Sütre gerisinden siyaset tanzimi

Bugünlerde Türkiye’de belli çevrelerden bazı kişiler “İslamcılar” diye söze başlayarak hedef aldığı kitleyi ikiyüzlü olmakla ya da ilkesizlikle itham ediyor. Bu şahıslar genelde Ergenekon ve Balyoz gibi davaları kendine kalkan yaparak “İslamcılar” başlığı altında topladığı kesimleri takiyye yapmakla suçluyor. Bu suçlamaların birçoğunun FETÖ meselesiyle alakası açıktır. Suçlamaları dile getirenlerin, Ergenekon ve Balyoz gibi davalarla ilgili olarak geçmişteki konumlarını mutlak doğru kategorisine yerleştirdikleri, romantik “iyiler” ve “kötüler” tasnifinden hareketle son derece çocuksu bir düşünme biçimine sahip oldukları anlaşılıyor. Sırf bu tutumları sebebiyle onları, Türkiye’nin siyasî ortamının karmaşık yapısı hakkında herhangi bir fikre sahip olmamakla suçlayabiliriz. Ne yazık ki bu tarz “siz-biz” karşıtlığından türeyen ve bu algı üzerinde şekillenen bütün siyasî gruplaşmalar benzer bir naiflikle maluldür. 15 Temmuz’un etkisiyle belli düzeyde sarsıntı geçirse de son örnekler bu tarz yaklaşımların kendini yeniden ürettiğini gösteriyor. Hadiselerin karmaşık yapısı anlaşılamadığı için kişiler ve gruplar kendi geçmişlerini kutsama yoluna giderek rahatlamayı tercih ediyor. Hâlbuki bugün Türkiye’nin tarih içindeki yerini doğru tespit etmek ve ortaya çıkan muazzam problemleri buna göre tanımlamak gerekir.

Bugün Türkiye’nin terör örgütü şeklinde tanımladığı Fetullahçıları 1986’dan beri takip eden biri olarak şunu söyleyebilirim: Bu hareket en başından itibaren kendini var etmek ve güçlü kılmak için dindar kesimle mücadele hâlinde olmuş ve kendine rakip gördüğü dinî, İslamî yapıları tasfiye etmek istemiştir. 1970’lerin ikinci yarısından itibaren FETÖ’nün bu yöndeki faaliyetlerinin birçok örneği vardır. 15 Temmuz’a kadar devam eden uzun süreçte, FETÖ’nün devlet içinden ciddî manada destek gördüğünü veya bu faaliyetlerin kamu kurumlarında etkin olan güçlerin himayesinde yapıldığını söylemekte bir sakınca yok. 1986’da yayın hayatına atılan Zaman gazetesinin 1987’nin bahar aylarında FETÖ’nün yayın organı hâline getirilmesi bile birçok gelişmeyi izah edebilecek önemdedir. Fakat hadiselerin karmaşık yapısı, “iyiler-kötüler” karşıtlığının basit çerçevesine dâhil edilirse ne geçmiş açıklığa kavuşur ne de günümüzde yaşananları anlayabiliriz. Hâlbuki her ikisi de geleceğimizi şekillendiriyor.

28 Şubat Süreci’nin hâlâ siyasî mülahazalarla tetkik edilmesi aydın körleşmesinin en önemli göstergelerindendir. Bu dönemi 1993’ten başlatıp 2001’e kadar genişletmek gerekir. İşte bu dönemde meydana gelen ve hâlâ aydınlatılmayan, millî duyarlılığı temsil eden kesimleri tasfiye etmek için kullanılan olaylar zincirini Fetullahçı terör örgütünün küresel güç olma yönündeki adımları şeklinde yeniden incelemek gerekir. 28 Şubat dönemi Türk siyasî hayatının, FETÖ’nün gelecek tasarımı adına yeniden kurgulanmasıdır. Bugün “İslamcılar” başlığı altında topladığı kesimleri suçlayan Türk entelijansiyası o dönemde FETÖ’cü yapılanmanın önünü açmakla meşguldü. Erbakan’a yönelik bugünkü sevgi gösterilerini ciddiye almamak gerekir, temelsizdir ve yapaydır. Bugün Erbakan ödüllerine koşanlar, geçmişte Erbakan’ın temsil ettiği düşünceye Amerika, İngiltere ve İsrail adına savaş açmışlardı.

O dönemleri yaşayanlar, “laiklik elden gidiyor” çerçevesine dâhil edilecek kaygılarla tertip edilen ve günlerce devam eden protesto yürüyüşlerinin neticesinde Erbakan’ın tasfiye edildiğini hatırlayacaktır. 28 Şubat’ta İmam Hatiplerin de kapatılmasıyla FETÖ, Türkiye’de rakibi olmayan büyük bir güç hâline getirildi. “Görünmez el”, laiklik şemsiyesi altında toplayabileceğimiz sosyal unsurlarla FETÖ unsurlarını bir araya getirdi. Mücadeleyi onlar kazanmışlardı. 2007’de siyasî hayatımızı yeniden şekillendirmek adına tertip edilen “Cumhuriyet mitingleri”ni yeni dönemin aktörlerini anlamak bakımından incelemek gerekir. Millî ve yerli düşüncenin temsilcileri gözle görülür biçimde etkisizleştiriliyordu.

28 Şubat Süreci ile birlikte FETÖ’nün önünün açıldığı, buna karşın millî ve yerli duyarlılığı temsil eden unsurların etkisizleştirildiği doğrudur. Fakat bu dönemle birlikte FETÖ’nün nereye kadar ulaştığı aydınlatılmamıştır. Bu dönemden başlayarak FETÖ’nün nereleri ele geçirdiği tam olarak bilinmemektedir. Ergenekon ve Balyoz davaları münasebetiyle kendi geçmişlerini aklamaya çalışanların geçmişte FETÖ’nün önünü açma konusunda gösterdiği gayret hafızalardaki tazeliğini korumaktadır.

24 Haziran seçimleri yaklaşırken Türk siyasî hayatı yeniden biçimlendirilmek isteniyor. Seçim ittifakları da hatırlatmaya çalıştığımız olaylar çerçevesinde daha anlamlı hâle geliyor.

Tepeden inmeci (jakoben) bir bakışla, bugün Türk milletinin tarih sahnesindeki rolünün görülmesi neredeyse imkân haricindedir. Bu ifade ile Türk milletinin, sadece Gezi Parkı sürecinde ve 15 Temmuz gününde oynadığı büyük role atıfta bulunmuyorum. Yusuf Ziya Kavakçı örneği bile, millî duyarlılık karşısında kimsenin duramayacağını gösterir. FETÖ ile ilişkilendirilecek herhangi bir duruş, sahibinin tarih dışına itilmesine yeterli bir sebep oluyor. Hatta bu tarz yaklaşımlara meydan veren kurumlar bile ertesi gün başını yukarıya doğru kaldırarak ıslık çalmaya mecbur kalıyor. Türk milletinin bir şekilde kendinden gördüğü kişi ve kurumlara gösterdiği bu “sert” tavrı anlamak ve önemsemek gerekir. Çünkü geleceği şekillendirecek olan tavır alış biçimi budur. Zira bu tavır alış biçimini, kendinden görmediklerine sergilemiyor. Bir nevi önemsememek hâli diyebiliriz. Bu da Türkiye’nin geleceğinin hangi doğrultuda şekilleneceğini gösterir.

Yaşadığımız günleri aktif siyasî aktörlerden bağımsız bir şekilde anlamaya çalıştığımız zaman Türk milletinin tarih sahnesinde güçlü bir siyasî bilinçle yer tuttuğunu görürüz. 2009’da “One minute” hadisesi ile başlayan yeni dönemin, millî iradenin yansıması olduğunu kabul etmek gerekir. FETÖ’nun, daha o gün İsrailci yaklaşımını açık etmek zorunda kalması, sütre gerisinden siyasî hayatımıza ayar verme rahatlığının bittiğini gösterir. Bu da siyasî hayatta kendi kimliği ile yer almaktan başka seçeneği olmayan milletin en güçlü tarafıyla savaşı göze almak demektir.