok yönlü sosyal ilişkileri, dayanışmayı, fikrî ve edebî münasebetleri, kültürel ilişkileri, ortak ilmî çalışmaları, karşılıklı iktisadî kanalları ima ediyor. İlk bakışta görüleceği gibi Şehbenderzade’nin fikirlerinin hayata geçebilmesi için devletler, hükûmetler ve sivil toplum kuruluşları ikinci plandadır. Doğrudur, devletlerarası arası ilişkiler kurulmadan bireylerin çabaları sonuçsuz kalabilir fakat bugün açık kanalların dahi bireyler tarafından güçlü bir şekilde kullanıldığını söyleyemeyiz.
Dünya büyük bir değişim sürecini yaşıyor. 1990’lardan bu tarafa her şey yerinden oynuyor. Üstelik değişim süreci, küresel ölçekte siyasî ve askerî çatışmalar üzerinden bir kaynak paylaşımına tekabül etmektedir. Ne yazık ki siyasî ve askerî çatışmalar ağırlıklı olarak İslam dünyası merkezlidir. Türkiye bu süreci durdurmaya çalıştıkça Amerika’nın farklı saldırılarına muhatap oluyor. Finansal saldırı da her şeyin yerinden oynadığını gösterir. Amerika’nın Türk ve İslam dünyasına diz çöktürmekte kararlı olduğu ve sürecin kısa vadeli olmadığı açıktır.
Erdoğan, 15 Temmuz Darbe ve İşgal Girişimini durdurmak için yaptığı ilk konuşmada “bu zamana kadar milletin üzerinde bir güç görmedim” demişti. Haklı çıktı, millet sabaha varmadan lanetli yapıyı durdurdu. Şimdi milletin çok daha büyük işleri başarması gereken vakitlerdeyiz. Yazının başında söylediğim gibi İslam dünyasının her yerinde münasebet tesis edebileceğimiz güler yüzlü ve emin insanları bulacağımızdan kimsenin kuşkusu olmasın. Türkiye’ye karşı saldırılar küresel ölçeklidir ve 15 Temmuz’un lanetli kişileri her yerdedir. Saldırılar, Türkiye’ye ulaşmadan, yerinde durdurulmalıdır.
Yakın ve uzak çevremizle sosyal münasebetler kurmak ve her bir bölge hakkında bilgi üretmek çok önemlidir. Bu ikisi birbirini besler. Genç kuşakların, bireylerin gücü hakkında sağlıklı bir fikre sahip olmadığı açıktır. Kabuklarını kırmaları gerekiyor. Bosnalı gencin Türk lirasına destek için marketlerde Türk malı aramasını, Katarlı iş adamının dolar bozdurarak Türk lirasına destek çıkmasını Amerikan gücü karşısında umutsuz bir çaba şeklinde görenler olabilir. Amerika, hâkim-i mutlak değildir. Uzun vadeli çabalarımızın sonuçları da uzun vadeli ve kalıcı olacaktır. Devletler ve hükûmetler arası ilişkileri engelleyen ya da bozanlar çıkabilir. Fakat sosyal münasebetlerin dönüştürücü etkisini kırabilecek güç yoktur.
Bilgi, teknoloji, silah ve paranın karşısına elbette muadil araçlarla çıkmak gerekir. Nitekim finansal saldırıdan sonra Türkiye, mütekabiliyet esasından hareketle Amerika’ya cevap verdi ve vermeye de devam edecek. Bu krizleri bir derse dönüştürmek de bizim elimizdedir. Devlet, elbette, zayıf alanları güçlendirecek, alacağı tedbirlerle yeni krizlere karşı dirençli olmaya çalışacaktır. 19. yüzyılda çöküş hâlindeydik. Bireysel çabalar büyük çöküşü durduramadı. Şimdi zaman bizden yana. Gerçek manada bir sıçrayış dönemi yaşıyoruz. Daha şimdiden Afrika’nın derinliklerinden Asya’nın uzak köşelerine kadar geniş bir alanda “Türkiye” sesinin yankılanması yükseliş dönemine işaret eder.
“Herkes en iyi bildiği işi yapmalıdır.”