İngilizlerin başbakan ve bakanlarının kahir ekseriyetle mühendis, doktor, hukukçu veya iktisatçılardan olmayıp, tarih ve coğrafya eğitimi görmüş kimselerden seçilmesi hayli dikkat çekici. Bunların tamamına yakınının her hangi bir yerden değil de, Oxford’un tarih ve coğrafya fakültelerinden mezun olması da mânîdar.
Eğer dünyada söz sahibi olmak istiyorsanız sadece para, petrol ve silahın yetmeyeceğini bilmek gerekiyor. Tarih bilmeyen, coğrafyaları tanımayan, dinlerden habersiz, kültür ve dinî hassasiyetlerden uzaksanız siyasette başarılı olamazsınız.
Kabul edelim ki, yüz yıllık cehaletten hâlâ kurtulamadık. Aksine üstüne yığınak yapıyoruz. İnsana değil binaya yatırım yaptık, üretmeyip tükettik, ilme değil şöhrete oynadık. Tarihi övgü ve sövgüden, coğrafyayı iklimden ibaret saydık.
Üzerimizde oynanan oyunun farkına varamadık. Getrude Bell’e çizdirilen devletçik sınırlarının sadece cetvelle rasgele çizilmiş haritalar olduğunu zannettik veya öyle öğretildi. Oysa bir köyü, bir kasabayı, bir şehri, bir kavmi ortadan bölerek paramparça eden şeytanî bir hesabın ürünüydü bu haritalar.
Çünkü İngiliz, coğrafyanın mânâ ve ehemmiyetinin son derece farkındaydı. Devletlerin arasında sürekli nizâ veya savaşlara neden olacak alanlar oluşturdu. Kendilerini merkeze alarak tarif ettiler coğrafyaları. Oysa merkez, Kâbe’den başkası değildi. Gün ve saat ona göre belirlenirken, dünyanın efendisi ise Türklerdi. Türkler ise sadece Anadolu ve Balkanların değil, Türkistan’ın da sahibiydi.
Peki, Türkistan da neresiydi? Bu suâlin cevabını kaç kişi verebilirdi? Kabul edelim ki, pek azımız. Moğolistan ve Güney Sibirya’dan Kırım’a, Çin’in Tun-huang bölgesinden İran’ın ortalarına uzanan topraklara 20. yüzyıla kadar tüm dünya “Türkistan” derdi.
Öte yandan Türkler Anadolu’ya 1071’de gelmiş de değildi. Aksine Hz Nuh (a.s.)’dan bu yana Türkler bu topraklardaydılar.
Önce Türkistanımızı “Şarkî Türkistan” ve “Garbî Türkistan” olarak ikiye ayırdılar. Sonra bize Türkistan’ı unutturdular. Bir de baktık ki Çin, Doğu Türkistan’ımızı “Şincan” diye değiştirerek yutmanın hayaline kapılmış. Batı Türkistan ise, Kırgızistan, Tacikistan, Kazakistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, Kuzey Azerbaycan ve daha fazlası gibi isimler almış…
Türkistan’ın bölük pörçük olması elbette Türkler hariç herkesin işine gelir. Bunun farkında olan Çin’in işgal altında tuttuğu, adına bugün ‘Doğu Türkistan’ denilen ve Uygur Türklerinin ata yurdunda ister asimile amaçlı, isterse de Amerika’nın oyunları ile olsun terör estirdiği bir gerçek.
Hiç kimse durup dururken yurdunu terk etmez. Hele ki doğduğu ve doyduğu yer olan, ana-babasının yaşadığı, atalarının mezarının olduğu toprağı asla bırakmaz. Bırakmak zorunda kalmış ise, oraya hâkim olan unsurlar zulmediyor, terör estiriyordur.
İsrail’in Filistinlilerin yurdunu işgal edip zulmettiğinde adı, devlet terörü veya Siyonist terör ise, şüphesiz Çin’in Türkistan’daki Uygur Müslümanlarına yaptığı da Çin terörüdür, Komünist terörüdür. Elbette seçim sathı mahallinde bu meselenin daha yoğun gündem olması, bazılarınca iktidarı köşeye sıkıştırmak amaçlı olabilir ve meselenin arkasında şer odakları bulunabilir.
Hatta her toplumun içinden çıkacağı gibi, şahsî menfaatleri için Uygurları satan Türkistanlıların varlığı da bir gerçektir. Bütün bunlar, Çin ile sığındığı ülke arasında sıkışıp kalan yüzbinlerce soy ve dindaşımızın var olduğu hakikatini örtemez. Dosyamızı hazırlarken, hem Türkiye’nin, hem de Çin işgalindeki Türkistanlı kardeşlerimizin selametini asla göz ardı etmedik, etmeyiz de!
Bu meyanda, Çin’in Ankara Büyükelçiliği ve İstanbul Başkonsolosluğuna da mikrofon uzattık, ama cevap vermediler. Bırakın cevabı, kendi propagandalarını yapacak bazı “gazetecileri” Çin’e götürüp, PR yaptıran Çinli diplomatlar, bize randevu bile vermedi. Keşke karşımıza çıkıp doğru veya yanlış cevap verebilselerdi suallerimize. Nihai gerçek şu ki, ABD, ejderhanın kuyruğunu ağzına almış geveliyor, o da can havliyle Uygurlara saldırıyor.
Tarihi bir kez daha okuması gereken Çin yönetiminin bilmesi gereken en önemli şey, zulümle âbad olunmayacağı. Para ve nüfusuna güvenen Çin’e düşen, Müslümanlara düşmanlık etmek değil, onları anlayıp dostluk kurmaktır. Aksi halde tarihin tekrar tekerrür edeceğinden kimsenin şüphesi olmasın.
Bu sayımızda bir başka dosyamız ise İran devriminin 40. yılı. Anayasasında bir mezhep devleti olduğunu yazan İran, İslam dünyasının en büyük âlimlerinden İmam-ı Gazzâli’nin mezarı şerifi ile Türklerin en şöhretli ve kudretli devlet ve medeniyet mimarlarından Nizâmü’l Mülk’ün türbe-i şeriflerine de ev sahipliği yapıyor. Ancak bu ev sahipliği yürek yakan cinsten…
Zalim Çin’in yaptığını insan bir nebze anlıyor da, ehl-i kıblenin ehl-i kıbleye reva gördüğünü anlamak güç. Bu nedenle Tahran’a çağrımız şudur ki, gelin bu ayıba artık bir son verin. Bu şerefli zatların mezarlarını ya ihyâ edin, ya da bırakın Türkiye yapsın!
Uzun soluklu gündemlerden Venezuela işgali ile Güney Amerika’daki El Turkoların iktidar serencamlarını unutmadık ama yerimiz kalmadı. Zira Kartal’da itibarımızın üstüne çöken beton molozlarını geciktirmeden ele almalıydık…
Dolu bir sayı ile daha karşınızda olduğumuzu belirtirken, size yakın zamanda daha güzel bir Gerçek Hayat’ın müjdesini vermek istiyoruz. Gerçek Hayat’ı eşe dosta anlatmayı lütfen ihmal etmeyiniz.
Vesselam!