Cuma günleri en çok keyif aldığım şey, Gerçek Hayat’ın yazılarını ve dosyalarını okumak oluyor. Amatör, samimi bir neşeyle, ilgiyle, heyecanla her cümleye özel bir dikkat sarf ederek bakıyorum. Sanırım bu, biraz da benim derginin yayın politikasına, yazarlarının ve ekip arkadaşlarımın heyecanına ortak olmamdan kaynaklanıyor.
Buna bir tür ruh birlikteliği diyebilirim. Sadece fikir, siyasi bakış, toplumsal hassasiyetler, değerlerle sınırlı bir şey değil. Yılların getirdiği aşınmışlığı, bezginliği, medyada ve çevremizdeki sığlaşmayı sanki bu dergi ile bir kenara itiyor, idealist, mücadeleci bir kişiliği öne çıkarıyoruz. Yirmi yıl önceki, o yoksun zamanlardaki samimiyeti buluyorum burada. İşte bu ruh halini kaybetmemeliyiz. Bunu kaybettikten sonra siyasi iktidarın, ekonomik iktidarın, yaşam konforunun, entelektüel cesaretin çok da anlamı kalmıyor.
Bu yüzden derginin gündem toplantılarında nerede, kim varsa bulmaya, onları sayfalarımıza taşımaya, onlarla yeniden konuşmaya, sohbet edebilmeye, onların o kaygılı, içten, duru sözlerini okuyucularımıza aktarmaya çalışıyoruz.
Günün gazetelerinin, televizyonlarının, dergilerinin, dijital medya ortamlarının rekabetinden, cebelleşmesinden uzaklaşarak, gönüllerimizi yakınlaştırmaya çalışıyoruz. Bazen öfkemizi diri tutmaya, bazen tek bir cümle için ülke ülke dolaşmaya çalışıyoruz. Bir bütün coğrafyanın insanları olarak, o şehirleri, sokakları, kasabaları, insanlarımızı, acılarıyla, sevinçleriyle misafir etmeye çalışıyoruz.
Acı çekiyoruz, coğrafyamızdan yükselen feryatlar yüreklerimizi dağlıyor. Her köşesi şiddetin, hırpalanmanın, parçalanmanın, savrulmanın adreslerine dönüşen şehirlerimizin, ülkelerimizin kaygısını çekiyoruz. Önceden sadece Filistin vardı, Bosna vardı, Afganistan ve birkaç bölge daha vardı. Ama bugün bize ait neresi varsa hepsi yangın yeri. İnsanlarımız sanki bütün dünyanın günahlarının kefaretini ödüyor.
Bütün bunlar sadece bizim sorunumuz, bizim beceriksizliğimiz değil. Zaaflarımız, zayıflıklarımız önümüzde, biliyoruz. Ama hepsi bu değil. Dalga dalga istila projeleriyle geliyorlar üstümüze. Yıkım projeleriyle geliyorlar. Aç gözlülükle, talan hırsıyla, bir tür yeni sömürge hesaplarıyla geliyorlar. Entrikalarıyla, kötülükleriyle geliyorlar.
Zihinlerimizi, kalplerimizi, şehirlerimizi, sokaklarımızı, evlerimizi parçalıyorlar. Bunlara direnmeliyiz. Bir direniş söylemi, duruşu, öfkesi geliştirmeliyiz. Bir yol çizmeliyiz. Bir çıkış haritası geliştirmeliyiz.
Gerçek Hayat bu anlamda profesyonel bir dergi değil, ticari bir hesapla hareket etmiyor. Hiç bir rekabet ve piyasa kavgası yok. Sadece kaybettiklerimizi yeniden bulmaya, unuttuklarımızı bugüne çağırmaya çalışan bir dergi.
Direncin, özverinin, paylaşmanın, samimiyetin savunucusu olmaya çalışan bir dergi. Bu anlamda Türkiye’de başkaca bir platform göremiyorum. İşte Gerçek Hayat bu yolun yolcusudur. Hesapsız, riyasız… Bu yüzden bize katılın. Bu sese güç verin. Onu sahiplenin.
Bu sayıda Kazım Sağlam’ın sözlerini duyun. Neler kaybettiğimizi, neler aradığımızı göreceksiniz. Afrika’nın en ücra köşelerini yazan İbrahim Tığlı’nın hangi mirasın peşinde olduğunu, Saraybosna’dan yazan Amina Siljak’ın o nefis cümlelerini, Kosova’dan yazan Leyla Şerif’in özenini, Selçuk Türkyılmaz’ın özgün tespitlerini, hepsi aynı arayışın yolcusu olan yazarlarımızın çağrılarını sunuyoruz size.
Göreceksiniz, benim cuma günleri yaşadığım neşeye, heyecana, sizler de Pazartesi günleri tanık olacaksınız.
Haftaya yeni sözlerle geleceğiz…