Mahmut Fazıl Coşkun’un üçüncü filmi Anons, yurtdışından da birkaç ödül almış bir yapım. İtiraf etmek durumundayız; bu ödüllerin ardında filmin sinematik değerinden çok mevzuu daha büyük bir pay sahibi. O yüzden ben de filmin mevzuuyla ilgilenmek makamındayım. Açıkça ifade etmek gerekirse Anons siyasete bulaşmak istemeyen bir sterilizasyon içerisinde siyasi bir film kotarılabileceğinin de yegâne timsali makamında.
Film o geceyi anlatıyor; 21 Mayıs 1963 gecesini. O gece ne mi oldu? Buyrunuz filme.
İstanbul Radyosu eşliğinde 60’lar… Bir taksinin içerisinde orta yaşlı iki kişi. Dışarıda gökgürültülü bir yağmur. Temiz bir görüş için silecekler yeterli gelmiyor. Bir de polis çevirmesin mi? Neyse, kolay savuşturulur çevirme. Ama ecel öyle mi? İkiliye itaatle
hizmet eden şoför, gidecekleri yere varır-varmaz bertaraf edilir.
Peki, bu en küçük şâhit ihtimalini dahi merhametsizce ortadan kaldırma kasdı niye? Darbe toplantısı efendim.
İçlerinden birinin Vatan Caddesi civarındaki baba yadigârı fırınlarında düzenlenen bir ihtilâl tertibi toplantısı. Henüz gecenin yıldızı arzı endam eylemeden ‘eleman’ bir kişiyi daha öldürür. Ama bu kişi aslında aralarından biridir. Meğer karşı taraf adına casusluk etmekteymiş.
Karşı taraf kim? Rusya mı? Sümme haşa Amerika mı? Ne gezer efendim, yine askeriye.
GECELEYİN BİR YOLCULUK
Günlerdir süren hazırlıkların sonuna gelinmiştir. Darbenin eli kulağında. Fakat mühim bir mania var: Ankara’yla bir türlü irtibat kurulamıyor. Tabii telefonla. Ama o gün bu işler şimdiki gibi değil. Sabit hattan arayacağınız numarayı santrale yazdırıyorsunuz ve sabırla sıranın size gelmesini bekliyorsunuz: Saatlerce!
‘Ankara’yla irtibat kurulamadı’ diye darbe hazırlıkları beklemez ki.
Darbe tertip komitesi işi fena hâlde sıkı tutmakta. Bütün hazırlıkların üzerinde titizlikle durulmakta. Buna hazırlanan darbe metninin kendisi de dâhildir. Gece yarısı, bindikleri fırın arabasının arkasında ve ekmek kasalarının arasında ihtilâl metnini
hâlâ tartışmaktadırlar: “Felce uğradı” mı demek lâzım gelir yoksa “felce uğratıldı” mı? Veya “herkesin malûmudur” mu demek daha doğrudur yoksa “herkesçe malûmdur” mu?
Öte yandan, çok daha hayati meseleler hiç konuşulmamıştır bile. Her şey tam o ânda, yüzleşildiğinde karara bağlanmaktadır. Kendilerini getiren aracın kalması mı yoksa gitmesi mi gerektiği gibi. Ne ki iş maksada ulaşınca değişir; İstanbul Radyosu’na. Yani şimdinin TRT binasına. Kapıdaki gariban nöbetçi, şöyle bir hık-mık eder ama naçar kapıyı açar ve kaçar. Daha doğrusu kaçmaya çalışır.
Aslında dört kişiden müteşekkil darbe heyetinin TRT binasından içeri girmeyle birlikte filmin tarzı da hafif bir evrim geçirir ve sallapati ilerleyen bir avantürden kara komediye evrilir.
Türkiye bir darbe ‘cenneti’. Bir kısım eşhas için elbette. Vatandaş içinse düpedüz cehennem. Zaten telmaşa demokrasiye her on yılda bir yeni bir askeri ayar çekmek, bize handiyse mutad âddettirildi. İkisi hariç. Onlar hep yok hükmünde. Öbürünü anlayan anlar ama mevzumuz Talât Aydemir’in darbe teşebbüsüne dair.
ANKARA İLE KURULAMAYAN İRTİBAT
Gece saatler ilerler. Darbenin dört atlısı radyonun koridorlarında hâlâ Ankara’dan bir haber beklemekte. Fakat sabah yaklaşmakta ama Ankara ile henüz irtibat kurulamamış.
Filmde laytmotif olarak kullanılan Ankara ile telefon görüşmesi meselesi, üzerinde durulmayı hakkeden bir öğe. Bir kere yönetmen, böylelikle izleyicinin ilgisini diri tutmayı beceriyor. Aynı zamanda da kendisinde darbe yapacak güç ve kudreti gören kişilerin bile Ankara’ya öyle kolaycana ulaşamadıklarını işaret ediyor. Ayrıca darbecilerin Ankara ile irtibat kuramaması, bugün bizim geri kabul ettiğimiz teknoloji karşısında bile insanın acziyetini işaret etmesi bakımından da kayda değer.
Doğrusu film bu çeşit zeki telmihlere yer vermesi bakımından da takdir edilesi. Meselâ polisin, darbeci askerlere itaatini remzleyen kahve pişirme sahnesi… Polisin vazifesi zaten tek başına dahi olsa darbeci askerlere karşı radyoevini korumak iken…
Binanın içine girildiği ândan itibaren yakalanmış harika bir ironik lezzetten bahsetmiştim. O lezzetin pik yaptığı yerlerden biri de binayı korumakla görevli polis memurunun “Ama rahat bir yer burası komutanım. Sonuçta radyo işte. Ne olabilir ki?” demesi… İhtilâl ihtimaline karşı binayı korumakla ve derhâl amirlerini haberdar etmekle
Misal çok: Heyetimiz devleti idare etmek için bilumum hazırlığa zaten bizatihi sahiptir ama ne yegâne hedefleri bina hakkında, ne binadaki görevliler hakkında, ne de meselâ müdürün makamı veya lojmanı hakkında herhangi bir bilgi edinmeye ihtiyaç hissetmiştir.
İHTİLÂL MÜSAMERESİ… AMA HAKİKİ
O meşhur ihtilâl anonsunu okumak için belki mecburi fiziki şartlar yerine getirilmiştir ama ya ruhi şartlar? Onların hazırlıklarına son âna kadar devam edilir.
Bu arada binadaki bütün görevlilerin her türlü bilgiyi sakınmasızca ihtilâl heyetine vermesini insanımızın asker korkusuyla mı izah etmek lâzım gelir yoksa bana neci tavrına mı? Yahut bu kayıtsızlığın sebebini, iktidardaki güya sivil ile darbeci asker arasında bir fark görmemesinde mi aramak lâzım?
Darbeci askerler mi? Bir asker olarak, binanın dibindeki merkez komutanlığından bile haberdar değiller.
Bir de utanmadan “Sandığımızdan kolay oldu bu iş.” demeleri yok mu? Yahu siz ne “sanmıştınız” ki? diyesi geliyor insanın. İnsan merak ediyor. O vakitler dünyada hiçbir çatışmaya, hatta tek kurşun bile sıkmaya hacet kalmadan, bir tek radyo binasını zaten elini-kolunu sallayarak işgal ederek ihtilâl yapılan bir başka muz cumhuriyeti var mıydı?
görevli kişinin tavrı hakikaten akıllara seza. Ha, o sırada polis, bir yandan da darbe heyetine kahve pişirmektedir; evsahibi hüviyetiyle.
DARBEDEN İHTİLÂLE
Mehmet Fazıl Coşkun’un Anons’unun en ciddi zaafı ne, biliyor musunuz? İnandırıcılık. Sakın yanlış anlaşılmasın! Burada yönetmenin başarısızlığından değil, başarısından sözetmekteyim. Çünkü muhtemelen Albay Talât Aydemir’in darbe teşebbüsü tam da filmde anlatıldığı kadardır. Tamamiyle inandırıcılıktan yoksun!
Düşünsenize, bir kısmı muvazzaf, bir kısmı emekli birkaç askerin biraraya gelerek, herhangi basit bir plân bile yapmaya ihtiyaç hissetmeden darbe yapabileceği yeryüzünün biricik ülkesi, Cumhuriyet Türkiyesi…
Şimdi inandırıcılıktan daha da yoksun bir söz söyleyebilir miyim? Ülkemizde, başta birincisi ve en mühimi olmak kaydıyla başarıya ulaşan ve sonradan ihtilâl adını alan her darbe teşebbüsü, inandırıcılığını iktidarda uydurduğu tarih söylemine borçludur.
Öte yandan filmde izlediklerimiz bize yine de sık sık “Ne münasebet, olmaz öyle bir şey!” dedirtiyor. Hâlbuki olur öyle bir şey. Oldu da. Defaatle hem de.
İHTİLÂL ANONS EDİLİR
Film sinemamızda alışılmadık bir tarzın, kara komedinin tipik bir örneği. Yazık ki film bittikten sonra birçok keşke üşüşüyor zihninize. Meselâ filmde o dört kişinin, ellerinde Thomsonları, kumsalda gezintiye çıkmışçasına loş ışık altında salına salına binaya doğru yürümeleri resmedileydi keşke; arkalarında herhangi bir küçük birliğin, meselâ bir takım askerin dahi bulunmaması garabeti yansıtılabileydi.
Yine de kuşkusuz Anons yönetmenin en iyi filmi. Niçin mi? Galiba bu başarıda senaryodaki Ercan Kesal’ın katkısı kadar, bu filmde ilk kez derinlemesine yaşamadığı ve lâyığınca tahayyül edemediği hislerin dünyasına balıklama dalmamasının payı büyük.
Belli ki Anons’dan sonra Mehmet Fazıl Coşkun çıtayı daha da yukarı taşıyacak